Tek İran’da iki Tahran: Şeriatın kestiği parmak kimin?
Kuzey Tahran'da yasa dair toplumsal bir emare yok, ama sosyal medya ve Batı kaynaklı basın organlarında çıkan haberlerdeki gibi ‘Reisi’nin ölümünü havai fişeklerle, danslarla kutlayan insanlar’ görmek de imkansız. Fakat evlerinde bu haberi mutlulukla karşıladıkları kesin. Demokratik bir ülkede yaşasalar bir kutlama yaparlar mı, şüphesiz evet. Burası, cenaze namazında hakkını helal etmeyenlerin ama saftan ayrılamayanların mahallesi.

Emre Yıldırım
emreyildirim@birgun.netİran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin helikopter kazasında yanındaki 8 kişi ile beraber yaşamını yitirmesinin ardından gözlem yapmak için gittiğimiz Tahran’da yolculuğumuz yazı dizisinin birinci bölümünde bıraktığımız yerden devam ediyor.
Bir önceki bölümde ‘Reisi’nin yasını tutanlar kim?’ sorusunun cevabını aramıştık ve aradığımızı büyük ölçüde rejim destekçilerinin en yoğun yaşadığı Tahran eyaletinin en güneyindeki Şehr-i Rey’de bulmuştuk. Tahran’ın görünmesi kolay yüzünü gördük, peki görünmeyenler? Reisi’nin ölümüne o kadar da üzülmeyen İranlılar nerede? Onları görmek, sohbet etmek mümkün mü? Mahsa Amini protestolarına katılan o gençler nerede? Bu soruların yanıtını aramak için muhafazakâr Güney Tahran’ın tam zıttı, Kuzey’e doğru hareket ediyorum. Kuzey Tahran, rejimin baskıcı ve dini karakterini (ne kadar olabilirse o kadar) en az hissedeceğiniz, kadınların bir nebze daha rahat giyinebildiği, özgürlükçü üniversiteli gençlerin vakit geçirdiği, o meşhur gizli ev partilerinin düzenlendiği, rejim tarafından dinlenmesi ve icra edilmesi yasak olan Rock müzik gruplarının tişörtlerini giyen gençlerin bulunduğu, 80 milyon nüfuslu İran’da adeta bir vaha.

KUZEY TAHRANLILARI GURME YAPAN YASAKLAR
Güneyden yola çıkıp kuzeye doğru hareket ettikçe zaman su gibi akıyor. Ama fizik üstü bir hareketten bahsediyorum. 40 kilometrelik yolun her kilometresi 1 sene ileri gidiyorsunuz. Daha lüks araçlar, daha yeni binalar, nitelikli restoranlar ve modern görünümlü insanlar ile birlikte ancak günümüz modern dünyasına benzer bir şehre adeta bir zaman yolculuğu yapıyorsunuz.
Tahran’ın zıtlıkların Ortadoğu’daki başkenti olduğu kesin.
Nihayet kuzeyin merkezi Tecriş Çarşısı’na ulaşıyorum. Burada da Tahran’ın merkez çarşısındaki gibi ortada büyük bir cami var. İlk hedef olarak oraya hareket ediyorum. İçeride devasa şehit afişleri, Süleymani, Reisi posterleri asılı ve siyah bayrak gönderde. Ama içerisi boş. Rey’deki yas kalabalığını burada görmek hiç mümkün değil. Ama etrafındaki çarşı tıklım tıklım, üniversite öğrencilerinin vakit geçirdiği, kahvenin her çeşidini bulabileceğiniz üçüncü nesil kahvecilerle dolu. Şeriat hükümleri sebebiyle içkinin yasak olması kahve tüketimi konusunda Kuzey Tahranlıları gurme yapmış.
ŞERİATIN KESTİĞİ PARMAK KİMİN?
Sanki İran İslam Devleti Rejimi, Tahran’ın Kuzey’inde kontrollü bir gettoya müsaade etmiş gibi. Burada daha az propagandaya rastlamak ve rejimin sopasını bir nebze hafif hissetmek mümkün. Ancak burası sadece rejime muhaliflerin yaşadığı bir yer gibi anlaşılmasın. Burası gelir seviyesi en yukarıda olanların yaşayabildiği bir yer. Üst düzey bürokratlar, rejim yanlısı gazeteciler, rütbeli askerler ve yargıçlar da aileleriyle birlikte bu muhitte oturuyor. Çocuklarının öğrenimi için ise genellikte ilk tercih İngiltere. Ne tesadüf, rejimin bekçileri de yarattığı düzeni en az hissedecekleri yerde yaşamayı tercih etmiş.
Fakat Kuzey Tahran’dan muhaliflerin kurtarılmış bölgesi olduğu sonucu çıkmasın. Hem zengin hem de sekülerseniz burada kafanızı suyun üzerinde tutmaya izin var. Ama hem yoksul hem muhalifseniz o zaman rejimin tüm despotluğunu iliklerinize kadar hissedebileceğiniz, kiraların daha ucuz olduğu muhafazakâr mahallelerde yaşamaya mecbursunuz.
Burası laikliği basmakalıp yorumlayan, sınıfsal muhtevasından koparan ve onu imtiyazlı bir zümrenin ayrıcalık talebi olarak ele alıp arkaik bulanlara canlı bir yanıt. “Şeriatın kestiği parmak acımaz” sözü; parmağı kesilenin değil, parmağı kesenin söylemi.
SAFTAN AYRILAMAYANLARIN MAHALLESİ
Tecriş pazarının etrafında gençlerin vakit geçirdiği bir kahve dükkânı arıyorum. Gözüm, aslında dinlemek ve icra etmenin yasak olduğu Pink Floyd grubunun tişörtünü giymiş bir gence ve yanındaki arkadaşlarına takılıyor. Yanlarına gidip üniversiteli geçlerin vakit geçirdiği bir kafe adresi soruyorum. Bir yer tarif ediyorlar. Yabancı olduğumu öğrenince yanımdan hemen ayrılmıyorlar ve ayaküstü sohbet ediyoruz. Gençler Tahran Üniversitesi Ekonomi bölümü öğrencileri. Muhalif oldukları her hallerinden belli. Gazeteci olduğumu ve Reisi’nin ölümü üzerine Tahran’a geldiğimi söyledikten sonra çıt çıkmayan bir sessizlik oluşuyor. Sebebini anlıyorum. Çünkü buradaki yabancı her unsura potansiyel ajan gözüyle bakılıyor, hele gazeteci ise neredeyse şüpheye yer yok. Gençler başını belaya sokmak istemedikleri için birbirleriyle anlaşmış gibi bir anda sohbeti kesip uzaklaşıyorlar ve az ilerideki köşede bekliyorlar, kendi aralarında konuşuyorlar.
Aradan 5 dakika geçtikten sonra içlerinden ikisi tekrar yanıma geliyor ve tehlikeli olmadığıma kanaat getirmiş olacaklar ki, bana İstanbul’un nasıl bir yer olduğunu soruyorlar. Biraz sohbet ediyoruz. Benim, Reisi ile ilgili sorumu ise ‘anladın işte abi’ der gibi gülerek sessizce geçiştiriyorlar. ‘Şimdi ne olacak peki?’ diye soruyorum. “Onu bir tek Hamaney bilir, ama bizim için daha iyi olmayacağı kesin” diyorlar ve ayrılıyorlar.
Burada yasa dair toplumsal bir emare yok, ama sosyal medya ve Batı kaynaklı basın organlarında çıkan haberlerdeki gibi ‘Reisi’nin ölümünü havai fişeklerle, danslarla kutlayan insanlar’ görmek de imkansız. Fakat evlerinde bu haberi mutlulukla karşıladıkları kesin. Demokratik bir ülkede yaşasalar bir kutlama yaparlar mı, şüphesiz evet. Burası, cenaze namazında hakkını helal etmeyenlerin ama saftan ayrılamayanların mahallesi.
∗∗∗
DEVLETTE DEPREM ETKİSİ
Ertesi gün İran’ın en önemli iki haber ajansı olan Mehr ve Tasnim haber ajanslarını ziyaret etmek için yola koyuluyorum. İlk adresim Tasnim Haber Ajansı. Burada meslektaşım Ali Haydari beni oldukça samimi karşılıyor. İran’da gazete ve televizyonların neredeyse tamamı dini liderlik ofisine yani Hamaney’e bağlı çalışıyor. Ve gazete binalarına yabancı gazeteci girişi için en az 1 hafta önceden güvenlik soruşturması yapılması gerektiği bilgisini veriyorlar. Ancak bina dışında yabancı gazetecilerle bir araya gelmek de yasak. Bu sebeple IRNA haber ajansını ziyaret etme teklifim reddedildi. Bir ayağımız dışarıda bir ayağımız içeride, binanın lobisinde bir araya geliyoruz.
Öncelikle söyleşideki yanıtları daha iyi kavramak için İran’ın idari yapısına dair biraz bilgi vermek gerekir. İran yönetiminde esas ve nihai belirleyici: Velayet-i Fakih sisteminin getirdiği koltukta oturan dini lider Hamaney’dir.
Peki Velayet-i Fakih nedir?
Şii siyasal düşüncesinde dini ve siyasi otorite İslam Peygamberi Muhammed’in damadı Ali’nin soyundan gelen "İmam"lara ait. Ancak 12. İmam Mehdi’nin gizlendiği ve ileride belirsiz bir zamanda geri döneceğine inanılıyor. İmam Mehdi’nin gizli olduğu süre içerisinde dini ve siyasal liderliğin kime ait olacağı sorunu uzun yıllar Şii siyasal düşüncesindeki tartışma konularından birisi olmuş.
Ayetullah Humeyni 1970’lerde ‘Velayet-i Fakih yâ Hükûmet-i İslamî’ isimli kitabıyla sistemleştirdiği "velayet-i fakih" teorisiyle siyasal otoritenin İmamlar’ın manevi varisleri olan din alimlerinin elinde olması gerektiğini ileri sürmüş. İmami Şiilerde imamete inanmak; inanç esaslarından birisi. Bu, imamlık makamının da peygamberlik gibi ilahi bir takdir ve tensip olduğuna inanmak demek. İmamet eksenli Velayet-i Fakih anlayışı İran anayasasının beşinci maddesinde düzenlenmiş. Buna göre İmam Mehdi’nin kayıp olduğu süre boyunca İran İslam Cumhuriyetinde iş ve ümmetin velayeti (devlet ve halkın idaresi), halkın çoğunluğunun tanıdığı, takdir ettiği, adil, takva sahibi, cesur, tedbirli ve yönetici bir fakihe ait.
Yani bu demek oluyor ki; dini liderlik koltuğuna oturan kişi aynı zamanda ilahi bir gücü de elinde bulundurduğu için tanrının buyruklarına ve sözlerine bir biçimde vekillik ediyor. İşte bu nedenle son karar kesin olarak ona aittir, eleştirilmesi sakıncalı ve yasaktır. Her sözü aynı zamanda birer hükümdür. Sözüm ona demokratik yollarla seçilen temsilcileri, tek sözüyle görevden alabilir, yerine yenisini atayabilir. Askeri, dış politika ve siyasi yönelimlere dair tüm kritik kararları aslında hükümet değil, kendisi alır.
Ve Seyyid Ali Hameney 35 yıllık görev süresi ile İran’da sözü hüküm olan tek kişi. Humeyni dönemindeki 8 senelik Cumhurbaşkanlığı dönemini de göz önüne alacak olursak tam 43 yıldır İran yönetiminin en başında.
Bu bilgileri öğrendikten sonra aslında seçimler, hükümet, bakanlıklar ve hatta cumhurbaşkanlığı gibi idari pozisyonlarda hangi ismin bulunduğunun bir anlamı kalmıyor. Ancak burası İran İslam ‘Cumhuriyeti’. Bir yanıyla temsili de olsa bir demokratik işleyiş var ve toplumsal, siyasal pozisyon alışlar buna göre şekilleniyor. Ben soruyorum, Haydari yanıtlıyor.

Reisi’in ölümü bürokraside nasıl bir etki yarattı?
Dini liderimiz Hamaney yaşlı olduğu için ondan sonraki dönem için vekalet tartışmaları bir süredir yaşanıyordu. İran Devrimi Rehberliği makamı için en güçlü aday İbrahim Reisi idi. Bu sebeple devlet içerisinde Reisi’nin ölümü bir deprem etkisi yarattı.
Önceki dönem cumhurbaşkanlarından Ruhani ve Ahmedinejad, Reisi’nin cenaze törenlerine neden katılmadı?
Ahmedinejad özel bir insandır ve tartamayacağınız, kendine has davranışları var. Cenazeye katılmamasının iki sebebi olduğunu düşünüyorum. Bir tanesi Reisi ile arasının öteden beri bozuk olması ve hükümetin faaliyetlerine muhalif bir duruş sergilemesi. İkincisi de kendini yeniden gündeme getirmek için yaptığı bir reklam çalışması. Ahmedinejad’ın bu tutumu bizler için sürpriz olmadı. Biz toplum olarak yas günlerimizde siyah giyinmeye özen gösteririz ancak Ahmedinejad daha önceki yas günlerinde de beyaz giyerek çeşitli mesajlar vermişti. Ancak esas sebebin Ahmedinejad ile dini lider Hamaney arasında sert seyreden ikili ilişkiler olduğunu söylemek gerekir.
Cenazelerdeki kalabalıklar ve rejim destekçilerinin varlığı bir gerçek. Bunun gerçek olduğu kadar İran sokaklarını birkaç sene önce dolduran protestocuların da varlığı ve kalabalığı da buranın bir gerçeği. Muhalifler açısından Reisi’nin cumhurbaşkanlığı ne ifade ediyordu?
İran’da cumhurbaşkanlığı adaylıklarını başvuru süreci sonrasında Anayasa Koruma Konseyi tarafında incelenir ve yalnızca bu konseyin onayından geçen isimler adaylaşarak halkın önüne gelir. Ancak Reisi’nin cumhurbaşkanı seçildiği dönemde bu konseyden reformist, muhalif hiçbir aday seçime girmeye hak kazanamamıştı. Dolayısıyla seçimde yalnızca Hamaney’e yakın, rejim destekçisi muhafazakarların adaylıkları onaylandı ve diğer adaylar da Reisi’nin yanında sönük kalan isimler olmuştu. Reisi neredeyse tek adaylıkla seçimlere girdi. Bu sebeple muhalifler seçimi boykot etti ve İran tarihinin katılımı en düşük cumhurbaşkanlığı seçimi yaşandı. Bu seçim süreci ve muhaliflerin temsilinin önüne geçilmesi birtakım protestoları da beraberinde getirdi. Ancak rejim açısından bu protestolar Batı destekliydi ve bölgede iç savaşın yaşanmadığı tek ülke olan İran’da bir rejim karşıtı hareket başlatarak siyasi iradeye darbe yapmaktı.
∗∗∗
REİSİ NASIL CUMHURBAŞKANI OLDU?
Haydari’nin bahsettiği seçimlere dair biraz bilgi verecek olursak;
Ülkede 19 Mayıs 2017’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olan Reisi, mevcut Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’ye karşı seçimleri kabetmişti.
1979 anayasasına göre, görevdeki cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, art arda iki dönem ve sekiz yıl görev yapması nedeniyle yeniden aday olamadı. İbrahim Reisi oyların yüzde 72’sini alarak Cumhurbaşkanlığı’nı kazandı. Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF), 42 gazetecinin adaylar hakkında yazdıkları yazılar nedeniyle haklarında soruşturma açıldığını veya tehdit edildiklerini bildirdi. Seçim döneminde çok sayıda boykot çağrıları yapıldı. Seçim, yüzde 49 ile İslam Cumhuriyeti tarihindeki en düşük cumhurbaşkanlığı seçim katılım oranıyla gerçekleştirildi ve kullanılan tüm oyların yüzde 14’ü boş veya geçersizdi.
Bu durum Tahran’da ise çok daha çarpıcıydı. Seçime katılım yüzde 25-30’larda kaldı. Ve Reisi bu oyların neredeyse yarısını alabildi. Bu veriler somut olarak gösteriyor ki Reisi Tahran’da yaşayan her 10 seçmenin yalnızca 2’sinin oyunu alabilmiş.
Aslında bu veriler bile Reisi’nin toplumsal desteğinin zayıflığının bir göstergesi. Resmi açıklamalar ve ölümünün ardından meydanlarda toplanan kalabalıklar İran halkının tamamının iradesini yansıtmadığı verilerle de sabit bir gerçek.
Peki halkta karşılığı günden güne zayıflayan bir hükümet ve rejim, ekonomisi ciddi biçimde sarsılırken, yıllardır bitmeyen ambargolarla baş etmeye çalışırken ve Ortadoğu’nun tam ortasında etrafı çatışmalarla, ayaklanmalarla boğuşurken nasıl ayakta kalabiliyor? Aslında cevabı biraz da bu sorunun içinde saklı.
Dizinin yarınki son bölümünde bu sorulara yanıt aramaya ve gazetecilerle ve akademisyenlerle gerçekleştirdiğimiz söyleşilerin devamına yer vereceğiz. İran 28 gün sonra Cumhurbaşkanını seçmek üzere bir seçime gidecek. Seçim sistemi nasıl işliyor? Seçimlerde bir sürpriz bekleniyor mu? Gelecek dönemde dış politikada nasıl bir İran izleyeceğiz? Bölgede nüfuz savaşlarının sıcak çatışmaya dönüşme ihtimali var mı? Yarın ‘Reisi’den sonra İran’ yazısının son bölümünde bu sorulara yanıt arayacağız.