Sabit maliyeti ille de bir özel sektörde kâr amacına dayalı bir sermaye grubunun karşılaması gerekmez. Pekâlâ, kamusal üretim ve kamusal mülkiyet tarzı olarak da teknolojik üretim ve tüketim sağlanabilir. Kaba bir genellemeyle aslında çağlar boyunca teknolojinin üretimi, dağıtımı hep aslında inanmış, idealist insanların grupların insanlığa hizmet aşkıyla tutuşan, maddi çıkar gözetmeyen insanlar yoluyla yapılmış.

Teknoloji ve sol politikalar

BirGün PAZAR

Dijitalleşmenin hayatımıza etkilerinin çok yoğun bir şekilde tartışıldığı bugünlerde kapitalist bir toplumda teknolojinin mülkiyeti kimde olmalı, nasıl kullanılmalı, istihdam açısından anlamı ve daha pek çok soruyu sol politikalar açısından cevap arandığı Sol Seminerler’in Prof. Dr. Erinç Yeldan, Aslı Aydın ve Anıl Aba ile gerçekleştirdiği Teknoloji ve Sol politika başlıklı yuvarlak masa tartışmasına sayfalarımızda yer vermek istedik. İyi pazarlar!

Anıl Aba: İktisatta teknoloji genellikle iki başlık altında inceleniyor. İlki büyüme kavramı altında teknoloji ve büyümenin ilişkisi. Çok uzun süre boyunca teknoloji dışsal bir faktör olarak sistemin dışında geliştirilen bir şeydi. Hâlbuki bundan çok önce Marx’a göre sisteme içkin bir şey teknoloji ve onu kapitalist rekabetin bir sonucu olarak gelişen bir şey olarak ele almıştı. Diğer başlık da emek piyasası yani teknolojinin işsizlik yaratıp yaratmadığına ilişkin bir tartışma. Bu tartışmaların içerisinde bir alarmistler var, teknolojinin işsizlik yarattığını düşünen, kısmen benim de dâhil olduğum. Bir de daha optimist yaklaşanlar genellikle liberallerin oluşturduğu bir grup. Teknoloji evet bir kısım meslek gruplarını bir kısım işçileri işsiz bırakabiliyor ama yeni bir ekonomi yarattığı için oradan yeni iş alanları da yaratıyor gibi bir argümana sahipler ve o yaratılan işler silinen işlerden daha fazla oluyor, diyorlar. Her yeni teknoloji yok ettiğinden daha fazla iş yaratır ya da yaratmaz’ın somut verisi var mı, emin değilim. Ama kabaca bu iki bakış açısıyla iktisadın teknolojiyle olan ilişkisi inceleniyor ve tartışılıyor.

Erinç Yeldan: Teknolojinin kendisi sizin de bahsettiğiniz gibi büyümeyle çok ilişkilendiriliyor. Ana akım iktisat teknolojiyi piyasada üretilen ve satılan bir mal olarak değerlendiriyor. Fakat teknolojinin kendine özgü özellikleri var. Özetlersek, iki tane çok önemli özelliği var. İlk olarak rakibi olmayan bir mal. Teknolojiyi kullandığımız zaman azalmıyor, hatta çoğalıyor diyebiliriz. Bir mumu yakmak çok zahmetli, çok maliyetlidir. Ama bir mumu yaktıktan sonra binlerce, milyonlarca mumu neredeyse sıfır maliyetle yakabilirsiniz. Ancak bu ilk mumun yakılması yani sabit maliyetler çok yüksek. Sabit maliyet karşılandıktan sonra çok ucuz. Bu da o sabit maliyeti kim karşılayacak konusuna getiriyor bizleri. Özel girişimciliğe, özel mülkiyete dayalı olduğu sınıflı kapitalist bir toplumda teknolojinin bu sabit maliyetini karşılayacak kesim ancak bildiğiniz üzere tekel konumunda olan kesimler oluyor. İkincisi, yine buna bağlı olarak bu sabit maliyeti ille de bir özel sektörde kâr amacına dayalı bir sermaye grubunun karşılaması gerekmez. Pekâlâ, kamusal üretim ve kamusal mülkiyet tarzı olarak da teknolojik üretim ve tüketim sağlanabilir. Kaba bir genellemeyle aslında çağlar boyunca teknolojinin üretimi, dağıtımı hep aslında inanmış, idealist insanların grupların insanlığa hizmet aşkıyla tutuşan, maddi çıkar gözetmeyen insanlar yoluyla yapılmış. Dolayısıyla teknolojinin kullanımına ilişki tasavvurlarımızı elbette ki kapitalist sistem sınırları içine hapsetmememiz lazım.

DÜNYA EKONOMİSİ FARKLI BİR NOKTAYA SIÇRADI

Aslı Aydın: Bugün teknolojinin bulunduğu aşama, insanlık için birçok riski taşıyan bir aşama. Dünya, birinci sanayi devriminden bu yana pek çok teknolojik dönüm noktalarından geçti. Tabiİ her dönüm noktası insanoğlunun daha önce hayal edemediği yenilikleri de getirdi. Dünya ekonomisi, toplumları, bir önceki yüzyıldan çok farklı bir noktaya sıçradı. Bugün diğerlerinden farklı olarak çok yoğun bir makineleşmeyle karşı karşıyayız. Daha önceki dönüm noktalarında makineler, rutin işleri devralmakta, insanı tamamen dışlayıcı değil, tamamlayıcı bir rol üstlenmekteydi. Bugün ise bu makineler, insanların sadece kas güçlerini değil, karar verme süreçleri dahil bilişsel yeteneklerini de taklit edebiliyorlar.

Anıl Aba: En nihayetinde insanlar yapmasa daha iyi olur dediğimiz işlerin robotlar tarafından yapılması kadar daha iyi bir şey yok aslında. Ağır işler, riskli işler, mesela madenlerde insanlar çalışmasa da robotlar çalışsa… Buna itiraz etmek mümkün değil. Ama Edison ampulü icat ettikten sonra bütün mumcular işsiz kaldı. Bu işsizler ne olacak?. Kapitalist sistemin ve liberal politikaların buna bir çözüm önerisi yok. Tamamen kişiye havale ediyor, sistemik bir çözüm üretmiyor. İşte orada sosyal demokrasi ya da daha radikal sol politikalar devreye giriyor. Yeni bir teknoloji bir yığın insanı işsiz bıraktığı zaman o işsizlerin sorununu nasıl çözeriz?

Erinç Yeldan: Kuşkusuz sorun burada teknolojik ilerlemenin yavaş veya hızlı olması değil kesinlikle hangi teknolojik ilerleme ve hangi toplumsal düzen altında olduğu sorularını tartışmamız gerekiyor. Ben teknolojinin biçiminin de giderek kısa vadeye sıkıştığını bir an evvel kar getirebilecek patente dönüştürebilecek inovasyonların öncelik kazandığını ve bunların da giderek üretkenliği düşürdüğünü düşünüyorum. Belki biraz aşırı bir iddia olacak ama kapitalizmin İngiltere, Almanya gibi merkez ekonomilerine baktığımız 1950’li yıllarda montaj hatlarının kurulmasından sonra yaşadıkları üretkenlik artışının ardından 2000’li yıllarda üretkenlik kazanımlarında çok ciddi gerilemeler yaşamasının arkasında önemli bilim merkezlerinin temel bilimlere değil doğrudan doğruya teknokentlere, ticari üretime dönük bir yapıya yatırım yapılmasından kaynaklı olduğunu düşünüyorum.

Aslı Aydın: Dijital, akıllı teknolojinin mal ve hizmet üretiminde adapte edilmesiyle birlikte emek gücünü ikame edeceği hemen hemen herkes tarafından dile getiriliyor. Örneğin bazı iktisatçılar ortaya çıkacak işsizlik sorununun uzun vadede çözülebileceğini, bunun da üretkenlik artışlarındaki sıçramayla mümkün olabileceğini söylüyorlar. Buna verdikleri örneklerden biri de banka ATM’leri. ATM’lerle birlikte birçok bankacılık işlemi tek bir makinadan yapılabilmekte ve bu da bankacıyı bu işlemlerde saf dışı bırakıyor. Uzun vade optimistleri, ATM’lerin bankacıları birebir ikame etmesine rağmen istihdamında bir düşüş olmadığını örnek gösteriyorlar. Bu görüşü savunanlara şu soruyu sormak lazım: ATM’lerin devraldıkları işler sonrasında peki, bugünün bankacıları ne iş yapıyor? Yanıt vereyim satış-pazarlama ağırlıklı çalışıyorlar. Yani işin kalitesi düşüyor, vasıf gereksinimi düşüyor dolayısıyla daha esnek, güvencesiz çalışma biçimi yerleşik hale geliyor.

teknoloji-ve-sol-politikalar-707592-1.
Pazar payını ikiye katlıyor ama istihdamdaki payı neredeyse artmıyor. Müthiş bir büyüme var ama bu büyüme istihdam yaratan bir büyüme değil. Facebook tarafından satın alındığında Instagram’da sadece 13 kişi çalışıyormuş. Ya da Whatsapp’ta 55 kişi çalışıyormuş. Türk Havayolları, TÜPRAŞ ve Türk Telekom’un piyasa değerleri toplamı bir Whatsapp etmiyor diyorlar. Doğru, bu sektör müthiş bir ekonomik değer yaratıyor ama istihdam yaratmıyor.


EVRENSEL TEMEL GELİR SOL TARAFINDAN DESTEKLENMELİ Mİ?

Anıl: Teknoloji, yazılım ve bilgi hizmetleri sektörünün tepesindeki yüzde 1’de bulunan şirketlerin pazar payı 1996 yılında yüzde 27. Yani tepedeki yüzde 1 yüzde 27’ye hâkim. 2015 yılında bu pazar payı yüzde 27’den yüzde 52’ye çıkmış. Buna mukabil o yüzde 1’in 1996 senesinde istihdamdaki payı yüzde 25 imiş. Bugün yüzde 27. Yani pazar payını ikiye katlıyor ama istihdamdaki payı neredeyse artmıyor. Müthiş bir büyüme var ama bu büyüme istihdam yaratan bir büyüme değil. Facebook tarafından satın alındığında Instagram’da sadece 13 kişi çalışıyormuş. Ya da Whatsapp’ta 55 kişi çalışıyormuş. Türk Havayolları, TÜPRAŞ ve Türk Telekom’un piyasa değerleri toplamı bir Whatsapp etmiyor diyorlar. Doğru, bu sektör müthiş bir ekonomik değer yaratıyor ama istihdam yaratmıyor. Peki, bu evrensel gelir sol açısından desteklenmeli mi desteklenmemeli mi? Bizim pozisyonumuz ne? Kapitalizmin altını kazan bir şey mi ya da Silikon vadisinin düşündüğü gibi kapitalizmin temellerini kuvvetlendiren bir şey mi? Ben evrensel temel gelirin kapitalizmin kuyusunu kazacağını düşünüyorum, o yüzden solun bunu kucaklaması gerektiği tarafındayım.

Erinç Yeldan: İktisatta tabi her belirlenen unsurun bir de kaynağı olması lazım. Bu da dönüyor dolaşıyor kamu kaynakları nereden yaratılacak meselesine geliyor. 1970-70’ler ortalaması ileri kapitalist ülkelerde şirketlerden alınan gelir vergisinin neredeyse yüzde 30-40 olduğu bir dönemden 2000’li yıllarda neredeyse yüzde 5’in altına indiği bir döneme geldik. Hatta birçok “doğrudan yabancı sermayeyi teşvik” adı altında ön plana çekilen sektörlerde de negatif vergi yani teşvik verildiğini görüyoruz. Dolayısıyla vatandaşlık geliri, ya da evrensel gelirin kaynağı dönüp dolaşıp çalışanlar üzerinden çoğunlukla dolaylı vergiler biçimiyle toplanan vergiler üzerinden veya “enflasyonist finansman” yoluyla yaratılacak. Şirketler vergi havuzundan tamamıyla çıkartılmış ve dolayısıyla evrensel gelir olarak sunulan olgunun kaynağı bir yerde gene çalışan kesimden veya tüketim kaynaklı kesimden veya enflasyon vergisi üzerinden sabit gelirler üzerinden kurgulanmış bir mekanizma oluyor. Evet, bir taraftan asgari bir yaşam düzeyinin sağlanması esas ama bunun arkasındaki kapitalizmin Anıl hocanın bahsettiği devasa tekelci üretim merkezlerinin tilkiliklerine çok duyarlı ve uyanık olmak gerekiyor.

SOL NE YAPMALI?

Anıl:
Bugünkü otomasyon robotlaşmanın farkı eskisine göre başta bu tamamen vasıfsız, düğmeye basan, rutin, düşünce ve muhakeme yeteneği gerektirmeyen işlerin otomasyonu idi. Önce oradan başladı. Şimdi iş orta sınıf dediğimiz becerili, eğitimli, üniversite diploması gerektiren işlerin otomasyonuna geldi. Amerika’da bir eyalette davalarda yapay zekâ kullanmaya başladılar. Bunun otomasyonu bütün bir avukatlık mesleğini çökertebilecek bir şey. Tıpta bile bu başladı. Artık yüksek vasıf isteyen işlere geldi bu durum. Bir de vasıfsız işçiler çok bilinçli çok örgütlü bir reaksiyon gösteremiyorlar maalesef. Ama eğitimli kesim olan bitenin biraz daha farkında, onun da ötesinde sesini yükseltebiliyor. Bir doktor otomasyona karşı sesini yükselttiği zaman yankı uyandırabiliyor ama vasıfsız bir işçi işini kaybettiği zaman onun reaksiyonu toplumda bir karşılık bulmuyor. Buradan sol ne yapmalı nasıl bir politika üretmeli diye konuşalım isterseniz.

Aslı: Bu şekilde eşitsiz bir dünya içerisinde hangi mallar kim için nasıl üretilecek sorusunun küçük bir zümrenin tanımladığı, yön verdiği bir dünyada yaşıyoruz. Dolayısıyla böylesi bir biçimde bir teknolojik sıçramanın bir teknolojik aşamanın sonuçlarını sol açısından değerlendirmenin mülkiyet tabanlı olması gerektiğini düşünüyorum. Yani bugün insanların iş bölümünün neresinde olacağı, nasıl bir sınıfsal konumda bulunması gerektiği… Solun bu tip meselelere yanıt bulmasını arzu ediyorum diyeyim. Çünkü toplum açısından çevre açısından her şey metalaştı, teknolojinin bu metalaşmaya hizmet edeceği bir yön olarak değil insan hayatını kolaylaştıracağı insan hayatını daha eşit daha özgürleşeceği çevresiyle birlikte özgürleşebileceği bir dünyayı teknolojiyi burada nasıl kullanırız bunu tartışmak gerekiyor.

Erinç: Ana soru aslında üretimi giderek yapay zekâ robotlar yapacak ama robotların mülkiyeti kimde olacak? Bizim öyle zannediyorum ki talep etmemiz gerekenlerin başında teknolojinin bilgi temel bilginin bir kamusal ürün olduğu meselesi geliyor. Dolayısıyla mülkiyetinin de kamuda kalması gerektiği, teknoloji üretiminin de bir kamusal mesele olarak anlanması gerektiğini vurgulamalıyız. Buradan yola çıkarsak hep bahsettiğimiz tekelleşmenin ve dünya ölçeğinde inanılmaz bir eşitsizliğin, hem coğrafi bazda hem gelir bazında hem cinsiyet bazında yarattığı tahribatın dışına çıkartılabilmesi sağlanabilecektir. Çünkü kapitalizm bilgiyi doğrudan doğruya çıkar için üretiyor bu teknolojik olarak da kendi kendine üretkenlik değil. Bir makyajlanmış arka planda üretim sürecini dönüştüren değil zaten üretilmiş olan malları daha çabuk daha seri tüketim ürünleri haline getirme çabası var. Bu yüzden de üretim teknolojisinde bir hamle gerçekleştiremediği için de kapitalizmin büyüme oranları giderek düşmekte ve eşitsiz olarak paylaşılmakta. Buradaki çok somut taleplerimizden bir tanesi çalışma sürelerinin kısaltılması, dört günlük hafta sonu tatili taleplerimiz, daha kısa süreli günlük ücretli emek karşılığı taleplerimiz en somuttan en soyuta taleplerimiz bunlar olabilir.

Anıl: Malum işte teknoloji internet vs. dediğimiz zaman Google, Facebook, Whatsapp buradan doğru Big Data, veri analizi vs. bunlar dünyanın en değerli şirketleri artık. Giderek de o bilgi tekelini kontrollerine alıyor. Bütün internetin iletişimin anahtarını ele geçirmeye çalışan Google amazon vs. kendi aralarında da yarışıyorlar aslında. İktisatta her girdinin sahibinin üretime yaptığı katkı oranında ödeme aldığı düşünülür.. Kapitalist sermayesinin hakkını alıyor yani. Bu sektördeki sermaye ne? Bu sektördeki sermaye veri. Google’ın Facebook’un sermayesi veri. Bu veriyi kim üretiyor? Biz üretiyoruz. Ben yürüdüğüm zaman maps’ten takip ediyor hangi sokaklarda gezdiğimi, buradan gelir aralığımı tahmin edebiliyor. Dolayısıyla Google’ın şirketlere pazarladığı veriyi üreten benim. Üretime böyle bir katkı sunuyorum ama karşılığında bir şey almıyorum. Google kendininmiş gibi bütün o veriden elde ettiği kazancı kendine kar olarak yazıyor. Ben bedavaya çalışıyorum yani. O yüzden somut bir talep verinin kamusallığı olması gerekiyor. Bu tarz konular gençlerin de çok ilgisini çekiyor. Sol’un “Kahrolsun emperyalist Amerika” sloganlarının maalesef bugün gençlerde bir karşılık bulduğunu düşünmüyorum. Bu tarz konuların, gün boyunca kullandıkları uygulamaların arka planı ile ilgili şeyler gençlerin ilgisini çekiyor. O yüzden solun bu tarz şeyler üzerinden taleplerini iletmesi gerektiğini düşünüyorum.