Temiz forma

Günümüz futbolundan sıkıldığım – ki bu aralar çokça oluyor- anlarda eskilere dönüyorum her futbol aşığı gibi. Çimlerin şimdiki gibi fosforlu yeşil olmadığı, tribünlerin antik tiyatroyu andırdığı eski günlere… Maçları zaten defalarca izlemiş olduğumdan maçtan başka şeylere bakıyorum daha çok. Taraftarların kıyafetlerine, saçına – sakalına, futbolcuların saç modellerine – ki bu tamamen başka bir yazı konusu- mimiklere, hakemlere, yedek kulübesine. Değişen en temel şey belki de forma kültürü. Dünyanın, ülkenin, ekonominin, moda anlayışının değişmesiyle formalar da başkalaşmış. O yüzden Prekazi’nin Monaco’ya attığı muhteşem frikiği izlerken ya da Meksika 86’da Maradona’nın altı Belçikalı’yı ipe dizdiği sahnede o kısacık şortu insan biraz yadırgıyor. Öte yandan formalara özenmeden de edemiyor. Futbolun endüstrileşmediği formaların tertemiz, sadece arma ile süslendiği o yıllara özlemle bakıyor.

Artık moda ve futbol pek aynı cümelde geçmese de 70’ler ve 80’lerde durum farklıydı. Mesela İngiltere’de Liverpool ve Everton takımaları holiganlarının başlattığı “Casual” akımı vardı. Polisten kaçmak ve kamufle olmak için takımlarının formalarını ya da atkılarını takmadan genellikle çaldıkları garip renk ve desende kıyafetleri giyiyor; kimsenin kullanmadığı ayakkabıları seçiyorlardı. Akım o dönemde dalga dalga yayılsa da endüstriyel futbolun altında ezildi. Artık ne giyeceğimiz kulübün kontolü altındaydı ve sağ olsunlar bizleri düşündüklerinden (!) baştan ayağa, tepeden tırnağa her ihtiyacımıza yönelik ürün çıkartıyolardı. Fakat aldıklarımızla sadece kulübe doğrudan nakit akışı sağlamanın yanında sponsorlara da fayda sağlıyordu. Annelerimizin ördüğü renkli yün atkılardan neredeyse her maça özel üretilen atkılara; işporta malı formalarımızdan her sezon değişen tasarım formalara terfi ettik.

Formaların tasarımlarının değişmesinin yanında her sezon sponsorlar da değişiyordu. 90’larda futbol kulüpleri neredeyse reklam vereni ile özdeşleşmişti. Hatta Beşiktaş’ın forma sponsorunun adının geçtiği bir tezahüratı bile vardı. Şimdi bile birçok kulübün ikonik formasını gözümüzün önüne getirdiğimizde o markalar da formanın bir parçası gibi. Avrupa’da forma reklamı 70’lerden beri uygulanıyor. Hatta bir ara milli takım formalarına bile reklam alınmasına izin verilmiş. Göğsünde markayı taşımak belki ilk etapta futbolculara garip gelse de şimdilerde göğüs, kol, sırt, şort… Her yerde farklı marka taşınıyor. Bir dönem Türk futboluna da girmeye çalışan “şort arkası” reklamlarındansa bahis açmak bile istemiyorum!

Takımların ara ara çıkardığı markasız, özel formaların çok fazla satmasından taraftarın “temiz” formayı özlediğini söylemek mümkün. Zaten öyle olmasa yıllarca forma reklamı almadan Unicef’e elçilik eden Barcelona’yı konuşup, özenmezdik. Gel gelelim güvendiğimiz kale de yıkıldı ve endüstriye teslim oldu. Barcelona da forma reklamı alıyor. Sevinelim mi üzülelim mi bilmem artık elimizdeki en temiz forma Gaziantepspor’da. Sevinelim çünkü ilk kez bir futbol takımının göğsünde “taraftar” yazıyor; üzülelim çünkü bir Süper Lig takımı kendine sponsor bulamadığı için taraftardan destek alıyor. İnsan bu duruma içerlese de formanın göğsünde takımın esas sahibinin adını görmek içten içe gurur verici.

Elbette formanın temizliği reklamıyla ölçülmez, elbette bugünün gereklerine ayak uydurmak şart ama insan ister istemez çocukluğunu, yün atkısını, her yeri logo ile dolmamış çubuklusunu – parçalısını arıyor. Çıkartın her sene logosuz forma söz diğerini de alacağız.