Garip bir sabaha uyanacağımız kesin. TBMM bombalanıyor bir yandan. Her yan karanlık ve karmaşa alabildiğine. Korku gecesi bu… Dünyada en çok cep telefonuna mahkûm yaşayan halk biziz. Boşuna değil! Koşullar hep olağanüstü…

10/17 Temmuz 2016

1. Faili meçhuller, katliamlar, ölümler arasında ruhumu korumak için daha sık sarılıyorum kitaplara. Gevezelikte sınır tanımıyor insanlar. Herkesin cehaletle paketlenmiş ve asla kuşku duymadığı kurtuluş planları var. Garip; biri kayboluyor mesela, ardından baka kalıyor kalabalık, birçoğu fark etmiyor. Genç bir adam tekmelerle öldürülüyor, ailesi acılı biçimde yasta, uçsuz bucaksız bir keder bu. Günlük yaşam akıyor. Ama hep konuşan ağızlar var görüyorum. Bir an sussalar, düzen donacak, hakikat tüm çıplaklığıyla çıkacak ortaya ve oyun bozulacak. İşte bu olmasın diye çaba. Rengârenk sözler, uyuşmuş kalabalık bu yüzden sürekli övülüyor.

Havalimanı patlamasıyla birlikte sudan çıkmış balığa döndü İstanbullu. Uzakta olanı fark etmiyoruz veya nasılsa ‘bana bişey olmaz’ deyip geçiştiriyoruz. Bir anda şiddetin gürültüsü kulakları sağır ederce artıyor. Bugüne dek hep gerilimli, yıkıcı günler gördüm, öykülerini okudum. Şimdi iyice tutsak dilmiş haldeyiz. Umudumu çalıyor esen rüzgâr. Faşizm üstüne bunca düşünüyor, okuyor olmam rastlantı değil elbette. Altını çizdim şu satırların:

Almanya, sen yok musun sen-
Hanenden yükselen konuşmaları duyunca,
gülesi geliyor insanın. Ama yüzünü gören,
hemen bıçağına sarılıyor.

Bertolt Brecht

tekinsiz-bir-gecenin-sabahini-bekliyoruz-164265-1.

2. Leyla Erbil büyük yazar. Dönüp sürekli okuma gereksinimi duymam bundan. Bugünlerde yine kayıplar artıyor. Bir sabah, evinizin önünden alınıp, kayıplara karışabilirsiniz. Üstelik arkanızdan kimin ses çıkaracağı da belli olmaz. Her insanın bir öyküsü var ve çoğu kayda geçmiyor. Puslu bir ortamda yaşıyoruz. İnanların fikirlerinden bunca emin olması ne tuhaf! Okumuş yazmışların dünyayı kavrama, anlama, katlanma duygusunu yitirip meczupların ardına düşmesi de çok garip. Etraf modern tarikatçılarla dolu!

“Üç Başlı Ejderha” iç içe girmiş bir anlatı. Bir an dikkatin dağılırsa, yolunu kaybedersin. Evladı işkenceden geçen, sonra ölüsü bile kayıp bir anayı yazmak ne tuhaf. İntikam duygusuyla bilenip, olanak bulduğunda yapamayacağını anlamak! Şöyle diyor; “kendi kendime işkence ederek yaşamayı seçtim sonunda ben de, son veremedim yaşama çünkü” İntiharın hep yakın olduğu günlerdeyiz.

Leyla Erbil’in sürekli irkilten dilini seviyorum. Kendini tanıyıp sevdiğim gibi. Sanırım kitaplarına dönmemin bir nedeni de onu özlemek, gereksinim duymak…

3. Beş liralık bir kitap satın aldım. Rastlantı değil elbet, Adonis adını gördüm, aldım. Suriyeli büyük şair! Yıllar önce söyleşilerini okumuş, birkaç şiirine dalmıştım. Düşünür tarafı bugün ayrıca önemli. Kuran’ı anadilinde ve felsefeci gözüyle okumuş bir inançsız. Çok ilginç önerileri var çağımız için. “Bu çağın tüm sorularına yanıt veremez İslam” diyor. “Bireysel alana indirgenmeli İslam” diyor. Başka okumalar öneriyor.

İçinde bulunduğumuz toplumsal yapı içinde laiklik meselesinin ne denli önem kazandığına ısrarlı vurgu yapıyor Adonis. Fransa’nın kıyı kenti Nice’te tarihte benzeri görülmemiş bir terör eylemi gerçekleşti. Artık insanlar canlı bomba, bu kez de bir kamyonla dalıyor cihatçı insanların arasına ve onlarca insan ölüyor. Bedenin kendisi silah! Buna nasıl önlem alınır ki? Bu dünyadan umudunu kesen, öte taraftan ne umar ondan da kuşkuluyum ya…

Altını çizdiğim sarsıcı satırlar;

“Yeni bir okuma gerektiğini kabul etmeyen yorumlar, dünya ve insan anlayışı olarak İslam’ın kendisine de karşıdır. Geleneksel yorum, İslam’ı kültürsüz ve hümanizmden yoksun bir din, açılımsız bir din olarak sunmaktadır. Bu yorum, İslam’ı bir vahiy olarak öldürüyor. Bu nedenle bireyin İslam’ı din olarak kabul edip kurum olarak reddetmesine izin veren yeni okuma tarzına cesaret etmek gerekiyor.”

4. Yaralı coğrafyaların düşünürleri, sanatçıları ayrıca bir yükü, tılsımı üstlerine giyiniyor. Bizim memlekette buna dâhil. Adonis pek çok meseleye kafa patlatmış bir şair. Zorunlu kalmış buna. Asıl adı Ali Ahmad Said Esber. Adonis olarak anılmayı yıllar sonra yeğlemiş. Çok karmaşık, bir o kadar da güçlü bir dili ve anlatımı var. Bizim coğrafyamızın aydınlarının Batı’da karşılık bulması pek o kadar kolay değil. Batı’nın tepeden bakan tutumuna tokatla yanıt verenlerden. Olguları, kavramları baş aşağı ediyor ve hesaplaşıyor batı kültürüyle. Cehaleti kutsayan toprakların halkıyız biz. Hepimiz.

“Evrensel Sürgün” diyor Özdemir İnce şair dostu için. İki anlamda da kullanıyor sanırım bu tanımı. Hem sahiden uzaklara gitmek, yurdundan ayrı kalmak mecburiyetinde Adonis, hem de kaçınılmaz bir yabancılığı içinde biriktirip, yükleniyor. Her Ortadoğulu gibi, ben de yurtdışında benzer duyguları taşıyorum. Kendi insanımın özlemi ve hüznü içime işlemiş. Lakin artık memleketimizde sürgünüz. Ruhum zaten pek dingin hâllere alışık değildi de, bu hâl çok fena.

“New York’a Mezar” katmanlı okunması gereken bir kitap… Şiirin o incelikli ve felsefeyle taçlanmış hali. Altını çizdiğim;

“Söz öldü, çünkü söz alışkanlığını bırakıp mimiğe alıştı dilleriniz. Söz mü? Yalımını keşfetmek ister misiniz? Yazın, öyleyse. “Yazın,” diyorum, “mimle anlatın,” ya da “öykünün,” demiyorum. Yazın. Okyanus’tan Basra Körfezi’ne, hiçbir dil işitmiyorum, hiçbir söz okumuyorum. Hiçbir şey duymuyorum gürültüden başka. Hiçbir yalım fırlatıcısı görmüyorum.

Nesnelerin en hafifidir söz. Onun içindedir her şey. Yön ve andır eylem, bütün yönlerdir söz ve bütün zaman. Söz eldir, el düştür.

Seni keşfediyorum, ey ateş, başkentim
Seni keşfediyorum, şiir!”

5. “Bir sanatçı ömür boyu kendi heykelini yontar” diye yazdım kenara. Esası başka bu cümlenin, ben böyle dönüştürdüm. Ali Sirmen’den işitmiştim ilk olarak. İlhan Selçuk için söylemişti o. Ben yazarlar, sanatçılar için uyarladım. Sevdiğimiz sanatçıların günlük tutumları, siyasal tavırları onları sevmemiz adına bir gerekçe ya da engel oluşturur mu? Bu soruya türlü yanıtlar verilebilir. Baskı dönemlerinde ne yaptıkları belirleyicidir, bu kararım kesin!

Hülya Koçyiğit Yeşilçam’ın belleğe kazınmış isimlerinden biri. “Dört Yapraklı Yonca” diyorlar Türkan Şoray, Fatma Girik, Hülya Koçyiğit ve Filiz Akın için. Sinema genç bir sanat, Cumhuriyet gibi genç! Zorlu bir yolculuktur kadının toplumda sanatçı olarak, kendi iradesiyle benimsenmesi. Zorbalığın tavan yaptığı günlerde bu kadınların tutumu da önemli elbet!

Koçyiğit’in bir söyleşisi yayımlandı. “RTE teşekkür edecek herkes bir gün” demiş. Acı gülümsedim. Tanış olduğum birinin bu sözleri şaşırttı, üzdü beni. Yakından tanıdım, sevdim ayrı. Bir de belleğimde, kişisel tarihimde yeri var. Şu övgüler düzdüğü RTE döneminde yaşanan acıların farkında değilmiş demek Hülya Koçyiğit.

Bence milyonlar için öldü Hülya Koçyiğit. Mezar taşını kendi yonttu. Ziyaretine gideceğimi sanmam.

tekinsiz-bir-gecenin-sabahini-bekliyoruz-164266-1.

6. Roman yazmak güç iş… Romancı olup, düşlediği yapıtı tamamlamış olan bir yazar olduğunu sanmam. Bu süreci “Romandan Notlar” diye biriktiriyorum. Sosyal medyadan paylaşarak, meraklısına, heveslisine destek olmaya çalışıyorum. Genellikle romancıları kendi söküğünü dikemeyen terziye benzetiyorum. Hep bir eksiklik duygusu var. Çok çalışmak lazım!

Bilinçaltım ya da üstüyle birlikte her tarafım faşizm alerjisiyle kaşınıyor. “Faşizmin Tarihi” diye küçük bir kitaba rastladım. Remzi Kitabevi yayınlarından çıkma, sahaf kitabı. Baskı tarihi 1965. Giampiero Carocci adlı bir yazarın, tanımıyorum. Siyasette güçsüz, önemsiz, vasıfsız adamların nasıl toplum rızasıyla baş tacı edildiğini anlatıyor.

7. Sabahtan beri tuhaf bir iç sıkıntısı içinde evin içinde dolanıp durdum. Meğer akşama önce gülünç başlayan, saat ilerledikçe dehşet saçan bir darbe/terör saldırısı olacakmış. Esasen her darbe terördür ya, neyse. Bazı zaman baskı dönemleri öylesine iç bunaltır ki, insan denize düşen yılana sarılır misali, kurtarıcı arar.

İlk saatler tam ne olduğunu anlamadık ama gece ilerledikçe işin boyutu çıktı ortaya. Çocuktum 1 Eylül olduğunda, o günün akılda kalan görüntüsü Evren’in yaptığı TRT konuşmasıydı. İlk kez akşam başlayan ve köprü yolu kesilerek ilk adımı atılan bir müdahale görüyoruz. Bu işin raconu sabah olmasıydı. Demek ya aceleleri var ya da artık devir değişti. TRT’den berbat hazırlanmış bir metin okudular. İnsanların bir kısmı darbeyi bekler gibi, hemen sokaklara koşup para çekti, erzak aldı. Ama büyük çoğunluk darbeyi işitmedi bile.

Garip bir sabaha uyanacağımız kesin. Ekrandan, cep telefonu bağlantısıyla darbe karşıtı eylem için çağrı yaptı RTE. Bu da ilginç! TBMM bombalanıyor bir yandan. Her yan karanlık ve karmaşa alabildiğine. Korku gecesi bu… Dünyada en çok cep telefonuna mahkûm yaşayan halk biziz. Boşuna değil! Koşullar hep olağanüstü…

Karanlık yoğun, jetler alçak uçuş yapıyor, saatler ilerledikçe manzara değişiyor. Sanki darbe bastırıldı. Bu kez ana meydanlarda kalabalıklar denetlemesi imkânsız bir hırsla saldırıyor. Sabahı görecek miyiz? Gördüğümüz sabahı sevecek miyiz? Bizim sabaha mı uyanacağız?