Çin’deki kapitalist sistemin mevcudiyeti veya gelişimini iyi okumak için, son 20 yılda başta ABD olmak üzere Batı sermayesinin ve teknolojisinin iş yapma biçimlerini özellikle Çin’in doğusunda bir anlamda vahşi kapitalizm koşullarında yeşerdiğini hatırlamamız gerekiyor.

Tek kutuplu dünya  için sonun başlangıcı
Siyasetçi ve Yazar Aydın Sezer

Yunus Emre CEREN

Çin lideri Xi Xiping’in Rusya ziyareti, iki ülke arasında yapılan yeni ortaklık anlaşmaları ve bir yıldır Batının en büyük hedefi olan Putin ile yakın fotoğrafları, dünya basınında pek çok yoruma sebep oldu. Kimileri için “yeni Soğuk Savaşın başlangıcı” olarak nitelenen bu gelişmeyi ve küresel dünyadaki güncel gerilimleri, siyasetçi ve yazar Aydın Sezer ile konuştuk.

Xi Xiping ve Vladimir Putin tokalaşması, dünyada çok farklı yorumlara ve spekülasyona sebep oldu. Bu kare Çin’in yalnızca Ukrayna krizinde daha aktif bir rol oynayacağını mı gösteriyor, yoksa yeni kutuplaşma ekseninde Çin ve Rusya arasında daha yakın bir işbirliği görecek miyiz?
Xi Xiping’in, Moskova ziyareti öncesi Rus halkına hitabında kaleme aldığı metinde şöyle bir cümlesi vardı. Ülkelerin meşru güvenlik tehditleriyle ilgili… diye başlayan bir ifade, bu ifade aslında Rusya’nın Ukrayna savaşından önce, NATO’nun doğuya gelişme sürecini dış tehdit olarak nitelemesine yönelik bir vurguydu. Bu ifade bile Çin’in hem Ukrayna savaşı hem de yeni dünya düzeniyle ilgili yaklaşımını perspektifini ortaya koyan bir şeydir. İkincisi liderlerin arasındaki tokalaşma biçimi bile Batı medyasında tartışıldı, “Çin acaba Rusya’ya mı yakınlaşıyor, stratejik çerçevesini mi değiştiriyor” diye yorumlandı. Genel olarak 2,5 gün süren bir ziyaret olması, imzalanan çok sayıdaki dokümanlar ve özellikle stratejik işbirliği alanında imzalanan metinle birlikte iki ülke arasında hemen her konuda bir stratejik işbirliği perspektifi ortaya kondu. Nükleer santrallerden tutun da Çin’in ithal edeceği doğalgaza, savunma sanayi alanına kadar…

Bu şu anlama geliyor; Çin, son Ukrayna Savaşıyla birlikte Batının Rusya’yı ötekileştirme politikasını ve bu konuda ne kadar ileri gidebileceğini göstermiş oldu ki bu kendileri açısından da bir ders çıkarma anlamına geldi, Çin bu nedenle ziyaretin temel mottosu olan tek kutuplu dünya düzenine karşı pozisyonunda Rusya’ya olağanüstü bir yakınlaşma gösterdi. Dolayısıyla ben genel olarak ziyareti tek kutuplu dünya düzenin sona ermesinin başlangıcı, bunun resmen ilanı olarak görüyorum. Bunu da son Rusya-Çin ilişkilerindeki gelişmeye bakarak göremeyiz; her ne kadar iki ülke arasında iktisadi anlamda rekabet ortamı yok ve ekonomiler karşılıklı bağımlılık temelinde gelişiyor olsa da Çin’in Rusya’yla beraber yol yürüdüğünü, sadece Rusya-Çin ilişkisinden değil dünyanın diğer bölgelerinde de somutlaştırıldığını görüyorum. Burada şunu ifade etmeye çalışıyorum; özellikle Çin’in Suudi Arabistan’la İran yakınlaşması sürecinde oynadığı rol ki Suudi Arabistan Amerika’nın Ortadoğu’daki en önemli müttefiki, keza İran da ABD’nin bir numaralı düşman olarak konumlandırdığı ülke. Bu iki ülke arasında arabuluculuk yaparak Ortadoğu’da da dünya politikasında ne kadar etki edebileceğini gösterdi. Çin’in attığı bu adımı ilk önce Rusya çok mutlu bir şekilde karşıladı. Keza Rusya da Ortadoğu’da Çin’den farklı bir perspektifle Amerikan ekseni dışında bir siyaset yürütüyor ama daha sert bir biçimde. Çin de yumuşak çabalarla, ekonomi etkisiyle bu politikayı tamamlıyor.
Bu birincisi, ikincisi Orta Asya’da yürütülen çalışmalar Hindistan özelinde Rusya’ya karşı Batı ambargolarına yönelik Pakistan’ın tutumu, Çin ve Rusya’nın Afrika’daki tüm ülkelerin bağımlılıklarını azaltma çabaları gösteriyor ki Rusya-Çin işbirliği iki ülke arasındaki ilişkilerle sınırlı kalmayıp resmen yeni dünya düzeninin ne şekilde organize edilmekte olduğuna yönelik atılan somut adımları bize gösterdi. Ve tabii ki dün Suudi Arabistan’ın Şangay İşbirliği Örgütüne üye olmasını eklediğimiz zaman ABD ve NATO’nun Rusya’yı ötekileştirme politikasının tam tersi sonuçlar üretmeye başladığını gözlemlediğini söyleyebilirim.

“Çin’in Rusya ile yakınlığını artırması, Rusya’ya yönelik yaptırımların ağırlığını görmeleri sonucu oldu” dediniz. Peki, o zaman sizce bu ders yalnızca tek kutuplu dünyadan çıkma perspektifinde ortaklaşmaya mı dair? Yoksa Çin’in de aynı Rusya’ya benzer şekilde hem özellikle Tayvan ve Hong Kong’a Batının desteği hem de Asya Pasifik bölgesinde ABD-İngiltere-Avustralya ittifakının yığınağı açısından da kendi Ukrayna krizini yaşama ihtimalinden mi kaynaklanıyor?
Tek kutuplu dünya düzenine karşı çıkış Rusya’nın yeniden toparlanmaya başladığı dönemde 2007’de Münih Güvenlik Konferansı'nda ortaya çıkıyor. Yani uluslararası alanda bu sürecin başlangıcını zaten Putin atmıştı. Şimdi göreve geldiğinden itibaren Putin ile Xi arasında tek kutuplu dünya düzenine karşı bir anlayış birliği zaten mevcut. Xi’nin seçildikten sonra ilk kez Moskova’ya yaptığı ziyaret (2010 ya da 2011) küresel dünyanın artık bir köyden ibaret olmadığını ve gelişmelerin hemen herkesi etkileyecek sonuçlar doğuracağını ifade etmişti. O zaman Xi de tek kutuplu dünya düzenine dair vurgu yapmıştı. Aradan geçen 10 yıllık süre içerisinde yeni dünya düzeniyle ilgili perspektifleri o kadar örtüştü ki Çin’in son bir yıl içerisinde Tayvan üzerinde, Batının Ukrayna özelinde uyguladığı taktiklerin benzerlerini uygulamakta olduğunu gördük. Bunu nereden anlıyoruz, bunu iki lider arasında imzalanan bildirilerden bir tanesinde NATO’yu bölgesel güç olarak, kendi bölgesine dönmesi için çağrı yaptıklarını görüyoruz. NATO’ya da bir mesaj var; “Uzakdoğu’ya, sağa sola açılma” anlamında. ABD dış politikasında Çin’in düşman ve rakip olarak konumlandırılması konusunda çok net bir tavır da belirlendi ve Çin de kapitalist sistem açısından ötekileştirilmesi gereken ülkelerden bir tanesi. Dolayısıyla Rusya’ya hem Batının uyguladığı siyasi çevreleme politikası, hem de ekonomik ambargo Çin’in nelere maruz kalabileceği konusunda fikrini güçlendirdi. Çin zaten karşı olduğu sistemde biraz daha el yükseltti diyelim. Bu konuda kararlı bir adım atarak Putin’in içinde bulunduğu “yalnızlık ortamında” bir anlamda ona destek vererek Batıya da mesaj verdi. Çünkü Avrupa kapitalizminin Çin’le olan ilişkisi ve bağımlılık boyutu Rusya kadar zayıf değil. Çin AB açısından çok önemli bir pazar. Bu yüzden Avrupa’nın Çin ile ilgili konularda biraz daha dikkatli adım atacağını düşünüyorum. Son tahlilde şunu söylüyorum; Çin öteden beri son 10-15 yıldan beri iktisadi boyutuyla gücüyle tüm dünyada açılım sergileyen, ülkeleri ve bölgeleri etkisi altına alan bir performans gösterdi. Bugün de bu Rusya’ya alternatif veya rekabet değil, tam tersine Rusya’yla birleşik bir politika izlenmesi sonucunu doğurdu.

Çin’e karşı mesafe almanın Avrupa açısından özellikle iktisadi sebeplerle zor olduğunu söylüyorsunuz. Peki ABD açısından durum nasıl? Avrupa yerine İngiltere ve Avustralya ile girdiği ittifak, Trump döneminden beri süren ticari savaş… ABD’nin bu yakınlaşmaya karşı tutumu sizce nasıl olacak?
Çin’deki kapitalist sistemin mevcudiyeti veya gelişimini iyi okumak için, son 20 yılda başta ABD olmak üzere batı sermayesinin ve teknolojisinin iş yapma biçimlerini özellikle Çin’in doğusunda bir anlamda vahşi kapitalizm koşullarında yeşerdiğini hatırlamamız gerekiyor. Bu Batı sermayesinin sadece üretim anlamında değil, iktisadi finansal bağımlılığıyla ilgili bir perspektif sunuyor. İkincisi Çin Komünist Parti tarafından yönetilen son tahlilde sosyalist bir ülke yani öyle bir ülke ki hem kapitalist hem sosyalist üretim ilişkileri var. Çin’in kendine özgü doğası onu Rusya’dan farklılaştırıyor. Rusya kapitalist sistemin bir üyesi olarak sisteme entegre olma yolunda bir ülkeydi, Batı buna rağmen Rusya’yı dışlarken, ötekileştirirken, Çin’in siyasi konumundan dolayı ona karşı çok daha dikkatli çok daha farklı bir yaklaşım sergilemesi gerektiğini düşünüyor. O nedenle bir belirsizlik içeriyor. Burada belirleyici olan noktalardan biri şu; Avrupa için Rusya’ya ambargo uygulanması biraz daha hazmedilebilir çünkü Rusya’nın yalnızca enerjisine olan bir ilgi söz konusu, Çin’de öyle değil. Çin’e yönelik bir yaptırım ya da Rusya benzeri yaklaşım Avrupa’yı Rusya’da olduğundan daha fazla yıpratır hatta bitirir. Bu nedenle ABD, Çin politikasında Avrupa’yı ve NATO’yu Rusya’da olduğu gibi harekete geçiremiyor böyle bir sıkıntısı var. Avrupa sermayesinin Çin’deki yatırımlarına ve ekonomik potansiyeline bakarak söyleyebiliriz bunu. Bir de tabii her şeyden önce kapitalizm için Çin o kadar büyük bir pazar ki, bir Rusya değil o nedenle çok daha dikkatli adımlar atılacağını düşünüyorum. Tabii ABD’nin seçime giden süreçte Çin-Rusya yakınlaşmasına yönelik sert bir tepki göstermesi de çok fazla beklenebilecek bir konu değil ama tabii Amerika burada politikasını yeniden yapılandırmak zorunda. Bu ABD açısından hiç kolay bir süreç olmayacak.