Çaycuma Belediye Başkanı Bülent Kantarcı’dan dinledim. Türkiye’nin durumunu nasıl buluyorsunuz diye Demirel’e sorduklarında; “tek kelimeyle soruyorsanız, iyi, iki kelimeyle soruyorsanız iyi değil” demiş.

Bana sıkça sorulan başta CHP’li olmak üzere muhalif belediyelerin nasıl gittiği sorusuna, aldığım bu ipucuyla şimdilerde; “tek kelime söylemek gerekirse iyi” diyorum. Lakin ötesi için bana Demirel gibi iki kelime yetmiyor. Bu köşe yetecek mi, o da şüpheli ama deneyeceğiz!

Şu tespiti yaparak başlayalım; siyasal partiler belli koşulları verili alıp, tarihsel olarak oluşan programlarıyla iktidara talip oluyorlar. Uzunca bir süredir neo-liberalizm, bütün ana akım partiler tarafından “şehirdeki tek oyun” olarak verili koşul olarak kabul ediliyor. Sonrasında verili neo-liberalizm ile kimi partiler muhafazakarlığı, kimi milliyetçiliği, kimisi de seküler gelişmeciliği rezonansa sokmayı deniyor.

Geçtiğimiz uzun dönem deneyimi gösterdi ki, iktidar koltuğuna oturan hangi parti olursa olsun, neo-liberalizmle girdiği etkileşimden kimliğini kaybederek çıkıyor. Bunun en son örneği AKP; neo-liberalizmle girdiği ilişki AKP içinde ve çevresinde geniş bir kesimi kalkındırmış olabilir. Lakin geldiğimiz nokta itibariyle, AKP’nin temsil ettiği varsayılan manevi değerlerin neo-liberalizmle girdiği rezonans sırasında buharlaştığını ve geriye büyük bir boşluğun kaldığını söyleyebiliriz. AKP’nin enformel ortağı MHP açısından da durumun parlak olmadığı ortada; Kürt sorunu karşısında mevzi kazandığını düşünenler, neo-liberalizmle girilen rezonansta milli varlıkların büyük ölçüde erimeye uğradığı gerçeğiyle yüzleşmemek için kafalarını kuma gömüyorlar.

Başta CHP olmak üzere AKP’ye muhalif partilerin de, neo-liberalizm karşısında açık ve tutarlı stratejilerinin olduğu söylenemez. Muhalefet stratejisinde AKP iktidarının giderek patolojik hale gelen halleri, iktidarın kendi doğasından kaynaklanıyormuşçasına hedefe konulurken, neo-liberalizmin bu patolojik duruma katkısı itinalı bir biçimde eleştiri dışı tutuluyor.

Belediyeler sorusuna dönersek; 31 Mart sonrası geniş bir kesimde CHP belediyelerine yönelik anlaşılabilir bir iyimserlik oluştu. Yolsuzluk, usulsüzlük ve kayırmacılık dosyaları ortalığa döküldükçe ve bu tür uygulamaların tersine anlayışlara vurgu yapıldıkça umutlar da artıyor. Patolojik vaka haline gelmesi nedeniyle, yine anlaşılabilir biçimde, AKP’nin kendi başına hedefe konulmuş olması ve yıpratılması, değişim bekleyen geniş bir kesimi tatmin ediyor. Bu açıdan CHP belediyelerinin durumunu tek kelimeyle ifade etmek gerekirse, “iyi” diyebiliriz.

Ancak bu iktidar yürüyüşünün galiba kolay aşaması. Asıl soru; eleştiriden fazlasını gerektiren iktidar konumuna geldiğinizde şehirdeki tek oyun sayılan neo-liberalizme karşı açık bir biçimde konumlanmanız gerektiğinde ne yapacaksınız?

Bu, ulusal olduğu kadar, yerel ölçekte de kanımca CHP’nin önündeki en önemli sorudur. Geçtiğimiz dönemde CHP belediyeciliğinin “parlak” çıkışlar yapacak bir içerik ve ivme kazanamamasının en önemli nedeni neoliberal çerçeveye sıkışılması oldu. Esasen 1989 sonrası sosyal demokrat belediyeciliğin başarısızlığının gerisinde de neoliberal anlayışın öyle ya da böyle benimsenmesi vardı. Şimdi bir kez daha büyükşehirlerin çok büyük bir bölümünde CHP iktidarı var. Bu kez bir başka tercih kullanılacak mı göreceğiz. Lakin bir şey kesin ki, önümüzdeki dönemin başarısını büyük ölçüde neo-liberalizme karşı alınacak tutum belirleyecek.

CHP belediyelerinin durumuna, tek kelimeyle ifade etmek gerekirse şimdilik iyi diyoruz. Beklentim o ki CHP, 1989 sonrası belediyeciliği, biz de Demirel’i tekrarlamak durumunda kalmayacağız.