Nisan ayında anayasa değişikliğini, yani rejim değişikliğini içeren referanduma gitgide yaklaşıyoruz. Referandumda öne sürülen anayasa değişikliğine ilişkin maddeler, malûm yarını dünden keskin bir virajla ayıracak türden ve bu nedenle referanduma kadar geçecek bu süre içinde bilgi akışı, neyi oylayacağız sorusunun yanıtı oldukça mühim.

Bu bilgi akışının sağlanmasında ve söz konusu yanıtların kamuoyu tarafından tartışılmasında ise görsel medyanın rolü şüphesiz çok büyük. Türkiye’de ise bu rol büyük çapta televizyon kanallarına ait. TÜİK’in 2015 yılında yayınladığı Zaman Kullanım Araştırması’na göre televizyon izlemek, güç içinde çalışma zamanı dışında gerçekleştirdiğimiz faaliyetlerin yüzde 94’ünü kaplıyor. Yapılan araştırmaya göre günde ortalama 5,5 saat televizyon izliyoruz. Yine günde 9 saat uyuduğumuzu düşünürsek, televizyonun hayatımızda önemli bir yer tuttuğunu söylemek mümkün.

Türkiye’de televizyonculuk ise hem ekonomik yönden önemli bir piyasa, hem de algı yönetimi açısından önemli bir araç. Örneğin Avrupa’da ortalama 3 saat, Japonya’da 2,5 saat ve Çin’de 3 saat olan TV izleme istatistikleri göz önünde tutulursa, Türkiye’de televizyon birçok yönden çok kullanışlı hale geliyor.

Yine TÜİK istatistiklerinden yola çıkarsak en son verinin yayınlandığı 2014 yılı itibariyle, türüne bakılmaksızın TV programlarının izlenme saatlerinde %38’lik bir artış gözüküyor. 12 yıldaki bu ciddi artışın büyük bir kısmı ise reality şovlar (evlenme programları başta) ve dini programlardaki artıştan kaynaklanıyor. Dini yayınlar 2002’de 172 saate yakın izlenirken, 2014’te 410 saat izlenmeye başlanmış. Program sayılarındaki çoğalmaya bağlı bu artış yaklaşık %139 düzeyinde. Diğer taraftan bakıldığında “belgesel” program türünü hepten listesinden kaldıran TÜİK’in araştırmasında yer alan haber programlarının izlenme saatlerindeki %32’lik düşüş de önemli bir gösterge. Eğitim programları adı altında geçen programları da dini programların sadece dörtte biri kadar izlemişiz.

4 saatte reklam arası dizi
Büyük kentlerde bir çalışanın eve geliş saatine ortalama 20.00 dersek, televizyonu açtığı anda bu kişi bir dizinin başlama saatine denk geliyor. Bir dizinin ortalama 150 dakika sürdüğünü göz önüne aldığımızda, bu kişinin bir diziyi sonlandırabilmek için toplamda 90 dakika reklam izlemek zorunda kaldığını söyleyebiliriz. Dizi başlı başına tartışmalı bir sektör, bunun yanında çok ciddi ihracat gelirine sahip olmakla birlikte uçuk kârların döndüğü de bir sektör. Fakat elbette ardında yüzlerce emeğin yoğun bir sömürüye tabi tutulduğu da bir sektör. Oyuncular Sendikası’nın söylediklerini burada es geçmemek gerekir; 120 dakikalık sinema filmlerinin 6 ayda çekildiği bir sürede 150 dakikalık bir dizinin birkaç günde yetiştirilmesinin yolu bu sektörde, asgari ücrete günde 16 saat çalıştırma biçiminden geçiyor.

Konumuza dönersek, ne var ki nüfusun büyük bir kısmının bir akşamı da bu dizileri izlemekle geçiyor. 2002’den bu yana bakıldığında dizilerin konularında, işledikleri ve sundukları sosyal yapıda AKP’li dönemin kuvvetli bir yansımasının olduğu gayet net görülüyor. İlk bakışta İslami vurguların ağırlığı, kadın-erkek ilişkileri, dünyevi yaşamdan uzaklık gibi etkiler göze çarpanlardan. Bunun dışında zihin açıcı değil, dağıtıcı ve gündelik yaşamdan uzaklaştırıcılar.

Burada doğrudan AKP propagandası yapan dizileri de özel bir kategoride saymak mümkün (bkz. TRT dizileri).

İçimiz dışımız konut reklamı oldu
Ne kadar kanal değiştirerek geçmek istesek de TV’de geçirdiğimiz zamanın en büyük bölümünü reklamları izleyerek geçiriyoruz. İzlediğimiz programların içinde, aralarında, başında ve sonunda… Bir reklamı arka arkaya birkaç kez olacak şekilde izliyoruz.

Medya Takip Ajansı’nın verilerince 2015 yılına göre 2016 yılında tam olarak 737 saatin üzerinde daha fazla reklam izlemişiz. Bu artış içinde öne çıkan konut sektörü-inşaat şirketlerinin reklamlarının, sıralamada 8. sıradan 4. sıraya yükselmesi dikkat çekici.

Reklamları artan sektörlerin daha fazla satış baskısı sonucu reklam harcamalarına önemli bir bütçe ayırdıkları bilinir. Konut sektörünün, geniş kitlelerde antipati yaratmak uğruna bu denli reklama sarılması, büyük kampanya sloganları eşliğinde tüm gün televizyon kanallarında bangır bangır bağırması elbette şaşırtıcı değil.
Lakin, dünya değişirken, dünyada bazı fikirler baskın hale gelirken, bu değişimlerin bir yansımasını da reklamlarda izleyebiliyoruz. Örneğin tüm dünyada kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelesi büyürken, küresel firma devlerinden Nike’ın son reklamı, bu yansımanın en somut bir örneği. Velhasıl Nike’a kadınların özgürlüğü temalı reklamı yaptıran fikir ve mücadeleler bir yana, ülkemizdeki reklam skalası bambaşka bir yana… Bizde dön dolaş yeşili betona çevirdiği yetmiyormuş gibi tüm gece gözümüze sokulan Validebağ Konakları…

Zaman mühimdir
Gelgelelim yerleşik hale gelmiş bir alışkanlıktan kolay kolay kurtulmanın mümkün olmadığını biliyoruz. Bu nedenle televizyonu bir an da hayatımızdan çıkarmak o kadar kolay değil. Fakat her konuda olduğu gibi, bu konuda da yapabileceğimiz bir şey var!

TV kanalları aracılığıyla sunulanın bizlerin tercihlerine bağlı olduğunu hatırlayarak, öncelikle doğru bilgi akışının sağlanması, her türlü fikri kapsayan programlara yer verilmesi, siyasi propaganda aracına dönüştürülmemesi gibi konularda izleyici hakkımızı savunmak mümkün. Çok çeşitli ve nitelikli program talebinde ısrarcı olmak mümkün. Böylesi programların yayından kaldırılmasına engel olmak da mümkün.

Sözün özü, zamanın nasıl geçirildiği mühim bir meseledir. Özellikle içinden geçilen şu dönemde, zaman, kendi irademiz dışına teslim edilmemesi kadar önemli ve değerlidir.