Devrim, geleceğe havale edilmekten ziyade şimdiki zamanı yapılandıran bir unsur olarak yeniden ele alınmalıdır. Faili olduğumuz politik cepheyi bulunduğumuz noktada kurmak anlamına gelen içsellikler, geleceğe endekslenmiş programlardan çok daha işlevseldir, kaldı ki muhtemel sıçramaların da ön-koşuludurlar

Temsil ve devrim hakkında ‘akılla konuşma’

-I-
"Ben kurtarıcı değilim. Kurtarıcı diye bir şey yoktur. İnsanlar kendilerini kurtarırlar" / Che Guevara

Filmi hatırlayanlar vardır: Cüneyt Arkın ünlü bir beyin cerrahıdır ancak derdinden alkolik olmuştur. Önemli bir operasyon için kendisinden yardım istenir. Titreyen ellerini göstererek "Bu ellerle mi?" der.

Yazıya oturmadan önce semt çarşısına gidip öteberi aldım; kasapla, manavla muhabbet ettim. Görüş alanıma envai çeşit insan girdi çıktı. Elimde poşetler eve doğru yürürken karşılaştığım insanları zihnimde yan yana dizdim. Verdikleri resim tam bir umutsuzluktu. İçimden şöyle dedim: Devrimi bu insanlarla mı yapacağız?

Marksizm’e göre devrim işçi sınıfının önderliğinde yapılır. Amaç, üretim ilişkilerini değiştirerek toplumsal yaşamı ve insanı dönüştürmektir. Bu bağlamda devrime yönelik her etkinlik ve her uygulama ‘Praksis’ olarak tanımlanır.
Marx, insan düşüncesinin somut bir doğruya ulaşıp ulaşamayacağı sorununun ‘uygulamayla’ ilgili bir sorun olduğunu söyler ve ekler: "Düşüncenin doğruluğu ve gücü ‘Praksis’te gösterilmelidir."

Böyle söyleyerek meselenin hatlarını büyük ölçüde çizmiş olsa da, (modern) bireyin iradesindeki bölünmelere ve toplumun parçalı yapısına bakıldığında Praksis’in kapsamının genişletilmesi gerekebilir; dolayısıyla, ‘bir amaca yönelik bedensel ve ruhsal etkinliklerin tümüdür’ demek yerinde olur. Açalım.

Praksis: (1) Anlık, kısa, orta ve uzun vadeli amaçlar tarafından belirlenir, ancak her durumda nihai hedefe yöneliktir. (2) Nihai hedef (henüz) gerçekleşmemiş olduğundan günlük yaşamla ve yakın gerçeklikle ilişkisinin boyutu önemlidir. (3) Bedensel etkinliklerle kastedilen –adı üzerinde- bedenin kullanıldığı bütün iyi işlerdir: Örgütlenme ve propaganda faaliyetleri, protesto yürüyüşleri, pasif eylemler, sportif organizasyonlar, sokak performansları, sahne gösterileri, topluca gidilen piknikler, sosyal sorumluluk projeleri, kooperatifler, eş dost ziyaretleri, tek başına ya da grup halinde yapılan tüm yaratıcı ve üretken faaliyetler vb. (4) Ruhsal etkinlikle kastedilense metafizik hislenmeler değil, dış dünya ile kurduğumuz ilişkiler sonucu oluşan fizik duygulanımlar ve bu duygulanımların tetikledikleri entelektüel faaliyetlerdir. (5) Praksis’in kapsamına giren her hareket (aksiyon) ve her önerme (aksiyom) aynı zamanda ‘kurucu’ öze sahiptirler. (6) Varoluşsal bir hareket tarzı olarak Praksis’le, nihai hedef olan devrimin güncel bileşkesi ‘kurucu politikalardır’.

Peki, ‘kurucu politika’ ne anlama gelmektedir? Kestirmeden söyleyelim: Bireye ve kitleye içkin özelliklerden biri olan ‘dayanışmanın ve işbirliğinin’ açığa çıkarılıp yaşatılmasından başka şey değildir. Bu nedenle, dolaylı olduğu için zayıf temelli olan ‘politik temsillerle’ arasında yapısal fark vardır. Kötü yaşamın kodlarını tedricen silmesi ve/veya bir defada tasfiye etmesi, iyi yaşamın kodlarını ise yeniden oluşturması hasebiyle, (mevcut) yönetim mekanizmaları karşısında edilgen değil ‘etkendir’. Sınıfsal bağlamına gelince: Emeği, mesai ve mesai sonrası saatlere hapsederek emekçinin kontrolünü kolaylaştıran bütün kurumsal işleri reddeder. Bu yüzden (kapitalist) devlet kurumlarına ve şirketlere kuşkuyla bakar. Sadece politik yaşamın değil, bütün bir yaşamın üretimini amaçladığından, emeğin gerçek manada özgürleşmesine ve dolaşımda kalmasına odaklanır.

Evler ve yollar dâhil bütün mekânların (kurumsal) emek alanı haline geldiği günümüzde (muhalif bir pratik olarak) kurucu politiğin zemini fazlasıyla mevcuttur. Kaldı ki, özündeki dayanışmacı dinamikler, devletler ve şirketler var olmadan önce de vardı. Söz konusu dinamiklerin toplamı ‘halkın(çokluğun) kurucu gücü’ dediğimiz şeydir. Temsilcilerin bedenen ve zihnen toplam üretkenlikleri, temsil ettikleri kitlenin toplam üretkenliğine kıyasla son derece düşük olduğundan her türlü ‘kriz’ sisteme içkindir. Dolayısıyla ‘yatay ve doğrudan’ siyaset zemininde var olmaları kolay olmadığından, dikey ve dolaylı siyaset zeminini yeniden üretmenin derdindedirler. Zira politik rant tatlıdır, krizlerin tırmandığı dönemlerde halden hale girmelerinin nedeni de budur. Hal böyleyken, temsilcilerin temsil sürelerini uzatmaları, ‘siyasi hak ve kural’ addettikleri türlü marifetlerle mümkün olmaktadır: İktidardakiler, devletin(halkın) parasını, bürokrasinin ve yasaların gücünü ve seçilmiş olmanın (tartışmalı) meşruiyetini kullanırken; ana muhalefet, partinin bürokratik gücünü ve seçilmiş olmanın (tartışmalı) meşruiyetini kullanır. Velhasıl kurucu politikanın önündeki en önemli engeller; ‘temsili sistem’, ‘yönetim bürokrasisi’ ve bu ikisinin gerçekte hizmet ettikleri ‘sermayedir’.

temsil-ve-devrim-hakkinda-akilla-konusma-451907-1.
Fiziksel ya da ruhsal bir engeli yoksa bir insan kolay kolay atalete kapılmaz. Yani durduk yerde kendisini faaliyetten men etmez. Zira düşlemekten ve düşlediğini uygulamaktan kaynaklanan iki ayaklı varoluşuna ters bir durum yaratmış olur. Devrim düşüncesi bir ütopyaya dönüşmüşse günlük yaşamı devrimin sembolleriyle ve imajlarıyla kuşatmak (aslında) bilinçdışı bir reflekstir, belki varoluşsal bir tercihtir ve fakat bir yanıyla çürümedir.

-II-
‘Devrimden başka bir hayat yoktur’ / Che Guevara

Sözlükte ‘derin’ sözcüğü için ‘dibi yüzeyinden uzak olan’ yazıyor. Yani ölçülebilir, ‘nicel’ bir büyüklüğe karşılık geliyor. Farsça kökenli ‘deruni’ sözcüğü içinse ‘içsel’ demiş. İçsellik, derinlik gibi ölçülemediğinden ‘nitel’ bir anlama sahiptir. Nitel ise, ‘bir şeyi benzerlerinden ayıran varoluş tarzı’ anlamına gelen ‘nitelik’ kavramının köküdür.

Nicel birikimlerin belli şartlar altında nitel dönüşümlere neden olduğu lise kimyası bilgisidir; deniz seviyesinde suyun yüz derecede sıvı fazından gaz fazına geçmesi gibi. Söz konusu nicelik-nitelik ilişkisinin toplumsal yaşamdaki karşılığınaysa malumunuz Devrim diyoruz.

Devrime yönelik etkinlik demek olan Praksis’in azlığı ve çokluğu arasındaki fark derindir. Bir günün ya da bir yılın ne kadarının bu işe ayrıldığı ölçülebilir çünkü. Çıkan sonucun yeterli ya da yetersiz oluşu zamanla deruni (içsel) bir gerçekliği var eder. Dolayısıyla, bir devrimcinin ‘ruh hali ve devrim algısı’ Praksis’in azlığı veya çokluğu tarafından belirlenir dersek yanlış bir cümle kurmuş olmayız.

Devrim yolunda emek sarf edenlerin sayıları ve faaliyet süreleri azaldıkça devrim kavramının içi de (giderek) boşalır. Zira tasarımlanıp gerçekleştirilebilir bir ‘hadise’ olduğundan kesintisiz faaliyetlerle ve genişleyen hareket tarzlarıyla var olabilir. Faaliyetler aksadığında yahut sönümlendiğinde kavramdan geriye kırılgan bir kabuk kalır; onun da içi, hayallerle, temennilerle, ağdalı sözlerle ve acıklı şarkılarla vb. doldurulur.

Faaliyetsizlik devrimin gerçekleşme ihtimalini otomatikman azaltır. Sistem kendi faaliyet anlayışını dayatarak bu ihtimali büsbütün ortadan kaldırır. Evlerden okullara, okullardan şirketlere, şirketlerden emeklilik mekânlarına, oradan da şehir mezarlıklarına giden hatlar ve üzerlerine serpiştirilmiş suni hedefler sistemik faaliyetin belli başlı unsurlarıdırlar. Sistemik kültürse -okullar ve medya aracılığıyla- kurgu bir yaşamın biricik özneleri olduğumuz yalanını söyler durur. Yalanı fark etmek, alternatif bir yaşama olan inancın filizlenmesine neden olur. Aslında Devrim bu yalanı fark etmekle başlayan sürecin adıdır. Yaşamın öznesi ‘olamayanların’ bir araya gelerek oluşturdukları ‘toplumsal özne’ tarafından hızlandırılır ve asla bir ütopya değildir. En önemlisi, geçmişle şimdinin, şimdiyle geleceğin ilişkisinden ‘bağımsız değildir’. Bu özelliğiyle, mevcut insan ilişkilerini dikeyden yataya çevirmenin ve yaşamın maddi/manevi kaynaklarını dönüştürmenin karşılığıdır. Bulunulan mekânda ifa edilmesi gereken etik-politik bir faaliyettir. Devrimciliğe gelince; eklektik (seçmeci) bir görev değildir; deruni bir duruş, bir içsellik hali, bir varoluş tarzıdır.

Gerçekleşme ihtimali ‘fiziken’ azalmış bir hedefin neden olduğu umutsuzluğa, hedefi ‘metafizik’ düzlemde “var ederek” katlanabilirsiniz. Aslında yaşanılan bir tür inanç yitimidir. Ritüeller, semboller, hayaller, temenniler, ağdalı sözler ve acıklı şarkılar böyle zamanlarda doğarlar. İsyankâr bir kültürün gündemde tutulmasına yardımcı oldukları ölçüde –kuşkusuz- anlamlıdırlar; lakin “arabesk” duyarlılıklara ve içe kapalı alışkanlıklara dönüşmemelidirler. Bu yüzden ‘salt Devrim düşleri kurarak yaşamak’la ‘Devrim’e yönelik faaliyetlerde bulunmak’ arasında hem ‘derin’ hem de ‘deruni’ fark vardır. Bahse konu ‘farkların’ olumsuz sonuçlarını doğrudan ya da dolaylı yaşıyoruz.

Devrim, geleceğe havale edilmekten ziyade şimdiki zamanı yapılandıran bir unsur olarak yeniden ele alınmalıdır. Faili olduğumuz politik cepheyi bulunduğumuz noktada kurmak anlamına gelen içsellikler, geleceğe endekslenmiş programlardan çok daha işlevseldir, kaldı ki muhtemel sıçramaların da ön-koşuludurlar.

Marx’ın, Devrim’e yönelik etkinlik olarak tanımladığı, kimi Marksistlerin ‘kurucu politika’ dediği Praksis, şimdiki zamanı yapılandırmanın kavramsal karşılığıdır. Praksis’in ve Devrim’in aktüel sarmalına sokuşturulan ‘temsil siyaseti’ ise, sarmalın dönüştürücü etkisini azaltmaktan başka şeye hizmet etmez. Temsilin kaçınılmaz olduğu durumlar elbette olabilir ancak abartılmamalı, uzatılmamalıdırlar. En vahim taktik hata ise sağ oluşumlarla ittifak yapılmasıdır.


Fiziksel ya da ruhsal bir engeli yoksa bir insan kolay kolay atalete kapılmaz. Yani durduk yerde kendisini faaliyetten men etmez. Zira düşlemekten ve düşlediğini uygulamaktan kaynaklanan iki ayaklı varoluşuna ters bir durum yaratmış olur. Devrim düşüncesi bir ütopyaya dönüşmüşse günlük yaşamı devrimin sembolleriyle ve imajlarıyla kuşatmak (aslında) bilinçdışı bir reflekstir, belki varoluşsal bir tercihtir ve fakat bir yanıyla çürümedir.

Adını anmakla yetindiğimiz sürece ‘ondan uzaklaştığımız’ bir hadisedir devrim. Ve Praksis’le aynı şey olduğunu idrak edemediğimiz sürece ‘bizden uzaklaşan’ bir ütopyadır.