Efendim neymiş? Beynimizin yüzde 10’unu kullanabiliyormuşuz. Yüzde 20-30’unu kullansak maddeyi harekete geçirebiliyor, başkalarını kontrol edebilir hale gelebiliyor muşuz. Neyle? Beyin gücüyle! Yani düşünceyle! Bu safsatayı bilimselmiş gibi gösteren bir film Lucy. Beynimizin yüzde yüzünü kullandığımızda ise ne oluyormuş biliyor musunuz? Affedersiniz, tanrı oluyormuşuz (tövbe, tövbe)

Telekinezi  yine iş başında!

POLONYA İLE TÜRKİYE'NİN YENİ UFUKLARI
Geçen hafta Adam Mickiewicz  Enstitüsü’nün davetlisi olarak Polonya’nın Wroclaw (Wrotsvaw okunuyor) kentindeydim. Bu yıl Türkiye (Osmanlı) ile Polonya arasında diplomatik ilişkiler kurulmasının altı yüzüncü yıldönümü. Bu nedenle düzenlenen çeşitli etkinlikler arasında sinemanın da önemli bir yeri var.
 


İki yıl önce ilk kez Adam Mickiewicz Enstitüsü’nün davetiyle İstanbul Film Festival Başkanı Azize Tan, Wroclaw ve Varşova’ya gidiyor, ardından İFF’de Köprüde Buluşmalar sırasında Türk ve Polonyalı sinemacılar 2013 ve 2014’te bir araya gelip, ortak neler yapılabileceğini araştırıyorlar.  Bu yılki Nowe Horyzonty (Yeni Ufuklar) Film Festivali’nde Türk  Sineması’nın odağa alınması bunu takip ediyor.

TÜRKİYE’DEN FESTİVAL KONUKLARI
Wroclaw’da 14.sü düzenlenen Nowe Horyzonty Film Festivali Türk sinemasını ilk kez odağına almıyor. Dört yıl önce, 2010’da da Türk sinemasına festivalde geniş yer verilmiş, bir de Zeki Demirkubuz retrospektifi yapılmıştı. O yıl da festivale katılmış, Türk filmlerinin sunumlarını yapmış, soru-cevap bölümlerini yönlendirmiştim.  Bu yıl sadece gazeteci olarak festivaldeyim. Festival’de bu kez Reha Erdem’e özel bir yer ayrıldı. Erdem’in üç filmi (Şarkı Söyleyen Kadınlar, Kosmos, Korkuyorum Anne) gösterildi. Ayrıca Esin Küçüktepepınar’ın moderatörlüğünde Erdem’le bir master dersi düzenlendi. Festivalin diğer bir konuğu da “Ben O Değilim”le  bu yıl Altın Lale’yi kazanan Tayfun Pirselimoğlu’ydu. Festival adına yakışır bir şekilde, sadece usta Türk yönetmenlerinin değil yeni ufukları temsil eden genç yönetmenlerimizi de konuk etti. Atasay Koç, Eset Akçilad ve Rojda Akbayır da projelerini Polonya film endüstrisinin profesyonelleriyle tartıştı, işbirliği olanaklarını araştırdı. Kısa film yönetmeni Hasan Serin ve yapımcı Müge Özen ise Yeni Ufuklar Stüdyo Atölyesi’nin konuğuydu.


GEÇEN YILDAN SEÇKİLER DE VAR
Nowe Horyzonty gittiğim en keyifli festivallerden biri. Festival kendine özgü bir perspektife sahip. Çoğu festivalin göstermeyi aklından bile geçirmeyeceği sinema türleri Nowe Horyzonty’de kendine özel bir yer bulabilir. Mesela bu yılın özel bölümü VHS formatıyla üretilmiş kült filmlerdi. Geçen yıl ise Japon erotik sineması (pinku) festivalin ilgisinin odağındaydı. Festivalin ana yarışması da her zaman avangarda yakın duran, biçimsel yenilikler içeren filmlere veriyor. Tabii sadece bunlar yok festivalde. Geçen yılın en önemli filmlerinin önemli bir kısmı festivalde gösteriliyor. Cannes’a ya da Berlin’e gitmeyenler için bu festivallerin filmlerine yer veriliyor. Nuri Bilge Ceylan’ın “Kış Uykusu” bu kapsamda gösterilen filmler arasındaydı. Groupama’nın restore ettiği Muhsin Bey de festivalde gösterilen Türk filmleri arasındaydı.

Bu yıl ana yarışmayı Noaz Deshe’nin “Beyaz Gölge” adlı filmi kazandı. Film Tanzanya’da albinoların zorlu hayatını anlatıyor. Albinoların organları şamanlar tarafından ilaç olarak kullanılıyor. Albino olmak bir av hayvanı olmak gibi. Kaçak avcılar albinoları öldürüp, parçalayıp, şamanlara satıyor. Küçük Elyas’ın babası böyle katlediliyor. Annesi avcılardan kurtulması için Elyas’ı şehre gönderiyor. Film intikam karşıtı barışçı bir mesaj vermeye özen göstermiş. Kamera ve müzik tamamen Elyas’ın ruh halini yansıtmayı hedeflemiş. Sonuçta biraz rüya benzeri bir anlatı yapısı çıkmış.


ÖDÜLLÜ FİLMLER FESTİVALDE
Cannes’dan ödüllerle dönen Levyatan (Andrey Zvyagintsev), Dile Veda 3D (Jean-Luc Godard) ve Harikalar (Alice Rohrwacher) gibi filmleri seyretme olanağı buldum. Hiçbirine büyük hayranlık duymadım ama iyi filmlerdi. Genç İtalyan yönetmen Rohrwacher’in filmi en sıcağıydı içlerinde. Arıcı bir ailenin yetişmekte olan genç kızını odağına alan film İtalyan Yeni Gerçekçiliği’nin modern bir takipçisi sayılabilir. Zvyagintsev’in filmi ise oldukça sert ve karanlık bir Putin Rusya’sı tablosu çiziyor. Gayrimenkul odaklı bir talanın konu edilmesi en az Türk seyircileri şaşırtır sanırım. Godard’ın filmi ise bir Godard filmi işte. Ne kadar anlarsanız o kadar kâr. Arada bir şeyler anladığım ve güldüğüm oldu.

Genç Polonyalı sinemacılar Anna ve Wilhelm Sasnal’ın filmi Parazit (Huba) üç kuşağa birden bakarken, bebeği annenin, fabrikayı ise yaşlı işçinin kanını emen bir parazit gibi gösteriyordu. Çok az diyalog içeren filmin büyüleyici bir atmosferi vardı ama bu, her zaman işlemiyordu.  Bir başka genç Polonyalı sinemacı Bartosz Warwas ise çok daha amatör görünümlü bir film olan Kafesteki Serçe’yle (Jaskolka) sosyalist dönemde bir baba kız ilişkisine bakıyordu. Bu filmin de oldukça sert ve karanlık bir atmosferi vardı. Doksanına merdiven dayamış Alejandro Jodorowsky de babasıyla hesaplaşan bir başka yöntmendi. İhtiyar delikanlı Jodorowsky, Stalinist babasıyla geçekten zor bir çocukluk geçirmiş Şili’de. İşin enteresan tarafı yönetmenin çocukluğunu, bu geçkin yaşına rağmen, sanki son derece sıcak bir geçmişten söz edercesine canlı ve enerjik bir biçimde anlatması. Ken Russel, Vera Chitilova ve Maurice Pialat’nın gibi eski ustaların filmlerini de ekleyince benim için oldukça doyurucu bir festival oldu. Ama bir festivali festival yapan sadece filmler değil atmosferidir. Fipresci jürisi üyesi Engin Ertan’la her gece Arsenal adlı açık hava mekânında buluşup, festival katılımcılarıyla sohbet ettik. Doğrusu festivalin atmosferinin de mükemmel olduğunu söylemeliyim.


FESTİVAL TARİHİNDEN NOTLAR
Nowe Horyzonty’nin kurucusu Roman Gutek’le de bir sohbet imkânı buldum. Gutek, 1980’lerin başından beri Polonya sinemasında önemli bir rol oynuyor. Varşova Film Festivali’nin kurucularından biri. Nowe Horyzonty’yi ise Cieszyn adlı küçük bir kentte başlatıyor önce. Wroclaw belediyesinin daveti üzerine festival şimdiki yerine taşınıyor. Wroclaw, Cieszyn’e göre çok daha büyük olmasına karşın başlangıçta festival seyircisinin sayısında bir artış olmuyor. Fakat Gutek, seyirciyi eğittik diyor. Ayrıca festival zamanı Polonya’nın dört bir yanından seyirciler kente akın ediyor artık. Bugün, festivalin gerçekleştirildiği Nowe Horyzonty Sinema Kompleksi’ni de yönetiyor Gutek. Bu kompleks, dünyanın 9 salona sahip tek sanat-sineması merkezi! NH sinemalarında yıl boyunca sanat filmleri gösteriliyor. Ama burası ayrıca bir kültür merkezi işlevi de görüyor. Konserler ve tiyatro oyunları naklen sinema perdesine yansıtılıyor ve seyirciler dünyanın dört bir tarafından kültürel olayları izleme olanağı buluyorlar. Ayrıca NH sinemaları bir okul işlevi de görüyor. Yıl boyunca Wroclaw Üniversitesi öğrencileri için programlar düzenleniyor, aldıkları seçmeli derslerin filmlerini bu sinemalarda izliyor öğrenciler. Wroclaw’ın nüfusu 650,000 civarında. İstanbul’un 20’de 1’inden küçük, orta karar bir İstanbul semti kadar ancak. Ama İstanbul’da böyle bir merkez yok. Halimiz trajik.

Her neyse, güzel olan bu festivalle yakın bir bağ kurmuş oluşumuz ve Polonya ile kültürel ilişkilerimizi hızla geliştirmemiz. İstanbul’da bir müzesi olan büyük Polonyalı şair Adam Mickiewicz’e saygıyla.

***

LUCY

TELEKİNEZİ İŞ BAŞINDA
Efendim neymiş? Beynimizin yüzde 10’unu kullanabiliyormuşuz. Yüzde 20-30’unu kullansak maddeyi harekete geçirebiliyor, başkalarını kontrol edebilir hale gelebiliyor muşuz. Neyle? Beyin gücüyle! Yani düşünceyle! Bu safsatayı bilimselmiş gibi gösteren bir film Lucy. Beynimizin yüzde yüzünü kullandığımızda ise ne oluyormuş biliyor musunuz? Affedersiniz, tanrı oluyormuşuz (tövbe, tövbe). Maddeden sıyrılıp safi idea haline geliyor, teknoloji ilerlediği için de 10 emri tabletlere kazımak yerine bir flash bellek olarak insanın hizmetine sunuyormuşuz.

SÜPER KAHRAMAN LUCY
Lucy özünde bunları söylüyor ama tabii bir macera filmi kalıpları içinde. Filme adını veren Lucy (ki bu aynı zamanda ilk insansının fosiline verilen ad) sevgilisinin üçkağıdına gelerek kurye konumuna düşen bir genç kadın. Kore mafyası, Lucy’nin (Scarlett Johansson) karın boşluğuna yeni üretilen bir ilacı yerleştirir. Ama aldığı bir darbe sonucunda Lucy’nin karnındaki torba patlar ve ilaç genç kadının kanına karışır. İlacın etkisiyle Lucy’nin beyin fonksiyonları inanılmaz bir hızla gelişir. Lucy  tele-kinetik güçleri olan bir süper kahramana dönüşür. Yabancı mihraklar Lucy’den Tayyip Erdoğan’ı öldürmesini istese de, o buna yanaşmaz (Şaka, şaka! Naber jöleli? Var mı yeni fantazi?)
İşte böyle bir film Lucy. Luc Besson’dan beklenebilecek düzeysizlikte bir macera filmi. Yine malı götürecek.