Cadı avı tam gaz sürüyor, suçlu olanlar yerini ve konumunu koruyor, suçsuz olan çoğu insan, hak etmedikleri şeyler yaşıyor, açığa alınıyor, itinayla damgalanıyor, özenle yaftalanıyor

Televizyonunuzu kapatmayı unutmayınız!

ALPER TURGUT / @AlperTurgut01

Hani dert yeni değil, seneler evvel, gazetecilik bölümündeki bitirme tezim, “Basının Cezalandırılma Süreci” idi. İdealist ergen ben, mesleğin hava, gaz, cıva haline kanmamış, katı gerçeklerinin farkına varmış ve direkt seçimimi yapmıştım. Magazin, spor, ekonomi, vesaire vesaireyi küçümsediğimden değil ha, ‘güvenli alan’ mevzusunu sevmediğimden, tekinsiz, güvenliksiz meydanlarda ve sokaklarda olmayı ise arzu ettiğimden, yani belki. Baskı, zor, tecrit, öteleme, resmi nefret-hiddet-şiddet ve elbette yaptırım, salt silkelenip, şöyle bir güzel titreyip uyananlar içindi, gözleri açık uyumayı tercih edenlere ise, hayat çok kolay, hayat çok basit, hayat çok rahattı, tiç tereddütsüz. Özetle; aydınlıktan korkan, karanlığa bayılan egemen gücün ve onun emrini ikiletmeyen kolluk kuvvetlerinin, aykırı bir sese, görüntüye, yazıya tahammülleri pek yoktu, hatta hiç yoktu. Bizim meşum mesele, bugün, dün, önceki gün falan filan değil, ta ezelden beri, bu böyle…

Şimdiye dek kaç “Özgür Basın Susturulamaz” eylemine katıldığımı, inanın hatırlamıyorum. Çok öfkeli, az neşeli bir abimiz, “Lan gardaş, bizi hep susturmaya çabalıyor bu hıyarlar, biz ise bir avuç can, sürekli tırmalıyor, kendimizi parçalıyoruz, yıkılmadık ayaktayız diye… Sanırım doğru ve haklı yoldayız, çünkü ne onlar vazgeçiyor, ne de biz. Biliyorlar, bir kişi bile susmayacağız dese, yine de özgürlük kavgası sürecek” demişti. “Vurun ulan vurun, ben kolay ölmem” derdi, sigarayla çatallaşmış, katran sesiyle, Ahmed Arif’in bu şiirini ne çok severdi. İşte birkaç sene evvel, hasta yatağında, son nefesini vermeden bir süre önce, yüzündeki gülümsemeyi yakalamıştım güzel abinin, hep ciddiyet anıtı gibi duran adama, yalan yok, pek yakışmıştı tebessüm. Dedim hayırdır? “Bu izansız, vicdansız p.zevenkler yıkamadı, susturamadı beni, şu kanser illeti kadar olamadılar.” Hem güldü, hem de ciğerleri çıkacak gibi öksürdü, hiç ben demedi, mücadelenin isimsiz kahramanlarından biri gibi öldü. İşte her neyse, eğilmeyen, bükülmeyen, kırılan ama dimdik durmaya çalışan bir kişi kalsa bile, zalimler kaybedecek. Lakin sokaklar korkuya teslim olup, bir insan bile bedel ödemeye yanaşmaz ise, hani Sezen Aksu şarkısındaki gibi; “İşte biz, o gün tükeneceğiz!” Hiç şüphesiz.

Boş yere, “Susma, sustukça sıra sana gelecek” diye haykırmıyor insanlar, valla deli değiller, maksat macera olsun diye de takılmıyorlar. Sizlerin bilgilenme, öğrenme, gerçeği görme, yanıltılmama, kandırılmama (bu önemli) haklarınız için didiniyorlar. Peki, sizler (yani çoğunuz) ne yapıyor? Pis terörikler, devletimize bik bik ediyorlar, cici iktidarımıza kafa tutuyorlar. Eee? Hiç mi adamakıllı bir adım atmayacak, ezberinizi bozmayacaksınız? Sizden olmayan herkesi düşman bellemek, farklı olana tahammül edememek, tek ses, tek renk, tek fikir, tek düşünce olsun demek, her şeyden önce insanın, gelişmeye ve ilerlemeye açık, sorgulayan, doğruyu arayan iradesine hakarettir, bilesiniz. Özgür irade, bizi biz eden şeydir, onu teslim etmek, köleleşmek ve robotlaşmak demektir. Hani çok bildik bir laf vardır ya; “Bedenimi alabilirsin ama ruhumu asla” diye… Biat edeyim derken, ruhunuzu teslim edeceksiniz resmen. Bu yol, yol değil, demedi demeyin, harbiden sıkıntı büyük!

Eskiden, tek kanallı televizyonun siyah beyaz dünyasında, gece rap rap yürüyen askerlerin ve İstiklal Marşı’nın ardından, ekranda “Televizyonunuzu kapatmayı unutmayınız!” yazısı belirirdi. Sonra ekrana üşüşen karıncalar, parazit bir ses ile seni zorlarlardı TV’yi kapatman için, kumanda yok, kalkardın ayağa, bu zulme son verip (kapatıp), yatardın yatağa… Devletin kanalı, erken kapatıyordu dükkânı… Zaten haber namına bir şey yoktu, parti yapmayı beceremeyen yoksul evlere, eğlence işte. Hah! Aradan zaman geçti, ekranlar renklendi, kumandalar geldi, bir kanal, yüzlerce kanala evirildi, yayın akışı ise kesilmedi. Peki, haber alma hakkımız ne oldu? Affedersiniz bok oldu, bombok oldu. Birkaç özgür kanal vardı, onları da Kanun Hükmünde Kararname ile yel aldı. Normal halimiz bile dumanken, pek yamanken, OHAL’imiz, memleketin siyaset iklimine benzedi. Kurak, çatlak, çorak ve hep patlak…

Tepkinizi koyun arkadaşlar, bize bunları reva görenleri seyretmeyeceğiz deyin, hadi onca para verdiniz alete, bari televizyonunuzu kapatmayı unutmayın. Sürekli tespitleri çuvallayan, uluorta sıçan, yanıldıklarını bile kabullenmeyip, hâlâ zırva kasan yorumcuları, seyretmeyiverin gari. Soruyorum; bu mağduriyet tiplemelerini ve bitmeyen ibişliklerini, sektirmeden izlemekteki amacınız, karınız, çıkarınız, kazancınız nedir? Beyin hücrelerinize yazık, zamanınıza yazık, laçkalaşan ve hoplayan sinirlerinize yazık… Değil mi ama? Evet, tek kaynaktan beslenmeye hayır deyin, hep aynı dingilleri görmeye hayır deyin, birlik ve beraberlik söylemiyle, salt kendini dayatan ve başka ses, renk, fikir ve düşünceye yaşam hakkı tanımayan zihniyete aldanmayın. Bağımsız yayınların, kanalların tarihe gömülme çabasına katılmayın, herkesin yandaş olduğu bir coğrafyada yaşamaya alışmayın.

Veya katılın giderek büyüyen ve başa bela açmayan suskunlar korosuna, mütemadiyen hakaret eden troll kafasından farklı olduğunuzu düşünüp, kendinizi avutun. Susmanın meziyet olduğunu sanan, eziyet edilenlere iyilik yapmış olmuyor, aksine zulme yol açıyor, fenalık ve kötülük böyle büyüyor. Cadı avı tam gaz sürüyor, suçlu olanlar yerini ve konumunu koruyor, suçsuz olan çoğu insan, hak etmedikleri şeyler yaşıyor, açığa alınıyor, itinayla damgalanıyor, özenle yaftalanıyor. Bir arkadaş yazdı geçen gün, açığa alınan bazı öğretmenler, eşyalarını satmaya başlamış. Nasıl çıkar amaçlı suç örgütü ise bunlar, cep delik, cepken delik.

Şaka gibi memlekette her şey, lakin kötü bir şaka bu, güldürmeyen, düşündürmeyen, harbi kâbus muadili bir şey… Erkten, güçten yana, paradan puldan taraf, kuşkusuz çoğunluk içine hapsolmuş ve “Her şey bittiğinde hatırlayacağımız tek şey; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın suskunluğu olacaktır” sözlerini paylaşıyorlar. İnsanda utanma olur, arlanma olur. Oh be! Hem susturmaya, iftira atmaya ve muhbirlik yapmaya çalış, hem de büyük büyük lafların arkasına saklan. Bakın, insan dediğiniz, kesinlikle haddini ve tezat nedir bilecek, kapattığı pencereyi aşan ve sabır küpünden taşan işlere ise, hiç girişmeyecek.