Savaş denilen ölümcül “temas”taki Rusya ve Ukrayna dışişleri bakanları Antalya’da ilk “diplomatik temas”larını gerçekleştirirken, şehrin bir ucunda da 7’ncisi düzenlenen Psikiyatri Kış Okulu’nda “Temas-sızlık” konusu tartışılıyordu.

İlhan CihanerSiyaset ve Temas-sızlık” oturumunda, iki yıl önce pandemi paniği günlerinde, “Ne kadar temas, o kadar insan” başlığıyla yazdığım ve “Ya dünyanın yeni koşulları içinde daha çok, çok daha fazla temas etmenin yollarını bulacağız ve insan kalacağız ya da insanlığımızdan olacağız” dediğim yazıyı anımsattı.

Bir kabulümüz var; temas iyidir, örgütlü ve politik olmak demektir. Temassızlık ise kötü, örgütsüzlük, apolitiklik!

Konforu temasta arayarak etrafını kalabalık tutup, ne kadar çok insanla birlikte olursa o kadar iyi hissedenler de var, kalabalığın yol açabildiği sorunlardan kaçarak temassız bir yalnızlığın konforuna sığınanlar da.

Şimdi, yanı başımızda bir savaş yaşanırken temas ve temassızlık konusu bambaşka sorulara kapı açıyor. Temas “iyi”dir, ama bugün “temassız” bir Rusya ve Ukrayna’yı tercih etmez miydik?

İnsanların siyasetten, siyasal parti ve örgütlerden uzak durmalarının bir nedeni o yapılar içindeki “temas” hallerinden duyulan rahatsızlık değil mi?

Ve bazen “temassızlık” son derece politik, hatta yepyeni temas halleriyle örülmüş alternatif örgütlenmelere giden yolda bir adım değil mi?

Medyanın “çıkar ve yalan” dolu halinden rahatsızlık duyanların, medya ile temastan vaz geçmesi; gazete okumayıp televizyon izlemeyerek bir tür pasif direniş geliştirmeleri fena mı? Bu temassızlık halinden; daha kapsayıcı, çıkarların değil doğrunun peşinden giden bir medya yapısına gidilemez mi?

Şöyle de sorabiliriz; yeni bir medya ya da yeni siyaset ve örgüt formlarına ulaşmanın ilk adımı onların mevcut hallerinden bir kopuş, bir temassızlık değil mi?

Ne kadar temas, o kadar insan” derken, pandemiyle dayatılan temassızlığa itiraz ederek, insanın tek başına var olamayacağını, toplumsal bir varlık olduğunu ve bir gününü insanlarla temas etmeden geçiren birinin o gün insan olmaktan uzaklaşacağını anlatmaya çalışmışım.

Galiba, mesele temas ve temassızlık arasında bir seçim değil, temas biçimleri ve temasın nitelikleri arasında bir tercih yapmak.

60’ların “Savaşma seviş” sloganı, Vietnam Savaşı’na karşı çıkanların “yok edici temas” biçimlerine karşı bizi “yaşatan ve çoğaltan temas” biçimlerine çağrıydı. Bir boş vermişlik sloganı değil!

Nasıl bir temas?” kadar, “Kimlerle temas?” konusu da önemli. Şimdi, anti-emperyalizm ve ABD karşıtlığı gerekçesiyle Rusya ile temastan yana olanlar veya demokrasi, özgürlük, uluslararası hukuk gibi gerekçelerle Batı’yı kucaklayanlar var.

Vatandaşı olduğu halde ABD’nin, Yahudi olduğu halde İsrail’in saldırılarına asla kayıtsız kalmamış ve şiddetle tepki göstermiş Chomsky, iki hafta önceki Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline giden süreçte ABD ve NATO’nun sorumluluklarına da işaret ettiği röportajında, söze “Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin büyük bir savaş suçu olduğunu”, “hiçbir gerekçenin bunu hafifletemeyeceğini” vurgulayarak başlıyordu.

Peki, böylesi bir savaş yaşanırken, kimlerle nasıl bir temastan yana Chomsky? Anavatanlarını savunanlarla, dehşetten kaçanlarla ve büyük kişisel riskler alarak devletlerinin suçlarına alenen karşı çıkan cesur Ruslarla temastan yana! Büyük bir küresel yıkıma da yol açabilecek bu savaşın derhal durmasını isteyenlerle temastan yana!

Ve her şeye karşın enseyi hiç karartmadan… Eleştirel Psikiyatri Grubu’nun Psikiyatri Kış Okulu’nda öğrendiğim Güney Amerika duvar yazısının “Karamsarlığı daha güzel günlere bırakalım” tavsiyesiyle uyarak!