Tekinsiz öykülerle bir ilk kitap

NİLGÜN TAYLAN

Edebiyat dünyamıza yeni şairler, öykücüler, romancılar eklenmeye devam ediyor. İthaki Yayınları’nın ilk kitaplara verdiği önemi biliyoruz. Son 5 yıldır bizi çok sayıda yeni yazarla, şairle tanıştırdı. Bu isimlerden biri de Firdevs Ev. Gerçi Firdevs Ev yayın dünyasına yabancı biri değil; kendisinin bir çevirmenlik ve dergicilik geçmişi var. Uzun zamandır yazıyla iç içe olduğu okuduğumuz öykülerden belli.

Firdevs Ev’in ‘Tavana Bak’ isimli öykü kitabı geçen günlerde raflara girdi. Şimdi kitaba bakalım.


“Zaman, deliklerinden hava almaya başlamıştı. Bol bir kazak gibi. Eskimiş ipleri sündükçe boşluklarından efil efil yalnızlık esiyordu. Buz gibi içeri sızıyor, zamanı büküyor, bozuyor, kendine yer yapmaya hazırlanıyordu.”

‘Tavana Bak’, 4 bölümden oluşuyor. ‘Çoğalma’, ‘Eksilme’, ‘Denklik’ ve ‘Döngü’ isimlerini taşıyan dört bölümde de dörder tane öykü var. Her bölüm, tematik olarak ismini taşıyan duyguların, durumların, boşlukların sorgusunu içeriyor:

‘Çoğalma’da fazlalıklar çıkıyor karşımıza; bazen kontrollü, bazen kontrol dışı şekilde artan bütün bu ‘şeylik’ler gelip gelip hep aynı yere, uyumsuzluğa doğru bir kapı aralıyor ve böylece bildik zaman ve mekân dahi form değiştirircesine bir yabancılaşmaya sebep oluyor. ‘Eksilme’deyse bunun tam tersi birtakım duygularla karşılaşıyoruz, ancak tıpkı ‘Çoğalma’daki gibi burada da benzeri boşluklar, olmamışlıklar, olamamışlıklar mevcut. Buna, insanın dünyaya, nesneye, hatta kendine yönelik hissettiği o tuhaf çaresizliği de denebilir.

Böylece bir sonraki başlığa, ‘Denklik’e geçiyoruz. ‘Denklik’, her iki durumda da rahatsız edici sonuçlar yaratan duygular arasında bir denge, tabiri caizse bir olmuşluk arayışı içeriyor. Ne var ki benzeri bir ‘yersizyurtsuzluk’ buraya da hâkim. Kitabın son başlığı ‘Döngü’deyse imkânsızlıklarla karşılaşıyoruz; bu imkânsızlıklar yukarıdaki başlıkları da içine alarak sonsuza değin uzanan, hiç durmayan, tükenmeyen bir yola sebep oluyor ve ilk başlığın ilk öyküsünde karşımıza çıkan uyumsuzluk böylelikle tekrara uğruyor; yol hiç bitmiyor. Biz de bu öykülerde, insanın toplumla ve kendisiyle yaşadığı çatışmanın farklı kulvarlardaki yansımalarına şahitlik ediyoruz.

“günün doğmasına bu kadar sevineceğin hiç aklına gelmezdi. yarım yamalak uykun bir an önce bitsin istedin. hayal kırıklığın şafak oldu söktü. bütün doğa uyandı.”

‘Tavana Bak’taki öykülerin en dikkat çekici kısmı sanıyorum ‘oyun’ alanında. Kitapta işlenen duygulara aşina olsak da bunların açığa çıkma tercihleri, öyküleri alışılmışın dışında tutuyor. Diğer bir değişle; bildik zaman-mekânda, bilinmedik olay ve durumlarla karşılaşıyoruz.

Örneğin; ‘Örümcek Şairi’ adlı öyküde dokuz şair çocuk doğuran bir örümceğin açmazlarını, ‘İki Nota Arasındaki Mesafe’de yeni aldığı piyanonun horlama sorununu çözmeye çalışan başkarakterin kişisel keşiflerini, ‘Cenin. Cinnet.’te ise bulaşık makinesinde süt emen bir bebeğin geriye, rahme doğru uzanan yolculuğunu takip ediyoruz. Bu yönüyle, büyülü gerçekçi olarak da değerlendirebileceğimiz öykülerin karanlık taraflarının ağır bastığı söylenebilir. Ölümcül bir karanlık değil tabii bu; içerisinde inceden inceye ilerleyen bir ironi de mevcut.

Firdevs Ev bu durumu zaman zaman birtakım biçimsel denemelerle de destekliyor. Örneğin; farklı sosyoekonomik kesimlerden olan kadınların ölü kuş kusup durmalarını konu edinen ‘Kuş Tutma Pratikleri’ adlı öykü, şiir formunda kurulmuş. Uyanmayı, dahası uyanmanın döngüsünü sorgulayan ‘Uyanışlar’ öyküsünün de her bölümü bir paragraftan oluşuyor. Oulipocu bir deneme olarak değerlendirilebilen ‘Dodiyarca Şarkılar’da ise hiçbir kelimenin ikinci kere kullanılmadığını, öykünün böyle bir iddiayla yazıldığını görüyoruz.

Kitaptaki öyküler genel olarak ev ve aile kavramının etrafında toplanıyor. Genelde kapalı mekânların tercih edilmesinin bir sebebi de bu olsa gerek; öyküler sıkışık bir yerden, ‘içeriden’, dört duvardan yazılmış. Bu da öykülerdeki yoğun atmosferi pekiştirdiği gibi, karakterlerin yapısına da hizmet ediyor.