Dünyanın dolar milyarderlerinin serveti geçen yıla göre yüzde 12 artış göstererek, 7.3 trilyon dolara yükseldi.

Dünyanın dolar milyarderlerinin serveti geçen yıla göre yüzde 12 artış göstererek, 7.3 trilyon dolara yükseldi. Singapur kökenli Wealth-x firmasının araştırmasına göre, bu yıl milyarderler kulübüne 155 yeni üye katıldı. Avrupa ekonomisi krizle cebelleşedursun, eski kıta 775 milyarderle koltuğu kimseye bırakmıyor. Ülke temelinde ise, bekleneceği üzere ABD 571 milyarderle koltuğu sıkı tutuyor.

Serveti 1 milyar doların üzerinde bulunan 2235 kişinin mal varlığı dünyanın yoksul yarısının, diğer bir ifade ile en alttaki 3.5 milyar kişinin tam 4.5 katı. Geçen hafta tüm dünyanın kulak kesildiği ABD Merkez Bankası Fed toplantısında, “kaydadeğer” bir süre daha dolar faiz oranlarının sıfıra yakın seyredeceği ima edildi. Bu açıklamayla coşan borsalar yükselişe geçti. Amerikan Dow Jones ve Standard and Poors endeksleri yeni rekorlar kırdı.

Listedeki milyarderlerin önemli kısmı, “finans, bankacılık ve borsa” sektöründen. Geri kalanların da finans sektöründe ciddi yatırımlarının bulunduğu, şişkin portföyler yönettikleri aşikâr. Öyleyse borsalardaki son yükselişin servetlere yeni servetler kattığını tahmin etmek zor değil.

Peki dünya ekonomisi hızlı büyüyor, herkesin yelkenleri şişiyor da, finansal aristokrasi bu trenden mi besleniyor? Ne gezer! IMF’nin hafta sonunda Avustralya’da düzenlenen G-20 Maliye Bakanları toplantısına sunduğu rapora göre, 2014’ün ilk yarısında küresel büyüme beklenenin çok altında kaldı. ABD’deki ilk çeyrek daralma, Latin Amerika’nın zayıf performansı, avro bölgesinde beklentilerin daha da aşağı çekilmesi, Japonya’da KDV artışlarının ardından ekonominin dibe çakılması, Rusya’nın jeopolitik gerginlikten olumsuz etkilenmesi derken, liste uzuyor. Velhasıl küresel ekonomide büyüme ve istihdam tökezlerken, zenginler servetlerine servet katmaya devam ediyor. UNCTAD’ın yayınladığı Dünya Kalkınma Raporu 2012 ve 2013’te yüzde 2.3 olarak gerçekleşen küresel büyümeyi, 2014’te yüzde 2.5-3 aralığında tahmin ediyor.

ABD’de NELP adlı kuruluş tarafından gerçekleştirilen bir araştırma, 2008 finansal krizinin ardından ücretlerin sürekli gerilediğini ortaya koydu. 5 ayrı kategoride yürütülen çalışma; restoran emekçileri, temizlik işçileri, bakıcılar gibi yüksek beceri gerektirmeyen işlerde istihdam edilenlerin ücretlerinin yüzde 5 ila yüzde 8.3 arasında azaldığını gösteriyor. Gelir skalasının tam ortasında yer alan tipik Amerika’lının yıllık geliri Haziran 2009’da 55600 dolar iken, bugün 54000 dolar civarında. Diğer bir ifadeyle, 5 yıldır ortalama vatandaşın yaşam standardı geriliyor.

Avustralya’daki G-20 toplantısında Uluslararası Çalışma Örgütü Genel Sekreteri Guy Ryder de bir sunum yaparak, emeğin üretimdeki payının düşmeye devam ettiğini vurguladı. Ülke örnekleriyle, ücret artışlarının üretkenlik artışının da gerisinde kaldığını ortaya koydu. Sendikalar toplu pazarlık sırasında hak ve ücret talebinde bulunurken, “üretkenlik artışının ötesinde bir beklentiniz olmamalı” telkiniyle karşılaşırlar. Pratik, artık bu kuralın bile uygulanmadığını, üretkenlik artışlarından sadece sermayenin nemalandığını açık seçik gösteriyor.

Kapitalist ekonomilerde ücretler sadece bir maliyet kalemi olarak görülür. Halbuki çalışanların ücretinin artması, üretilen mal ve hizmetleri daha kolay elde edebilmelerinin yolunu açar, emek gelirleri bir talep unsuru olarak da devreye girer. Kapitalizmin Altın Çağı olarak nitelendirilen dönemde, sendikaların yüksek pazarlık gücü yanında, rejimin emeğin talep yaratma niteliğini göz önüne alarak verdiği tavizler de hızlı bir gelir ve refah artışının önünü açmıştı.

Küreselleşme ile birlikte ulusal ekonomilerden dünya pazarına yönelik üretime geçilmesi, arz ile talep arasındaki bu bağı kopardı. Sermayedar sınıfı emeği sadece bir maliyet unsuru olarak kabul etmeye başladı; mal ve hizmetlerini başka coğrafyalarda pazarlayarak kârlılığını devam ettirebildi. “İhracata yönelik kalkınma modeli” IMF ve DB tarafından bu dönemde Türkiye gibi yüksek dış borcu bulunan ülkelere dayatıldı. Finansallaşma süreci ile de, özellikle gelişmiş ülkelerdeki emekçi kitleler, geçici bir süre gelirlerinin ötesinde bir harcama imkânına kavuştular; ücret düşüşlerinin talebe aynı ölçüde olumsuz yansıması böylelikle törpülendi.

Küresel krizle birlikte her iki deniz de tükendi. Çünkü durgunluk tüm dünyada hüküm sürdüğüne göre, bütün ülkelerin ihracatla paçayı sıyırmaları olanaksız. Bir ülkenin ihracatı diğerinin ithalatı olduğu için, dünyadaki net ihracat sıfıra dayanmak zorunda. Hanehalkı borçlulukları da eşiği atladığı için, gelir ötesi bir harcamayla emekçiler cephesinden talep yaratmak da olanaksız… Çin, Hindistan gibi “yükselen ülkelerdeki” orta sınıfların tüketimindeki sıçrama da ivmesini yitirdi. Öyleyse tek çözüm, küresel ölçekte ücret artışıyla ekonomik canlanmaya yelken açılması.

Emek örgütlerinin, solcuların böyle bir sonuca varması haber bile sayılmaz. İlginç olan, uluslararası sermayenin namlı yayın organı Financial Times’ın ücret düşüklüğünü dert etmesi ve 19 Eylül tarihli sayısında, bu yöndeki çözüm önerilerine tam sayfa yer vermesi.

Görüşlerine başvurulan 6 kişiden, “Piyasama dokunma!” diyen Friedmancı Deirdre Mc Closkey dışındaki 5’i ücret artışları ve sosyal programlardan yana tavır koyuyor.

Joseph Stiglitz asgari ücrette artış önerirken, ayrıca sıfır faiz politikasının sermaye maliyetini aşağı çekerek şirketleri sermaye-yoğun teknolojilere yönlendirdiğini, böylelikle kasiyerlik benzeri vasıfsız işlerde çalışanların ekmeğine mal olduğunu dile getiriyor.

Japon Masahiro Yamada, özellikle gençlerin ve kadınların ücretlerinin düşük seyretmesinin evliliklerin önünü tıkadığının, nüfus azalmasının temel nedeni olduğunun altını çiziyor. Bu kesimlerin yaşam standartlarını yukarı taşıyacak ücret politikaları izlenmezse, önümüzdeki dönemlerde ödenecek bedelin daha da ağır olacağını vurguluyor.

Dünya Bankası eski çalışanı Profesör Branko Milanovic kamu eğitiminin standardının yükseltilmesinin gereği üzerinde dururken; Bart Van Ark ve Gad Levanın ise, böyle giderse önümüzdeki dönemlerde çalışacak işçi bulunamayacağını öne sürüyorlar.

Londra Üniversitesi’nden Guy Standing’e gelince, “yurttaşlık geliri” ödenmesini öneriyor. Hindistan, Kanada ve Afrika’da sürdürdükleri pilot çalışmaların, her yurttaşa karşılıksız yapılacak bu ödemenin, iddiaların aksine, daha yoğun, daha verimli ve daha kolektif çalışmayı teşvik ettiğini kanıtladığını söylüyor.