Yaşadığımız son çeyrek yüzyılda teknolojinin hızlı gelişmesi hayatımızda yalnızca bir takım değişimler yaratmadı, hayatımıza egemen

Yaşadığımız son çeyrek yüzyılda teknolojinin hızlı gelişmesi hayatımızda yalnızca bir takım değişimler yaratmadı, hayatımıza egemen olmayı da birlikte getirdi. Bugün gelinen noktada insanoğlunun teknolojiyi değil de, teknolojinin insanoğlunu yönetmeye başlamasından bahsedilir olmuştur. Yarattığı toplumsal değişimin değerlerini, gelişmeyi sorgusuz sualsiz ilerlemenin belirtisi olarak görmeyi, gelişmenin biçimini, bilginin kimler tarafından ve nasıl kullanıldığını insanoğlu sorgulayıp, bilimin ve teknolojinin olanaklarından eşit ve özgür yararlanma hakkını elde ettiğinde işte ancak o zaman gerçek bir ilerlemeden söz etme olanağı doğacaktır. Bugün dünya yüzeyinde 1.5 milyar insanın internet kullandığı söyleniyor. Bu sayının 2013 yılına kadar 2.2 milyara ulaşacağı hesaplanıyor. Gündelik gerçekliklerin yerini sanal yaşantılar, iletişimler ve siber-kültürün düşleri aldı. Sanal iletişimler, sanal politik muhalefet, sanal eğitim vb… Hiç kimse ezilenlerin yardımına koşmuyor. Yeni bir kültür oluşuyor. Tekno-kültür de denilen bu biçim elbette fotoğraf, televizyon, video, sinema, internet gibi imaj teknolojilerine koşulsuz kucak açmaktadır. Her ne kadar fotoğraf, televizyon ve sinemanın klasik tekniğinin eskidiği söylense de görsel medyada hâlâ kullanılmakta. Şimdi avatarlar, internet iletişim olanakları gibi yeni imaj teknolojileri devrede. Eski ya da yeni imaj teknolojileri, insanları görsel olarak kuşatmakta, denetim altına almakta ve manipüle edilmiş gerçeği yaymakta müthiş olanaklar sağlamaktadır. Üstelik özgürleştirici olduğu iddia ederek.  (televizyonun ve internetin başında insana hapsedilmişliğini unutturarak.)
Bu yeni kültürün ideal ve ilerlemeci olduğu söyleniyor. Yaşam ve insanlık adına geri kalmışlığımızın nedenlerini sorgulamak, kimler için ilerlemeci, kimler için ideal olduğunu düşünmek ve bunu dile getirmek geri kalmışlıkla eşanlama geliyor. ‘Gerçeklikten kaçış’ı toplumsal olarak yerleştiren bu yeni teknolojik sistemleri, sorgulayıcı bir mantık içinde ele almamızın bize sağlayacağı yararlar hiç de az değil. Yeni bir toplum inşa ediliyor. Bill Gates gibileri de sürtüşmesiz kapitalizm denilen dünya içinde sokaklara dökülen muhalefeti sanal dünyalara hapsederek saltanatını ilan ediyor. Gerçek dünyanın tehlikeleri ve tehditleri sanal dünyada nötrleştiriliyor. Elektronik ağlar ve enformasyon donanımları hizmet alanlarını genişlettikçe dışarı çıkmaya ihtiyaç da kalmayacaktır. Satın aldığınız bir ürüne dokunmanız gerekmez, görmeniz yeterlidir. İnsan ilişkileri de öyle. Görüntü belirleyicidir. Siber-dünya görselleşmiş bir dünyadır. Görünümler varlıkların kendisiymiş gibidir. Toplumsal ve kültürel bir yenilik olarak sunulan bu tabloya sokakla bağların koparılmaya çalışıldığı bir modernlik olarak da bakmanın yanlış olduğunu söyleyebilir miyiz? İmaj alanı ile nesneler dünyası arasında giderek artan bir mesafe oluşmaktadır. İmajların içine gömüldükçe, gerçek dünyayla ilişki kurmaya adeta gerek kalmamaktadır. Sanal ortamların sunduğu manzaraya, imaj alanına girdikçe gerçek dünyaya artık ihtiyacımız olmadığını düşünmeye başlayabiliriz. Bu yeni kültür biçiminin (tekno-kültür) askeri ve emperyalist emelleri olan politik güçler tarafından oluşturulduğu unutulmamalıdır.
“Gözetleme, bilindiği gibi fotoğrafın evrimine bağlı olarak gelişmiştir. Fotoğrafı çekilen şeyler enformasyon sisteminin bir parçası olur ve bu da denetim altına alınmalarına olanaklar sağlar. Yeni teknolojiler her zaman bu izleme ve kaydetme kapasitesini arttırmaya, genişletmeye, daha çok içeriye sokulmaya, daha sistematik, daha sinsi olmaya çabalamaktadır.” (Kevin Robins, İmaj, Görmenin Kültür Politikası, Ayrıntı Yayınları)
Uydu gözetleme teknolojileri, 20. yüzyılın en önemli askeri gelişmelerinden biridir. 1970’ lerin ortalarında KH-11 uydu sistemleri uzaya yerleştirildi. Yükleme ekli parçalar kullanan KH-11 uyduları digital sinyalleri Virginia’daki Fort Belvoir’a, oradan da CIA’ nın Washington DC’deki Ulusal Fotoğraf Yorumlama Merkezi’ne (National Photographic Center) gönderilebiliyordu. Sonradan bu dikizleme uyduları, karanlıkta görülebilen ve bulut tabakasını delebilen yeni teknoloji üretimleriyle geliştirildi. ABD’nin yerküre üzerinde 42 bin farklı hedefi izlediği tahmin ediliyor. ABD Savunma Haritaları Havacılık Dairesi dünya yüzeyinin digital veri tabanını üretiyor, elde ettiği bilgilerin kullanım hedeflerinden biri füze rotalarının şekillenmesidir. Örneğin, Tomahawk Cruise füzeleri, irtifa ölçer bir radarla uçuş rotasının topografyasını, belleğinde kayıtlı bulunan ayrıntılı bilgisayar haritalarıyla karşılaştırır. Hedefe doğru kendi yollarını görmesini bilir. Hedefe geldiği zaman, burun ucuna yerleştirilmiş küçük bir dijital kameranın aldığı görüntüleri, belirli hedeflerin önceden kaydedilmiş uydu fotoğraflarından oluşan depolanmış imajlarla karşılaştıran yeni bir kılavuz sistemi devreye girer. Vuruş gerçekleştikten sonra foto-keşif mürettebatı, merkezi istihbarat bilgisayarındaki foto-enformasyonla kendini besleyerek istenilen semaları tarayıp hasar tespiti yapabilir. Amerikan F-15E’ler ve İngiliz Tornado’lar, çöl gecelerinde hedefleri bulmaya olanak sağlayan, nesneleri kızıl-ötesi ışınlarla aydınlatan imajlama (görüntüleme) sistemleriyle donatılmıştır.
Bizler evlerimizde savaş  alanından gelen görüntüleri izlerken acı çekme duygusundan, yanık ve ölüm kokusundan uzak ilerlemeci olduğunu düşündüğümüz teknolojileri şaşkınlıkla izliyoruz. Bir köprüyü bombalarken son anda kurtulan Iraklı bir araç için General Schwarzkopf dünya medyasına ağır çekim görüntüleri tekrar tekrar göstererek “şimdi size bugün Irak’taki en şanslı adamı göstereceğim,” diyen görüntülere bakıyoruz. Ekranda izlediklerimiz bir savaştı ama gerçekten soyutlanmış bir savaş… Susan Sontag’ın dediği gibi hepimiz birer röntgenci konumuna düşürüldük. Bu ağır çekim görüntüleri ‘teknolojik üstünlüğü’ bir kez daha, bir kez daha gerikalmış ülke ve insanlarına gösteriyor. Sizler zavallısınız, bu güç karşısında ne yapabilirsiniz ki?
Savaşın gerçekliğine karşı sağırız. Yapabildiğimiz ‘facebook’tan savaşa karşı imza kampanyalarına katılmak. Yaşasın siber-muhalefet! Post-modernizm ise entelektüel bir söylemle, propaganda ve yanıltıcı bilgilerle savaşın seyircisi olan bizleri gerçeklikten uzaklaştırdı. Savaşın görsel imajları video oyunlarına benzeyen bir bilgisayar simülasyonu gibi verildi. Gerçekliğin yerine ekran geçmiş, Baudrillard’ın deyimiyle ‘sanal savaş’ yaratılmıştı. Kevin Robins ise savaşa video-oyunu muamelesi yapmanın imajı/fotoğrafı belgesel niteliğinden soyutlamak anlamına geldiğini söylüyordu. Haksız olduğunu söyleyebilir miyiz? Özgür bir gelecek için bilim ve teknolojiden elbette yararlanacağız, ancak bilimin ve teknolojinin gerçek sahipleri tüm insanlık olana kadar ‘ilerleme’nin kullanım biçimlerini sorgulanmaya devam edeceğiz.