Elbette biliyorduk ki, kişinin üstünün, evinin, işyerinin aranmasında somut delillere dayalı ‘kuvvetli şüphe’ yerine ‘makul şüphe’yi yeterli bulan yasal düzenleme, iktidarın ‘ötekilere’ sunduğu bir hizmetti. Dolayısıyla, yürürlüğe girdiğinden beri, “duruşundan kıl oldum, sözünü hakaret saydım, varlığını tehdit gördüm” diyerek, hukuka rahmet okutan tutuklamalar yapıldı. Bugün Türkiye’de tespiti ve cezası ışık hızına denk tek bir ‘suç’ var: Cumhurbaşkanına hakaret... Tecavüzde rıza, cinayette tahrik indiriminin peşinde koşan yargı, ‘azılı tweetlere’ göz açtırmıyor.

Ellerinde intihar eylemi yapacakların listesi olduğunu söyleyen Davutoğlu’nun, “birisi bu eylem hazırlığı içinde ama bunu gerçek bir eyleme dönüştürmedikçe veya elinizde bir veri olmadıkça tutuklayamazsınız” deyiverişini, hani “sizin bir makul şüpheli yasanız vardı” diye sorgulamayacağım. Türkiye’de artık şahsa uygun butik yasalar uygulanıyor çünkü, biliyoruz. Misal, bombayı patlatmadan tutuklanması hukuka uygun bulunmayan intihar eylemcisiyle, basılmamış kitabı gerekçe gösterilerek 375 gün hapis tutulan gazeteci aynı hukuk devletinde yaşamıyor. Erdoğan’ın söylediği gibi; kitap bombadan daha tesirli...


Ankara Katliamı’ndan sonra öğreniyoruz ki, demokratik hukuk kuralları içinde kalmaya özen gösterdiğini söyleyen Davutoğlu’nun elinde intihar bombacılarının bir listesi var. Ama bir şey yapamıyorlar, çünkü delil yok. Nasıl yok? Bomba, bir boş zaman uğraşı mı? Eylem hazırlığı içinde deyince siz, evinde pankartlara ‘özgürlük’ yazan gençleri mi anlıyorsunuz sadece? Yüzlerce kişinin içinde kendisini patlatma niyetinin, tek kişilik, başıboş, arkası olmayan bir eylem olduğunu mu düşünüyorsunuz? Tutuklamak için gereken delil, nasıl yok? Tamam bir kalem, bir tweet, bir kitap, bir haber değil ama, bomba neticede.


Kimlikleri belli. Nasıl, nerede, kimler tarafından örgütlendikleri biliniyor. Bilinmediğini iddia eden varsa, bir zahmet bu acz içindeki yönetimi, her şeye rağmen o koltuklarda oturmayı içine sindirebilmiş devletlileri sorgulasın; patlamada arkadaşlarını, yoldaşlarını kaybetmiş insanları değil... Dönelim listeye... Ankara Katliamı’nı gerçekleştirenlerin, Suruç Katliamı faili Abdurrahman Alagöz’ün ağabeyi Yunus Emre Alagöz ve Ömer Deniz Dündar olduğu ve her ikisinin de adının, Davutoğlu’nun “eylem yapmadan tutuklayamayız” dediği listede yer aldığını öğrendik. 19 kişi daha var...

Yunus Emre Alagöz, Adıyaman’daki İslam Çay Ocağı’nın sahibi. Burayı, IŞİD’e katılım merkezine dönüştürmüş. Diyarbakır’daki bombalı saldırının faili Orhan Gönder’in annesi, Y.E. Alagöz’le ilgili emniyete şikâyete bulunmuş. Ses yok. Gönder, bir grupla Suriye’ye geçmiş. Yine şikâyet, yine ses yok. Gönder, Diyarbakır’da bombayı koymadan önceki gece kaldığı otelde, ‘terör nitelikli şahıs’ olarak arandığı halde askerliğini yapmadığı gerekçesiyle yakalanıp serbest bırakılmış. Suruç Katliamı’ndaki canlı bomba Abdurrahman Alagöz, Orhan Gönder’in çay ocağından arkadaşı. Ankara Katliamı’nın bombacısı, Abdurrahman’ın ağabeyi Yunus Emre Alagöz. İki kardeşin ailesi tıpkı Orhan Gönder’in ailesinin yaptığı gibi emniyete başvurmuş. Ses yok.


Ankara’da, 100’ün üzerinde barış gönüllüsü insan katledildi. Listeler, isimler, takipler... Hepsi Diyarbakır, Suruç ve Ankara’yı birbirine bağlıyor. MİT’in, Emniyet’in, iktidarın gözünün önünde olup bitenlerin konuşulmaya başlandığı an basına yayın yasağı getirmek, katliamdaki devlet sorumluluğunu dile getirenleri haklı çıkarmış olmuyor mu? Birlik ve beraberliği ağzından düşürmeyenleri, arkadaşlarını toprağa veren parti ve sendikaların yanında göremedik. Katliamdan ancak dört gün sonra elinde karanfille beliren bir Cumhurbaşkanımız; ilk tepkisi güvenlik açığı olmadığını söyleyen bir İçişleri Bakanımız ve “istifa edecek misiniz” sorusuna gülümseyerek cevap veren bir Adalet Bakanımız var. Paramparçayız...


Erdoğan, yaşananlardan kendisini ve hükümeti sorumlu tutanları terör örgütleriyle aynı safa koyarken, ülkede yeni ve büyük bir yarık daha açtı. Oysa, iki hafta sonra devletin yönetimine talip olanın yapacağı şey halkın yarısından fazlasını terörist ilan etmek olmamalıydı. Durum bu, liste ortada, sorular açık. Tek yol barış, tek çare gerçek... Başka şansımız yok.