Tek seçenek birleşik direniş

Erdoğan’ın fiili müdahalesi çerçevesinde, Türkiye yeni bir cenderenin içerisine sokuldu. Erdoğan ve AKP’lilerin de açıkça ifade ettikleri üzere, bu askeri yoğunluklu baskının nedenlerinden birisi, AKP’nin bir süredir kaybettiği –seçimlere de yansıyan- inisiyatifi geri kazanmak, bir erken seçimin de ötesinde içinden geçtiğimiz geçiş döneminin belirleyici aktörü olmaya devam etmek. Bu bir anlamda, AKP rejiminin karşı direnişi olarak görülebilir. O yüzden yalnızca olası erken seçimlerde milliyetçi oyları almaya yönelen bir taktik adımın ve seçim eksenli bir tartışmanın ötesinde anlamlandırmak gerekiyor.

***

Saray’dan geliştirilen bu müdahale çizgisi ile Meclis-Yargı vb. tüm kurumların askıya alındığı, baskı aygıtlarının onunla birlikte ırkçı-gerici sokak güçlerinin devreye girebildiği bu durum bir olağanüstü durumun ifadesinden çok rejimin olağan- yönetim biçimini/karakterini ortaya koyuyor. Erdoğan-AKP iktidarı –iktidar bloku ve kendi içindeki çelişkilere rağmen- bugün büyük oranda bu yapıya hakim durumda. Gerektiğinde, bu yapının karanlık uçlarını da devreye sokarak, neler yapabileceklerini bugün tüm açıklığıyla sergiliyorlar. Erdoğan’ın da ‘tek derdimiz islam, islam, islam’ diyerek altını çizdiği biçimde, İslami doğrultuda faşist bir rejim yukarıdan aşağıya inşa edildi.

Bu gerçeği görmeden, buna karşı mücadele etmek de mümkün değil. Şimdi yine gündemde olan başkanlık rejimine geçiş, sarayın sınırlandırılması türündeki tartışmalar da bununla sınırlı karşı çıkışlar da olup biteni kavramaktan uzak. Anayasal-yasal düzenlemelerin, burjuva demokrasisi içindeki sınırlamaların, sandalye dağılımındaki farklılıkların değiştiremeyeceği bir durumla karşı karşıyayız. O yüzden bugün direnme dinamiklerinin, halkın AKP rejimine karşı öfkesini bu tür zeminler içerisine çekmenin ne tür bir umutsuzluk dalgası yarattığı daha iyi görülebiliyor.

***

Diğer taraftan, Türkiye’nin üç vakte kadar yeniden demokrasiye döneceği, AKP’nin fabrika ayarlarına geri dönüşüyle yeni bir süreç yaşanacağı yönündeki sağ liberal akıl da uzun zamandır iflas etmiş durumda. Tersten de, sol içinde de AKP rejiminin uluslararası güçlerin de baskısıyla liberal bir restorasyon sürecine gireceğini varsaymak da aslında bu sağ liberal tezin bir başka biçimdeki tekrarından başka bir şey olmuyor.

***

Gerek emperyalizmin içinde bulunduğu krizin ürettiği faşist-otoriter eğilimler gerekse AKP rejiminin karakteri nedeniyle, siyasal alanda koalisyon ya da erken seçim sonrasında nasıl bir denge kurulursa kurulsun, bu verili durumu değiştirmeyecektir. AKP rejiminin artık emperyalizmin politikaları bakımından da geçersizleşen misyonunun yenilenmesi, restore edilmesi noktasında –Erdoğan’ın zoraki biçimde dahil olduğu ama aynı zamanda kendisini de dayattığı- bir değişim tedrici olarak gerçekleştiriliyor. İncirlik’in ABD uçaklarına açılması ile Suriye’ye yönelik müdahalenin yeni dengesine AKP de katılmış oldu. Burada, PYD’nin etkinlik alanının sınırlanması noktasında AKP’nin kendine has politikaları olmakla birlikte, Türkiye asıl olarak İran’la ABD’nin kurmaya başladığı dengeyi içine alan yeni bölge politikalarına yönlendirilmiş oldu. AKP rejiminin emperyalizmden özerkleşme eğilimindeki kimi politikalarının restorasyonuna dayanan geçiş süreci yaşanıyor ve Erdoğan bu geçişin kendisini dışarıda bırakarak gerçekleşmesine de izin vermiyor.

***

Bu kaotik durum içinde taşların yeniden dizildiği bu dönemin savaşçı politikaları Kürt hareketine yönelik askeri bir çizgi altında geliştiriliyor. HDP’nin zayıflatılması, Kürt hareketinin Suriye’de kazandığı inisiyatife bağlı olarak kazandığı gücün kırılması yönündeki operasyonla AKP –MHP’nin de koltuk değnekliği ile- fiili bir MC iktidarı olarak kendi tabanındaki ve içindeki dağılmayı da tekrar toparlıyor. Bu savaş politikaları eşliğinde, toplumsal muhalefeti bütünüyle bastırmaya, AKP karşısında direnen halk kesimlerini etkisizleştirmeye, umutsuzluğa sürüklemeye yönelerek bir anlamda Gezi dinamiğinin de üzerinden geçiyor.

***

Bu gelişme karşısında muhalefetin AKP’nin ülkede ve bölgedeki savaş politikalarına, emperyalizmin bölgeye yönelik müdahalelerinde İncirlik’le birlikte açılan yeni savaş kapısına, Kürt hareketine yönelen baskıya karşı çıkması gerekiyor. Daha önce de defalarca ifade edildiği gibi, silahların sustuğu, Kürt sorununun demokratik çözüm imkanlarının geliştirildiği bir imkanın yaratılması noktasında mücadelenin de bir arada yaşam zeminlerini zedelemeyecek biçimlerde sürdürülmesi gerekir. Aslında tüm bunlar yıllardır tekrarlanan şeyler. Bugün de tüm muhalefet güçleri bunun için AKP’nin karşında duruyor. Ancak, bugünkü saldırı karşısında bunlar artık yeterli değil.

Gerektiğinde, yasamadan-yargıya tüm burjuva demokratik zeminleri askıya alabilen, faşist baskı gücüne dayanarak geliştirilen İslami rejimin ve onun giderek toplumsal zeminde de harekete geçirdiği kontrgerilla unsurlarına karşı mücadele, o ya da bu politikaları sınırlandığında, o ya da bu şahsiyetlerinin etkileri kırıldığında falan değişecek bir durum değil.

Şimdi, tümüyle Erdoğan tarafından belirlenen reel siyaset düzleminde, hangi olası erken seçimde ne yapılabilir, hangi koalisyon AKP’yi biraz olsun sınırlar türündeki –yaşadıklarımızın da gösterdiği üzere- hiçbir anlamı olmayan noktalara takılıp kalmanın ötesine geçerek, tüm ilerici halk kesimlerini AKP rejimine karşı direnme çizgisinde birleştirmeliyiz. Geliştirilen savaş politikalarına direnebilmek, sokakları, mahalleleri kontrol etmeye yönelen IŞİD zihniyetindeki cihadist-faşist çetelere karşı koyabilmek ancak böyle mümkün olabilir.

HAZİRAN’ın, seçim öncesinden başlayarak geliştirdiği mücadele çizgisi ve bugün de eşitlik, özgürlük ve kardeşlik için direnme çağrısı bunun için önemli.