Ali Erbaş’ın 2017’de görevi devraldığı Diyanet İşleri eski Başkanı Mehmet Görmez’i biz en çok 1 milyon liralık zırhlı Mercedes’i ile hatırlıyoruz. Makam araçları için harcanan olağanüstü paraları eleştirenlere karşı dönemin AKP’li bakanlarının da veciz açıklamaları olmuştu. Harcanan milyarlarca lirayı ‘çerez parası bile değil’ diyerek küçümseyen mi ararsınız, “değil araba, uçak tahsis edilse yeridir” diyerek el yükseltenleri mi… kısaca, insanların açlık sınırının altında bir asgari ücretle hayatta kalmaya çalıştığı ülkemizin güzide yöneticileri, israfa karşı yükselen tepkilere hızlıca etten bir savunma hattı kuruvermişti.

Ancak kuşkusuz en etkili destek Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan gelmişti. Diyanetin sıradan bir makam olmadığını, Mehmet Bey’in de sadece Türkiye’nin dini lideri değil, İslam dünyasının saygın bir lideri olduğunu söyleyen Erdoğan’a göre Papa’nın özel uçağı varsa Görmez’in de olmalıydı. Minik bir ayrıntı: iddia Vatikan tarafından yalanlanmıştı. Papa tarifeli uçakla uçuyordu.

***

Ülke sınırlarını aşarak dünya Müslümanlarına önderlik edebilecek bir kurum olarak tarif edilen Diyanet İşleri Başkanlığı o günlerde kurulan fetva hattından, “Bir babanın öz kızına duyduğu şehvet, karısıyla olan nikahını düşürür mü?” sorusuna cevap arıyor ve İslam dünyasını bu içine düştüğü büyük sıkıntıdan kurtarmaya çalışıyordu. Uzak diyarlarda insanların uzay turizmine başladığı haberleri kulağımıza çalınırken, biz birkaç yıl sonra akademik yılı bir buçuk ton okunmuş turşu ile açmakla övünecektik. İslam dünyasının bu önlenemez ilerleyişi bir kenarda duradursun; dört yıl sonra arabaydı, uçaktı derken Erdoğan’ın bugüne ışık tutun açıklamasının en önemli bölümü üzerinde duralım; “Diyanet sıradan bir makam değildir.”

***

Siyasal İslam’ın güç kazandığı 12 Eylül sonrasında gençleri komünizm ve ateizm ‘tuzağına’ düşmekten koruyacak, toplumu Sünni mezhep etrafında bir araya getirecek, milliyetçiliği dinle harmanlayıp halka zerk edecek bir kurum olarak Diyanet İşleri Başkanlığı iktidarların ideolojik aygıtı olarak devlet kurumları arasındaki konumunu güçlendirdi. Dolayısıyla amacının kindar ve dindar bir nesil yetiştirmek olduğunu söyleyen Erdoğan için diyanet elbette sıradan bir makam olarak tarif edilemezdi. Ancak gerek Gezi’ye sebep olan yeni kuşak ile bağın zayıflaması; alnı secdeye değmek ve ahlaklı olmak arasında bir bağın bulunmadığının anlaşılması; gerek ise bugün en çıplak sonucunu ekonomi ve eğitim alanında gördüğümüz başarısız yönetimin kendine pansuman yaptığı Diyanet İşleri Başkanlığı, AKP için sıradan olmama sınırını hayli aşıp artık zorunlu bir kurum haline gelmiş görünüyor.

***

Ali Erbaş, seçim çalışmalarına başlayan Erdoğan için ekonomi gibi can yakan, hatta can alan bir soruna karşı ne kadar başarılı olacak diye düşünecek olursak, son gelişmelerin ışığında bir hayli zorlanacağa benziyor. Bilginin bulut teknolojisiyle depolandığı zamanlarda midye ve kalamarın helal olmadığıyla ilgilenmek, robotların insan gibi koşup zıpladığı çağda günaydının ve tünaydının cahiliyeye ait olduğundan bahsetmek durumu karikatürize etmeye oldukça uygun. Hem de konu yirmi dört saat içinde kendini hızla tüketiyor.

***

Cumhuriyet’in 100. Yıl hedefine doğru üç Y ile (yolsuzluk-yoksulluk-yasaklar) hayli yıpranmış olarak giden bir muhafazakâr iktidarın heybesinde dindar-laik kışkırtmasından başka bir seçim stratejisinin olmaması beklenen bir durum. Ancak, Türkiye’de birilerinin aşırı zenginliğini, fakirleşen milyonların gözünden kaçırmak için, diyanetin denizden yengeç çıkartıp haram ilan etmesi şüphesiz yeterli olmayacak. Kaldı ki, 20 yıllık siyasal İslam deneyimi toplumda, laikliğin önemi konusunda öğretici bir sürece de vesile oldu. Ne demişti Erdoğan “Artık bahanemiz kalmadı."