Cumhurbaşkanlığı Sistemi'nin atipik oluşu bir deneme yanılma payını beraberinde getirmektedir. SPK’nın içsel bilgilere ilişkin kararını geri çekmelerinde, Rektör atamalarında profesörlük şartını geri getirmelerinde, Devlet Opera ve Bale Müdürlüğü’ne ilişkin karardan geri dönemlerinde olduğu üzere yeni doğan model kesintisizliği için el yordamı ile sistemi deneyimlenmektedir

"Tek irade, tek teşkilat": Cumhurbaşkanlığı sisteminin sınıfsal karakteri üzerine

Kansu Yıldırım

Yöntemsel uyarı
Türkiye’deki devlet biçimini ve siyasal rejimi incelerken liberallerin/sol-liberallerin düştüğü en büyük yanılgı, farklı tarihsel dilimlerde cereyan eden olayları kendinden menkul bir gerçeklik olarak kavramalarıdır. Bu durum, kadim ‘süreklilik’ ve ‘kopuş’ tartışmasından farklı bir yaklaşımdır. Dün AKP iktidarının ilk yıllarında demokrasi histerisine tutulurken, 2010 Referandumunda koro halinde ‘askeri vesayet ortadan kalkıyor’ halüsinasyonu görülürken, 16 Nisan Referandumunda ‘Türkiye otoriterleşiyor’ derken, 24 Haziran seçimlerinin ardından iflas psikolojisiyle AB’den ve ABD’den medet umarken aynı yanılgıyı sürdürmektedirler. Çünkü sadece siyasal fenomenlere odaklanmaktadırlar.

Edward Hallett Carr, tarihi, dönemlere bölmenin bir olgu olmadığını, gerekli bir varsayım ve düşünme aracı olduğunu, aydınlatıcı olduğu ölçüde de geçerli olduğunu söyler. Ancak her dönemselleştirilen parça arasında korelasyon bulunur. Bugün devletin yeniden düzenlenmesini, kurumlar arası ilişkilerin dizaynını incelerken tarihsel sürekliliği göz önünde bulundurmak gereklidir. Materyalist perspektiften bakıldığında yeni sistemin sınıfsal mahiyeti, akışkan ve tıkanık noktaları, en önemlisi yapısal zaafları belirginleşir.

Birinci zaaf
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi; kamu mimarisini dikey kesen ve hiyerarşik dizilimi tek bir merkeze toplayan model, referans niteliğindeki siyasal rejim modellerinin mutasyona uğraşmış versiyonudur. “Mehaz örnek” olarak tam başkanlık sistemleri incelendiğinde ne ABD ne de ABD tipi başkanlık rejiminin türevleriyle uyumludur. Denge ve kontrol mekanizmalarının bulunmadığı, tüm devlet kurumlarının Cumhurbaşkanına bağlandığı model, bu anlamda, örnek alındığı söylendiği mehaz ülkeye uymamaktadır. Modelin tasarlanma aşamasında ortaya atılan “Türk tipi başkanlık” yakıştırmasının altında da bu bulunmaktadır.

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum seçimlerden sonra verdiği demeçte yeni siyasi modeli “tek kişilik hükümet” şeklinde nitelemiştir: “Cumhurbaşkanı [karar] verecek. Cumhurbaşkanının niye tek başına karar vermesi lazım. Çünkü bu yeni yapılanmada siyasi sorumluluğu olan kişi Cumhurbaşkanıdır”. Ancak aynı demeçte vurguladığı bir nokta vardır ve önemlidir: “…teknik anlamda bir ekip hükümetidir. Bakın, tek başına bir çalışmadan söz etmiyoruz. Siyasi sorumluluk açısından ve siyasi karar vermek açısından bir tek iradeden söz ediyoruz. Tek irade tek teşkilat prensibi.”

Uçum’un vurgusundaki ayrım, karar-alma (decision making) ve devlet politikalarını oluşturma (policy-maker) üzerine kuruludur. Yeni sistemde meclis atıl hale gelmesine karşılık, sistemin dinamizmini sürdürmesinde hükümetin işlevleri belirginleşir. Kamu mimarisinin zirvesindeki ismin nihai merkez olması önemlidir ancak politikaların oluşturulma aşamaları sayesinde Cumhurbaşkanının karar-alıcılığı ve kamusal gücü anlamlı hale gelecektir. Mehaz modellerle uyumlu olmayan atipik başkanlığın “monokrasi” yapısı, karar-alma ve politika-oluşturma aşamalarının uyumunu zorunlu kılmaktadır. Emir-komuta zinciriyle kurumlar Cumhurbaşkanına bağlansa bile, bu kişinin devlet aygıtının tüm bürokratik işleyişine ve devlet içerisindeki temsillerin hareketine hakimiyet sorunsalı, yeni sistemin en önemli zafiyetlerinden birisi olacaktır.

Weberci karizmatik otoriterlik yaklaşımından doğan ‘Tek Adamlık’ eleştirisi ve bunun doğal sonucu olarak devlet ve toplum üzerinde hükümranlık (Herrschaft) alanının tesisiyle ilişkili yorumlar eksiktir; eksik olduğu ölçüde körlük payını içerisinde taşımaktadır.

Cumhurbaşkanlığı Sistemi'nin alametifarikası, başkanın fonksiyonlarındaki “tek”lik üzerine kuruludur: Başkan, yürütme erkini kullandığı için iktidarı negatif değil, pozitiftir. Başkan inisiyatif sahibi olarak tercihlerde bulunur, karar alır ve hükümet eder. Makamı gereği toplumsal artığın üretimini, bölüşümünü ve paylaşımını doğrudan etkiler. Ne var ki, söz konusu kararların kamunun zirvesine efektif ve doğru ulaşması zaman alacağı için ‘Tek Adam’ı destekleyen başka ‘adam’lara da ihtiyacı vardır. Aksi takdirde aşırı yüklemeden sistemde ısınma sorunu yaşanacaktır.

tek-irade-tek-teskilat-cumhurbaskanligi-sisteminin-sinifsal-karakteri-uzerine-490357-1.

[Devlet Bahçeli’nin ve MHP’nin iktidar ortağı olması bu bağlamda değerlendirilebilir. 15 Temmuz Darbe girişiminden sonra başlayan, FETÖ kadrolarının ihraç edilmesiyle boşalan güvenlik ve diğer bürokratik kademelerdeki MHP hakimiyeti, sadece nicel değil, nitel olarak da (Türk-İslam Sentezi) iktidara rengini vermektedir.]

Cumhurbaşkanlığı Sisteminin atipik oluşu bir deneme yanılma payını beraberinde getirmektedir. SPK’nın içsel bilgilere ilişkin kararını geri çekmelerinde, Rektör atamalarında profesörlük şartını geri getirmelerinde, Devlet Opera ve Bale Müdürlüğü’ne ilişkin karardan geri dönemlerinde olduğu üzere yeni doğan model kesintisizliği için el yordamı ile sistemi deneyimlenmektedir. Cumhurbaşkanının kamusal gücün sahibi olması tek başına yeterli değildir. Çünkü kapitalist devletin günlük ve dönemsel bürokratik işleyişinde -siyasi irade dışında- sermaye fraksiyonlarının ve farklı gruplar da temsil edilmektedir. Yeni sistemde zaafları aşmak ve “Tek irade, Tek teşkilat” anatomisinin sağlamlaştırılması amacıyla iki katmanlı bir yapıyı tahkim edecekleri aşikardır.

Devlet organizasyonun dış kabuğu, hükümet eksenli siyasal işlerin yürütüldüğü ve erkin Cumhurbaşkanınca kullanıldığı yapıdır. Devlet aygıtları arasındaki ilişkilerin düzenlendiği, egemen sınıfların taleplerine yanıt üretilen, egemen sınıfların siyasal egemenliğini koruyan iktidar bloğu ise, iç çekirdektir. Çekirdek sağlam olduğu ölçüde Cumhurbaşkanlığı Sistemi varlığını devam ettirebilir, dış kabuk yekpare olduğu ölçüde iktidar bloğundaki egemen sınıflar egemenlik alanını koruyabilir. Bu ilişki, 2010 Referandumundaki AKP-TÜSİAD geriliminden bu yana büyük burjuvazi açısından ehveni şer aşamasını geride bırakmıştır. Büyük sermaye önceleri kamufle oldukları sisteme, artık uyum sağlama yolunu seçmişlerdir.

‘Alman İdeolojisi’ne referansla egemen sınıfların hem içsel çelişkilerini aşmaya, hem de varlıklarını muhafazaya dönük siyasal yaklaşımını şöyle tanımlayabiliriz: “...egemen sınıf, yani soylular, her yerde, başlarında bir monark [hükümdar] bulunmak üzere örgütlendiler”.

İkinci zaaf
Türkiye egemen sınıfları açısından yeni sistem, sermaye birikimi önündeki bürokratik sürtünmeyi azalttığı ve grev yasakları gibi sınıf zorunu örgütlediği kadar işlevsellik taşısa da, öngörülemez nitelikler de barındırmaktadır. Uluslararası finans-kapital çevrelerince riskli karşılanan Berat Albayrak’ın ekonomi yönetiminde söz sahibi olması, sermaye birikim sürecinde tüm bakanlıkları ilgilendiren konularda faaliyet yürütecek olan Cumhurbaşkanına bağlı Ofis’lerin varlığı, (703 sayılı KHK ile yapılan düzenlemede) Kamu İhale Kurulu üyelerinin Cumhurbaşkanı tarafından atanması, burjuva yönetiminin hakim prensibi “siyasi olan” ile “ekonomik olan” arasındaki ayrımın yürütme erkinin müdahaleleriyle kalkması riskli alanlar oluşturmaktadır.

Fiilen tekel durumu yaratan finans-kapital ve mali-oligarşi egemenliğinin ulusal ölçekteki işbirlikçileri riskleri görmekte, borsa işlemleri ve sermaye hareketleri aracılığıyla ültimatom vermektedir. Türkiye’nin yurtdışındaki varlıkları 231 milyar dolar, uluslararası sermayenin Türkiye’deki varlıkları ortalama 674 milyar dolar civarındadır (Net uluslararası yatırım pozisyonu). 443 milyar dolarlık fark ise uluslararası sermayenin Türkiye ekonomisindeki hegemonyasına işaret etmektedir. Yabancı sermayeye bağımlılığın dozunun AKP iktidarı döneminde daha da artması Türkiye ekonomisinin uluslararası kapitalist iktidarlar eliyle getirildiği yeri göstermektedir.

Cumhurbaşkanlığı Sisteminin ikinci zafiyeti burada oluşmaktadır. Finansal liberalleşmeyi kökleştiren devlet politikalarıyla emperyalist sisteme bağımlılığı arttırılan Türkiye’nin küresel kapitalizme güvenceler vermesi gerekmektedir. İktidarın yeni bileşiminin anti-emperyalist karaktere sahip olmadığından hareket edersek, verecekleri güvencelerden birisinin yeni özelleştirme dalgası olacağı açıktır. 15 yılda 60 milyar dolarlık özelleştirme ile kamunun stratejik kurumlarını ve varlıklarını uluslararası sermayeye satan iktidar, buna uygun bir kamu mimarisi dizaynına yönelmektedir.

Üçüncü zaaf
Sağlık Bakanı'nın özel hastane zinciri sahibi, Ticaret Bakanı'nın özel şirkette CEO, Turizm Bakanı'nın turizm şirketi kurucusu, Şehircilik Bakanı'nın gayrimenkul yatırım ortaklığı başı, Milli Eğitim Bakanı'nın özel okul kurucusu olduğu yeni kabine, neoliberal ajandanın uygulanması dışında, küresel kapitalizme iktidarın yeni ortağıyla birlikte sınıfsal karakterine dair sunulan güvencedir. Şirket sahipleri ve sermaye temsilcileri devlet yönetiminde doğrudan söz sahibi olmaktadır.

Burjuva siyasi temsil sisteminde sermayedarlar adına ve/veya belirli çıkar grupları adına kabinede yer alan isimler sözcülük yapmasına karşılık, temsil ilişkisinin dolayımlı olmasından ötürü mutlak bir özdeşlik söz konusu değildir.

Sermayedarların doğrudan kabinede yer alması ise, temsil sistemindeki dönüşüme işaret etmektedir. Birikim rejimi sürecinde sermaye gruplarının politika-oluşturma aşamasında yer alması, sermayenin kamu hizmet sunumuna müdahalesindeki ara mekanizmaların tasfiyesidir. Kabinenin (“Corporatocracy”) yapısı “Kamu Yararı” ilkesinin de yeniden revizyonu anlamına gelmektedir. Karar-alma aşamasında ise bürokrasi kadrolarının oluşturulmasında Cumhurbaşkanı CV’ler arasından atama yaparak, ilk zafiyeti giderecek ara formül bulmuşlardır.

Temsil ilişkisinin dönüşümü AKP açısından kritik gelişmelerin habercisidir. Erdoğan’ın kabineyi duyurmadan önce “Partili olmayan bakanlarımızla kabine oluşturuyoruz” açıklamasıyla verdiği sinyal, devletin yeniden düzenlenişinde kadro profilini ortaya koymaktadır. “Proje üreten, teknokrat-profesyonel, STK temsilciliği yapmış, müsteşar kıvamında” olan bu yapı AKP’deki milletvekilliğinden bakanlığa yükselmeye çalışan, parti içerisindeki siyasi hamiliğiyle iş bitiren/iş takibi yapan, AKP’nin yerellerdeki mikro-otoritesini sağlayan, parti tabanıyla tavanı arasında köprü kuran bir parti formunun dönüşeceğinin de işaretidir. Erdoğan’ın partililere seslendiği bir konuşmada “tevazu” vurgusunun üzerinde durması, dönüşüm sürecinde parti tabanı ile tavanı arasındaki ahengi “koruyun” mesajıdır.

AKP’nin (hakim parti formunun) yeni sistemde atıl hala gelmesi ilerleyen zamanlarda parti içi muhalefete bağlı dirençlerin oluşmasına yol açabilir. Pek çok baskı grubu temsilini içerisinde barındıran AKP’nin şimdilik bir arada durmasını sağlayan liderlik kültü ve sıcağı sıcağına yeni sistemde iktidarın –paylaşılmış olsa da- ellerinde olmasıdır.

Kritik dönemeçlerde ve en önemlisi ekonomik ve siyasi kriz dönemlerinde partiden yükselecek iç-muhalefet başka bir zafiyete yol açabilir. “Tek irade, Tek teşkilat prensibi” bu zaafı önlemeye dönük, parti içerisinde ve meclis çatısı altında AKP’nin yönetici sınıf hegemonyasını korumaya dönük gücün merkezileştirildiği yaklaşım olduğu açıktır.

•••

Toplumsal muhalefetin genelinde devletin yeniden düzenlenirken ve siyasal rejim değişirken hukuk-ideolojisi algısı baskındır. Referandum, Anayasa değişikliği, Cumhurbaşkanlığı KHK’leri ile değişime indirgenmiş yorumlar, yeni sistemi iktidara taşıyan karmaşık sınıf ilişkilerinin üzerinden atlayarak siyaseti fenomenlerden ibaret saymaktadır. Türkiye siyasal tarihinde başkanlık modeli 1980’den itibaren tartışıldığı gibi, egemen sınıflar tarafından pozitif-olumsal karşılanmıştır. Örneğin, TÜSİAD tarafından 1992’de yayımlanan “Görüş” dergisinde Turgut Özal’ın başkanlık modeline ilişkin görüşlerine yer verilmiştir. 2010 Referandumunda yargıyı kontrol ederek devlet aygıtı içerisindeki hareket alanını genişleten AKP, kademeli olarak kamu mimarisini referandumlarla ve yeni Anayasa ile başkanlık monokrasisine uyumlu hale getirmiştir. Kısacası yaşananlar birkaç günlük hadiseler değildir.

Siyasi iktidar dün tek başına, bugün başka bir sağ parti ile ortak yönetse de, siyasal alanın temel aksları kapitalist üretim ilişkileri üzerinde yükselmektedir. Atipik yeni sistemin kodları da sermaye mantığı ile biçimlendirilmiştir. Bu nedenle sınıfsal ilişkilerle tahkim edilmiş yeni sistemin dış kabuğunu çatlatılması ancak örgütlü sınıf mücadelesi ile mümkündür. Liberal soslu soyut bir demokrasi anlayışına veyahut egemen sınıflar arasındaki klik çatışmalarından demokrasi havariliği türeten siyasi tarzların tümü her zaman olduğu gibi iflas etmeye mahkumdur.