İktidar süreçlerinin anlamından sonra belki Latin Amerika’daki bu sol rejimleri sınayan en önemli faktörlerden birisi ise emperyalizme karşı duruş. ABD, bu ülkelerde solun sosyalizmin gelişimi açısından en önemli tehdit.

Tek kutuplu dünyada sol iktidarlar
Brezilya'da Lula da Silva tekrar başkan adayı oldu.

Yusuf Tuna KOÇ

Mahir Çayan’ın, devrim süreci için kullandığı “engebeli, dolambaçlı ve sarp” ifadeleri belki de en iyi Latin Amerika’yı ifade ediyor. Bir tarafta 60 seneyi aşan devrimini muhafaza etmeye çalışan Küba, diğer yandan 80’lerden beri mücadeleyi iktidardayken bile en sıcak haliyle yaşayan Nikaragua, Chavez’in ölümü ve pembe dalganın çöküşü sonrası yalnız ve yolsuz kalan Venezuela, öbür yandan çiçeği burnunda yeni solcu başkanlarını tüm dünya sosyalist kamuoyunun tedirginlikle izlediği yeni pembe dalga hükümetleri.

Latin Amerika’da solun bugününe gelen yolunu, bu haftaki dosyamızda Vijay Preshad, Manolo de Los Santos, Gisela Cernadas ve Hayri Kozanoğlu detaylıca işledi. Ben onları tekrar etmek yerine, Latin Amerika’nın bugününe odaklanacağım. Öncesinde, Latin Amerika’da devrimle veyahut seçimle bugün sol bir iktidara, solcu bir devlet başkana sahip ola ülkeleri bir sayalım: Küba, Nikaragua, Bolivya, Venezuela, Honduras, Meksika, Arjantin, Şili, Kolombiya, Peru, Brezilya*

Sol iktidarın anlamı

Şili ve Kolombiya’da otoriterliğe, yolsuzluğa ve neoliberalizme karşı eylemlilikler iki ülkede de solu iktidara taşıdı. Şili’de bir önceki on yılın eylem sürecindeki önemli isimlerden Gabriel Boric ve Kolombiya’da 19 Nisan Hareketi’nin (M-19) eski gerillası Gustavo Petro devlet başkanı seçildi. Kolombiya’da, ülkenin bağımsızlığından beri ilk kez bir sol liderin iktidar olması ayrı bir yazıyı hak ediyor. Ancak şu an bu iki ülke liderinin hikâyelerindeki benzerliklerden kıtanın gerisine doğru bir iktidar hikâyesi anlatısı ile yetinmemiz gerekiyor. İki ülkede de seçilen başkanların kişisel tarihleri, yürütecekleri siyaset açısından farklı sorular yarattı. Fakat burada gerçekçi bir pencere açmamız gerekiyor. 2000’ler öncesi gerilla hareketlerine, sonrasında da en güçlü sokak eylemliliklerine sahip olan Latin Amerika’da, bir öğrenci veyahut gerilla liderinin iktidara geliş hikâyeleri bu kez sol için kesintisiz bir yol göstermiyor.

Boric de Petro da ülkedeki liberal, sosyal demokrat kesimlerle el sıkışarak, ittifakı korkutmadan kurarak bir koalisyon sağladılar. Öyle ki Boric, iktidara gelirken bu kesimlerin bile ikna olduğu sözlerinin henüz hiçbirini hayata geçiremedi. Bakır madenlerini kamulaştıramadı, öğrenci borçlarını silemedi, ironik şekilde ciddi öğrenci eylemlilikleriyle karşı karşıya ve iyi bir sınav vermiyor, emeklilik ve emek rejimine ilişkin iyileştirmelerin ne olacağını da göreceğiz. Castro, hapisten çıktıktan sonra gerilla geçmişini silerek, çok daha akademik, ağırkanlı bir imaj yarattı. Özel uçaklardan verdiği fotoğraflarla koalisyonu oturttu. Bu konuda tersi açıdan her iki ülkenin de on yıllardır ABD’nin hem askeri hem neoliberal varlığını en vahşi şekillerde tahsis ettiğini, hele hele tek bir seçimle bunca yıldır yerleşmiş, kök salmış sömürge ilişkilerini değiştirmenin yetmeyeceğini ve seçimle iktidara gelme yolunun siyaseten solun iradesini ne kadar sınırlandırdığını söylemek gerekiyor. Fakat belki en önemli mesele, alışık olduğumuz biçimde solun bir ülkedeki ilerici gelişmeleri değerlendirmek için fotoğrafların, isimlerin ve kürsü konuşmalarının gerisine bakmamız gerektiği.

Şili’de örneğin 50 yıl önce darbe ile yerleşen neoliberal sistemle hesaplaşma, Boric’e bırakılmadı. Şu an çoğunluğunu solun oluşturduğu bir kurucu meclis, Şili’nin yeni anayasasını oluşturuyor. Dolayısıyla ülkede kamucu bir dönüşümün sınavını Boric’in kişisel tutarlılığı değil, parlamento seçimlerden bile daha demokratik şekilde seçilmiş olan kurucu meclis temsilcileri verecek.

İktidarı dönüştürücü bir güç olarak kullanabilmek, solcu başkan seçmekten daha fazlasını gerektiriyor. Bu bir küçümseme ifadesi değil çünkü Kolombiya’da da diğer saydığım ülkelerde de solun iktidara geliş yolculuğu sokak eylemliliklerinden grevlere toplumsal mücadelelerle gerçekleşti. Ancak aşağıdan yukarıya itkiyle gerçekleşen iktidar değişimleri, ardından yukarıdan aşağıya bir dönüşüm yaratmakta farklı sorunlarla karşılaşıyor. İktidara gelinen demokratik yapının sınıf karakteri iktidarı aldıktan sonra görünür hale geliyor.

Chavez’in Bolivarcı devrimi tam olarak da bu dönüşümün tek başına başkanlık veyahut parlamento sonuçlarıyla değil, anayasa değişikliklerini de içeren hem ekonomi hem rejim yönetimini tabana yayan, toplumsallaştıran ve demokratikleştiren kamucu bir biçimde gerçekleşmesini hedefliyordu. Bu dönüşümler Venezuela’da dahi tam olarak gerçekleştirilemezken, o dönemin pembe dalga iktidarları, özellikle de Arjantin ve Brezilya için ise hikâye yalnızca demokratik, toplumsal refahı hedefleyen politikalar ile sınırlı kaldı. Bütün bunlar, ABD’nin “ön bahçesi” için küçümsenecek icraatlar olmasa da 21. yüzyıl sosyalizminin, bugünün örneklerinde de dikkate alınması gereken engellerinden biri. Bolivya’da Sosyalizme Doğru Hareketi’nin (MAS) bugün örgütlü halk mücadelesiyle iktidarda kalabilmesinin en önemli sebeplerinden biri, bu dönüşümü gerçekleştirebilmek konusunda daha büyük atılımlar yapabilmesi. Tek başına toplumsal bunalımın ayaklanmaya dönüştüğü, bu ayaklanmadan solun seçim zaferiyle çıktığı tüm hikâyeler, solun bu avantajını var olan sistemin dışına taşarak yapısal bir dönüşümü, neoliberal emperyalist sistemden kopuşun yollarını bulabildikleri takdirde 21. yüzyıl sosyalizmi için gerçekçi adımlar haline gelebiliyorlar. Bunlar yapılamadığı zaman ne olduğunu bir önceki pembe dalgadan da okyanusun diğer yarısındaki buruk hikâyelerden de biliyoruz.

Amerikan hegemonyasının yeni biçimi

İktidar süreçlerinin anlamından sonra belki tüm bu sol rejimleri sınayan en önemli faktörlerden birisi ise emperyalizme karşı duruş. ABD, bu ülkelerde solun sosyalizmin gelişimi açısından en önemli tehdit. 70’lerdeki dalgayı askeri darbelerle, 2000’lerdeki pembe dalgayı sivil darbelerle boğan Amerikan imparatorluğu, yeni iktidarlara karşı farklı bir yaklaşım deniyor. Örneğin Brezilya’da doğrudan destekledikleri sivil darbeyle suçsuz yere içeri atılan Lula, bugün Bolsonaro sonrasına hazırlanırken Amerikan basınının da sivil, sol siyaset için daha yumuşak tonlarla yaklaştığı, Biden’in yeni soğuk savaşı için hazırladığı demokrat ülkeler birliği savına yakıştırmaya çalıştığı bir lider konumunda. Boric’in benzer şekilde Küba ve Venezuela’ya karşı kullandığı otokrasi söylevi, yine aynı lügattan çıkma. Kolombiya’da Petro’nun böyle bir kuşatmada nasıl bir rol oynayacağını göreceğiz. Ancak bugün anlaşılan, ABD’nin artık darbe aygıtından istediği etkili sonucu alamadığı Latin Amerika’da “demokrasi” başlığı altında yeni bir hegemonya mücadelesini denediği. Bu konuda henüz görünür bir sonuç alınamadı. ABD’nin çağrıcısı olduğu ve Küba, Nikaragua, Venezuela gibi ülkeleri çağırmadığı 9. Amerikalar Zirvesi, Latin Amerika’dan yoğun bir boykotla karşılandı

Fakat bu, henüz kestirebilmemiz için erken olan bir sürecin ilk safhası. Özellikle Latin Amerika’nın en etkili ülkelerinden olan Brezilya’da ekimde Trump’ın eşdeğeri olan Bolsonaro’yu yenilgiye uğratmasına kesin gözüyle bakılan Lula’nın ne kadar Biden’in eş değeri olacağı bu yeni dalganın geleceğini de gösterecek. Ayrıca, ABD’nin böyle bir hegemonya mücadelesi veremeyeceği kadar net şekilde emperyalizme karşı mücadele eden Venezuela, Küba, Bolivya, Nikaragua gibi örneklerde hâlâ eskinin sivil ve askeri darbe denemeleri ve hukuksuz ekonomik ambargoları sürmeye devam ediyor.

Bugün yaşanan tabloda kesin olan tek şey, tarihi sömürgelere karşı bağımsızlık mücadeleleri ve ayaklanmalarla geçen Latin Amerika’nın şu anda enflasyon, gıda, konut ve iklim krizleriyle çöken neoliberal sisteme ve Amerikan imparatorluğunun gerilemesine karşı en keskin toplumsal karşılığı yarattığı, bu iktidarların da bu karşıtlığın ve başka bir düzen hayalinin dışa vurumu olduğunu görmemiz gerektiği.

*Brezilya’yı, Ekim’de yapılacak seçimlerde Lula’nın ilk turda başkanlığı kazanılacağına kesin gözüyle bakıldığı için ve daha iktidar olmadan yeni dönem Latin Amerika solunun en etkili figürü olduğu için biraz “kalbin iyimserliği” ile ekliyorum.