Sanatçı, telif yasalarının kuvvetinden bağımsız bir şekilde, yapabildiği en iyi sanatı yapmaya çalışır. Nitekim bugün kıymetli olduğu düşünülen çoğu sanat eseri yoksulluk içinde yaşamış sanatçılar tarafından üretilmiştir. Bunu söylerken elbette “sanatçılar yoksulluk içinde yaşasın” demiyorum; sadece, sanat üretimindeki motive edici faktörün para olmadığını öne sürüyorum.

Telif savaşları: Sanat üretiminde motivasyon

Düşünecek olursanız, müzik gruplarının en iyi albümleri genelde ilk birkaç albümleri olur. Çünkü ilk albümler uzun yıllara yayılan, yenilik içeren ve amatör bir müzikal birikimin çıktısıdır. Zira lise ve üniversite yıllarında müzik keyifli bir hobidir. O aşamada hiçbir müzisyenin milyoner olmak gibi gerçek bir beklentisi yoktur, olamaz da… İlk albüm tutarsa (örn. Linkin Park, Guns ‘N Roses, Oasis, Pearl Jam, Interpol vesaire) büyük şirketlerle büyük sözleşmeler yapılır. Bu noktadan sonra müzik artık bir “iş” haline gelir. Piyasası, mesaisi, bürokrasisi, prosedürleri, hukuki sorumlulukları ve yaptırımları olan bir “iş.”

SANATIN METALAŞMASI

Müzik bir “iş” haline gelince siz, misal, Sony’nin sözleşmeli işçisine dönüşürsünüz, ürettiğiniz müzik de metaya dönüşür. Sonuçta Sony vb. şirketler bu işi sanat aşkı ve insanlık namına değil kâr için yapıyorlar. Lisede kafanıza göre çalarken iyiydi ama Sony’yle, PR şirketleriyle, menajerlerle, event organizer’larla, festival tekelleriyle, meslek birlikleriyle, medyayla ve avukatlarla çalışmak o kadar da iyi olmasa gerek… Eskiden istediğiniz zaman istediğiniz besteyi istediğiniz şekilde kaydederdiniz. Şimdiyse sözleşmede yazan “üç yılda iki albüm” kriterini karşılamaya çalışırsınız. Sizi sürekli “satan” tarzlara ve melodilere yönlendirmeye çalışan prodüktörler de cabası… Yani özgür, bağımsız, yaratıcı bir sanat üretimi sürecinden hukuki, bürokratik ve yabancılaştırıcı bir üretim sürecine geçersiniz. Yavuz Çetin’in dediği gibi: eğitilmiş köpeklerin, doymak bilmez maymunların yaşadığı sürüngenler şehrinde kaçacak delik arar olursunuz. Eğer siz de, diğer sanatçılar gibi, bir sürüngenler şehri sakinine dönüşürseniz, küçük bir ihtimal de olsa, zengin olabilirsiniz. İlk birkaç albümünüz ile oluşturduğunuz hayran kitlesi ve başarılı PR stratejileri sayesinde “star” değeri yarattığınız için öksürseniz satar (bkz. Metallica, Sezen Aksu, Teoman, Mirkelam vesaire). Fakat yeni işleriniz eskileri kadar yaratıcı ve iyi olmaz.

Bu şablon edebiyat eserleri için de üç aşağı beş yukarı böyledir (belki tepe noktası ilk roman olmaz da üçüncü, dördüncü roman olabilir). Başta iyi bir hikâye, çekici karakterler ve akıcı bir dil ile birkaç iyi roman yazmış olabilirsiniz (örn. J.K. Rowling). Fakat bir noktadan sonra tıkanma gel(ebil)ir, yazamazsınız. Ancak sistem (örn. Bloomsbury Publishing ve Scholastic Press), daha fazla para kazanmak için, sizi daha çok roman yazmaya zorlar. Tıkandıysanız, icabında, OxBridge’ten birkaç edebiyat doktora öğrencisi tutarsınız, ellişer bin pound verip Harry Potter’ın devamını yazdırırsınız. Sonuçta formülü olan şablon halindeki popüler metaların benzerlerini, devamlarını üretmek ucuz ve kolaydır. 150 bin pounda sipariş verip yazdırdığınız roman, şarkı veya senaryo, yıldız isimler üzerinden dağıtılırsa 150 milyon pound kazandırır (bkz. hayalet yazarlar). Bu para yazar, çizer, matbaa, personel, reklam, pazarlama, eleştirmen ve yayınevi arasında belli oranlarla pay edilir. Kısacası, bu oyuncak dünyada kimisi askercilik, kimisi hırsız-polis, kimisi evcilik oyunu oynarken kimileri de yazarı, müzisyeni ve senaristi oynar. Şairi oynar demiyorum; çünkü şiir, kapitalizmin tam manasıyla metalaştırmayı beceremediği bir sanat formu. Şiir yazarak Rowling, King, Ümit veya Şafak kadar zengin olan bir şair aklınıza geliyor mu? Gelmiyor… Çünkü yok. Şiirin neden metalaş(tırıla)madığı ise ayrıca ele alınması gereken güzel bir konu.

SANATTA TELİF YASALARI

Yavuz Çetin’in tarif ettiği şehrin bir sakini olduysanız eğer, derdiniz kaliteli ve orijinal sanat üretimi yapmaktan çıkıp gerici telif yasalarını kullanarak önceki işlerinizden yağ çıkarmaya döner. Şarkı paylaşım uygulaması Napster’a, sekiz sene önce bir öğretmenler forumunda karikatürünüzü paylaşan Türkçe öğretmenine veya Bağcılar’daki bir düğün salonunda şarkınızı macunlayarak çalan piyanist şantöre davalar açmaya başlarsınız. Bizatihi işiniz bu olur; yani yasaları kullanarak telif toplamak… Bunun için telif ve avukatlık büroları açarsınız (örn. Komik Büro, Telifport, Proofstack vesaire). Mesainizi karikatür çizmek ya da yeni şarkılar yazmak yerine telif davaları açmakla geçirirsiniz.

Dolayısıyla telif yasaları sanat üretiminin niteliğini ve niceliğini arttırmaz; sadece önceki üretimler üzerinden yasal, ama meşru olmayan, bir rant tezgâhı kurar. Zira sanatçı, telif yasalarının kuvvetinden bağımsız bir şekilde, yapabildiği en iyi sanatı yapmaya çalışır zaten. “Ben telifine göre iş yaparım” diyenlere sanatçı değil “bakkal” denir. Nitekim bugün kıymetli olduğu düşünülen çoğu sanat eseri Bach, Kafka, Monet, Poe, Vermeer, Dickens, Steinbeck ve Van Gogh gibi yoksulluk içinde yaşamış sanatçılar tarafından üretilmiştir. Bunu söylerken, elbette, “sanatçılar yoksulluk içinde yaşasın” demiyorum; sadece, sanat üretimindeki motive edici faktörün para, yani telif yasaları, olmadığını öne sürüyorum.

Geçenlerde, Neil Young diskografisini 150 milyon dolara sattı. Neil Young o diskografiyi 150 milyon dolar için yazmadı. O şarkıları yazarken bu kadar edeceğini bilmiyordu bile. Zaten bilseydi, yani genç yaşta kafasını telif işleriyle bozmuş olsa, o şarkıları yazamazdı. Bilmediği, düşünmediği ve hesap etmediği için yazabildi; bu da sanat üretiminin paradokslarından biridir. Telif yasaları ve müzik endüstrisinin geldiği noktada o diskografiye birileri 150 milyon dolar verdi, bir yatırım malı olarak. Muhtemelen Neil Young, yeni yatıyla dünya turuna çıkarken yeni bir albüm yapmayı aklının ucundan dahi geçirmeyecek. Olur da yaparsa, en iyi albümlerinden biri olmayacağının garantisini verebilirim. Demem o ki telif yasaları ile sanat üretiminin niteliği ve niceliği arasında çok zayıf bir bağlantı vardır.

Telif rantı yemek çok tatlıdır. İktisattaki doğal kaynak lanetine benzer biraz; petrolünüz varsa daha iyi ve daha çok bilim, teknoloji, eğitim, sanayi malları vs. üretmenize gerek kalmaz (örn. Suudi Arabistan). Bakın, festival tekelinde headliner çıkan gruplardan Mor ve Ötesi en son stüdyo albümünü dokuz sene önce çıkarmış, 2012 yılında; Emre Aydın, 2013; Duman, 2013; Manga, 2014; Athena, 2014; Teoman, 2015; Halil Sezai, 2015; vesaire… Spotify, Apple Music, YouTube vb. dijital platformlardan telif ödemeleri, festival tekeliyle yapılan blok anlaşmalardan da vergisiz kaşeler gelirken daha çok, daha kaliteli, daha orijinal işler yapmaya gerek var mı?! On dönüm bostan, yan gel yat Osman… Dolayısıyla telif yasaları sanat üretimini arttırmaz ama, ölçmesi biraz zor olsa da, sanat üretiminin niteliğini ve niceliğini düşürdüğü bile iddia edilebilir. İktisatçı Ugo Pagano’nun makro ölçekte “iktisadi krizin ve ekonomik yavaşlamanın esas sebebi fikri mülkiyet tekelidir” hipotezinin altında bu mantık yatar.