23 Haziran’daki İstanbul seçimi normal bir seçimmiş gibi, sanki bu seçim ‘gerekçesiz bir gerekçeli kararla’ tekrarlanmıyormuş gibi, televizyondaki tartışmayı ‘demokrasi şöleni’ diye adlandıranlara ‘şifa’ dileyerek başlamak isterim. Bu tartışmayı ‘demokrasi’ parantezine almak için tartışılacak tek şeyin “seçimin neden tekrarlandığı?” sorusu olduğunu biliyoruz. Bu ortamda çıkılıp ‘projelerin’ vs. tartışılması hem abes hem de çok büyük bir […]

23 Haziran’daki İstanbul seçimi normal bir seçimmiş gibi, sanki bu seçim ‘gerekçesiz bir gerekçeli kararla’ tekrarlanmıyormuş gibi, televizyondaki tartışmayı ‘demokrasi şöleni’ diye adlandıranlara ‘şifa’ dileyerek başlamak isterim.

Bu tartışmayı ‘demokrasi’ parantezine almak için tartışılacak tek şeyin “seçimin neden tekrarlandığı?” sorusu olduğunu biliyoruz. Bu ortamda çıkılıp ‘projelerin’ vs. tartışılması hem abes hem de çok büyük bir etkisi yok. Çünkü büyük bir çoğunluk için bu bir derbi maçı. Yani nasıl Fenerbahçe-Galatasaray derbisinde Galatasaray daha iyi oynadı diye Fenerbahçeliler takım değiştirmeyecekse, bu tartışmada da çok büyük bir çoğunluk, adayın performasına göre tarafını değiştirmeyecek. Öyleyse her iki tarafın da kararsız azınlığı gözüne kestirdiği açık. Peki bu kesimi etkilemenin yolu ne? Bu sorunun cevabı, tartışmanın yapılacağı aracın yani televizyonun doğasıyla ilgili. Bu haftaki Köşe Vuruşu’nun sorusu bu olsun.

KİMİN İYİ OLDUĞU KİMİN UMURUNDA?

Neil Postman’ın dilimize “Televizyon: Öldüren Eğlence – Gösteri Çağında Kamusal Söylem (Ayrıntı Yay. – 1994)” adıyla çevrilen kült kitabındaki politikacı-televizyon ilişkisine dair bir vurguyu hatırlayarak başlayalım: “Önemli olan nokta televizyonun kimin en iyi olduğunu göstermemesidir. Aslında televizyon, eğer ‘daha iyi’ derken görüşmelerde daha usta olmak, yöneticilikte daha yaratıcı olmak, uluslararası ilişkilerde daha bilgili olmak, ekonomik sistemlerin karşılıklı ilişkilerini daha iyi kavramak gibi ölçütleri anlıyorsak, kimin kimden daha iyi olduğunun saptanmasını olanaksızlaştırır. Bunun nedeni ise hemen hemen tamamen ‘imaj’la ilgilidir. (…) Televizyonda imaj ters yönde işler. Çünkü televizyondaki politikacı izleyicilere kendisiyle ilgili bir imaj sunmaktan daha çok, kendisini izleyicilerin bir imajı olacak şekilde sunmayı tercih eder.” İşte tam da bu nedenle iyi tartışanın ya da iyi olanın kazanacağı gibi bir yanılgıya kapılmamak gerek. Bu program araştırmalara göre geride olan tarafın, “sizden olan aslında benim” deme şansı kazanmak için kurguladığı bir hamle. Bu hamlenin başarılı olacağının garantisi yok elbette. Kaldı ki, başarılı olsa bile aradaki farkı tamamen kapatmaya yetip yetmeyeceği de tartışmalı.

ASIL TUZAK NE?

Program öncesi ortaya atılan “İmamoğlu’na büyük tuzaklar hazırlanıyor, dosyalar açıklanacak” paniği yukarıdaki nedenlerle anlamlı gelmiyor. İlla ki bir tuzak aranıyorsa, tuzağın, önde olan Ekrem İmamoğlu’nu bu tartışmanın içine çekmek olduğu düşünülebilir. Yeter mi yetmez mi bilinmez. Ancak bilinen bir şey var ki Binali Yıldırım’ın geride olan taraf olarak, kendisine oy vermeyenlere bir şekilde ulaşması gerekiyor. Bunun için 24 saat Ahaber hatta CnnTürk tarzı bir kanalda yayın yapsa faydası yok. ‘Bir meydan okuma’ olarak sunulan bu tartışma programı teklifi ve moderatör avansı hamlesi, aslında yıllardır fetih zihniyetiyle ele geçirilen medyanın izlenmediğinin itirafı. Burada elbette “izlenmiyor” ifadesini, “sadece kendilerine oy verenler tahammül edebiliyor” şeklinde açmak lazım. Hal böyle olunca, yıllardır geri çevirilen TV tartışması tekliflerini bu kez yapan taraf olmak ve bunun için devlet kanalını bile öneremeden ortak yayına razı olmak kalıyor geriye.

MEDYA AÇISINDAN TARİHİ SONUCU

Bu tartışma programı, kabul edersiniz ki sadece bir tartışma programı değil. İstanbul seçiminin, Türkiye siyasetinin ötesinde bir anlamı var artık. Bu tartışma programı gösteriyor ki, medyaya sahip olmak izleyicisine de sahip olmak anlamına gelmiyor. Rıza oluşturmak, ikna etmek bambaşka şeyler. İktidar açısından bakıldığında, o devasa medya kuruluşlarının kötü günde sarılacak bir silah olmadığı ortada. Muhalefet açısından bakıldığında, bu köşede en az birkaç yıldır yazdığım ‘kutuplaşma dilini kıran’ bir medya ihtiyacının kanıtı. Siyaset kutuplaşma dilini kıran bir figürle (Ekrem İmamoğlu) ivme kazandı. Medya şu anda siyasetin ve toplumun gerisinde kaldı. Tartışma programından ne sonuç çıkar bilinmez ama tartışma programının kendisinin ve talep ediliş biçiminin medya açısından tarihi sonuçları olacak.