Türkiye’de gerçekleştirilen erken seçimler, talep eden iktidar ve iktidar ortakları için pek de hayırlı geçmedi. Bu deneyimi en son yaşayan parti liderlerinden biri MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli. Bahçeli’nin 2002 yılındaki erken seçim talebi, hem kendi partisini hem de iktidarın diğer ortaklarını baraj altında bırakmıştı. Söylemek istediğim Türkiye’de erken seçim talep eden bütün iktidar ve iktidar ortaklarının gerek oy, gerek seçim kaybettiği ve önümüzdeki sürecin de böyle sonuçlanacağı değil. Açıkçası ortam bu istatistiğe yaslanacak kadar romantik değil. Birbirine benzer süreçler benzer sonuçlar doğuruyor elbette ancak hukukun rafa kaldırıldığı olağanüstü bir zamandayız. Erken seçimleri gündeme taşıyan atmosfere baktığımızda, Erdoğan’ın da zamanında çokça eleştirdiği ve kendine yakıştırmadığı bir güvensizlik ve kırılganlık ortamının halkta yarattığı huzursuzluk ve değişim isteğine karşı duramama şeklinde ortaya çıktığını görüyoruz. Bunun yanında özgüvenle girişilen bir erken seçim tecrübemiz de oldu. 74’de MSP ile koalisyon kuran CHP, bir yıl bile sürmeyen ortaklığı Kıbrıs Harekatı’nın rüzgarıyla bozarak erken seçime gitmek istediyse de, hava sandığa varamadan CHP aleyhine döndü.

• • •

Önceki gün Bahçeli’nin talebi ve Erdoğan’ın kabulüyle, Kasım 2019’da gerçekleşmesi beklenen cumhurbaşkanlığı ve milletvekili genel seçimlerinin 24 Haziran 2018 tarihinde yapılacağı duyuruldu. Önümüzde iki aylık; ‘erken’ olarak tanımlanamayacak kadar telaşlı, baskın bir seçim süreci var. Uyarılara rağmen ekonominin iyi gittiğini iddia eden, Türk lirasının acıklı değer kaybının önemsiz ve geçici olduğunu açıklayan, dış politikasıyla gurur duyan ve eleştirileri vatana ihanet olarak değerlendiren AKP iktidarı; “Türkiye’nin 3 Kasım 2019’a kadar dayanması kolay değildir. O güne ulaşmak her dakika zorlaşmaktadır” diyen Bahçeli’nin erken seçim önerisini kabul etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başbakan olduğu 2009 yılındaki erken seçim tartışmalarıyla ilgili olarak “demokrasi, halkın verdiği yetkiyi, halkın verdiği o tarihten evvel almamaktır. Eğer hükümet erken seçim kararı alacaksa, hükümet acze düşmüşse, acze düşenler alır. Erken seçim çığırtkanlığı Türkiye’ye ihanettir” sözleri ise bugüne, bugünün atmosferine ışık tutuyor. Altı ay öncesine kadar erken seçimi, 2002 seçimlerine gönderme yaparak – “daktilolar başbakanlığın önüne fırlatılmıyor ki! Herkes aç susuz bir noktaya gelmişti, her şey iflastaydı; ama hamdolsun bizde böyle bir durum yok”- reddeden Erdoğan’ın, ortağı Bahçeli’nin teklifini yarım saate kabul etmesi, bu acelenin nedenlerini anlamamızı kolaylaştırıyor.

• • •

Bahçeli, Türkiye’nin bekası açısından AKP ile kurdukları cumhur ittifakının korunmasının elzem olduğunu, bunun için de erken seçimin şart olduğunu söylüyor. Demek ki ne ittifak ne de ekonomi seçimlerin zamanında yapılmasına dayanabilecek güçte. Bahçeli adeta, ‘zillerin kimin için çaldığını’ ilan ediyor. İYİ Parti, metal yorgunu iktidardan ve etkisiz bulduğu muhalefetten bıkanların desteğini topluyor. Anketler AKP-MHP ortaklığının MHP tabanında beklenen karşılığı bulmadığını gösteriyor. Saadet Partisi ‘milli ve yerli’ cepheye çekilemedi. Lideri Temel Karamollaoğlu son günlerde artan popülaritesinin tadını çıkarırken kilit parti haline gelen SP, tabanının özgüvenini yükseltiyor. CHP’de, yeterli olmasa da, HDP’ye yönelik olumlu adımlar var. Kürtlerin oyları eş başkanları, vekilleri, belediye başkanları tutuklanan HDP’de birleşmiş kımıldamıyor. Türk lirasının değer kaybı engellenemiyor. Esnaf batıyor, alınan krediler ödenemiyor. Dış borç aldı başını gidiyor. Ekonomi Bakanı Mehmet Şimşek, yatırımcıya güvence verme ihtiyacı gereği, özel sektöre dövizle borçlanmayın dediği için Erdoğan’ın hışmına uğruyor. İktidar ülkenin büyüdüğünü söylüyor ancak küçülen halkın cebi oluyor. Enflasyon ve işsizlik artıyor. Temel ihtiyaç maddelerinde zam oranı yüzde 20! Ekonomi ve dış politikada olduğu gibi eğitim ve sağlıkta da işler yolunda gitmiyor. Savaş politikalarının da beklenen ‘milli’ oy patlamasını yapmadığı kamuoyu yoklamalarında görülüyor.

• • •

Hasılı Türkiye, yedinci kez uzatılan OHAL koşularında seçime gidiyor ve henüz cumhurbaşkanlığı adaylık sürecine ilişkin yasal düzenleme bile yapılmamışken alınan bu karar, bu telaş, bu panik büyük bir krizi işaret ediyor. Birbirine düşman, mutsuz, her geçen gün fakirleşen halkın daha ne kadar bu kavga ortamında yönetilebileceği muallak. Dolayısıyla erken seçim, liderlerinin de açıkça dile getirdiği gibi AKP-MHP ittifakı için bir tercih değil, zorunluluk. Evet, gemi su alıyor ve bekleyecek zaman kalmadı. Bu durumda iktidarın dileyeceği yegane şey, sürece hazırlıksız yakalanan muhalefetin hızlı ve serin kanlı kararlar alamayarak seçmenlerinde yılgınlık yaratması. Ülkenin sorunları da öncelikleri de çok açık. Parlamenter demokrasi, hukukun üstünlüğü ve gerçekçi ekonomik programlar en net şekliyle halka anlatılmalı. Başta adalet olmak üzere demokrasi ve özgürlükler konusunda ilkeli bir duruş sergileyecek adaya yönelinmeli. Meclisin bertaraf edildiği ve kararların artık sarayda alındığı böylesi zamanda adil bir seçim yarışı olmayacağı açık ancak insan nefes aldığı sürece umut edebilen yegane canlı. Bu yüzden önceliğimiz her zaman sandığa gidip sözümüzü söylemek ve ona sahip çıkmak olmalı. Artık ayrıştıran değil birleştiren kazanacak.