Temsili demokrasi nasıl zorlanabilir, nasıl genişletilebilir, halk yararına bir sisteme dönüşebilir, dönüştürülebilir mi?

Temsili demokrasi çıkmaz sokak mı?
Fotoğraf: AA

Cumhurbaşkanına olağanüstü yetkiler tanıyan yürürlükteki sisteme, pratikte yetkileri de aşan uygulamalara karşı muhalefet partilerinin parlamenter demokrasiyi savunmaları kuşkusuz iyi bir gelişmedir. Kapitalizme karşı mülkiyet ilişkileri açısından itirazları olmayan bu partiler parlamentonun yetkilerinin artırılmasını öngören, yasama yürütme yargının birbirinden bağımsızlığını öngören “güçlendirilmiş” bir sistemden söz ediyorlar. Öyleyse bu partiler açısından tartışma konusu, sistemle çatışmasız temsili demokrasinin geliştirilmesi, yetkinleştirilmesidir. Sosyalistler ise konuya dahil olurken daha farklı bir açıdan yaklaşırlar. Bu nedenle de tartışmanın cumhurbaşkanlığı sisteminin seçimlerde parlamenter demokrasi savunucuları karşısında yenilgiye uğratılması ile sınırlı kalmaması, kuvvetler ayrılığı ilkesinin içinin doldurulması, örneğin yasama ile yürütme arasındaki ilişkinin derinleştirilmesi, tarihsel bir bakışla temsili demokrasinin hangi evrelerden geçtiğinin ve nihayet devrimci bir perspektife sahip olup olmadığının araştırılması yerinde olacaktır. Bu konu Marksistler açısından siyasetin aktif ögeleri olmak, siyasetin dışına düşmemek ve siyasete gelecek perspektifi ile müdahale etmek meselesidir. Bu konuya teorik yaklaşım ile pratik deneyimin birebir örtüşmesi söz konusu olamaz; sosyalistler pratiğin önlerine koyduğu sorunları, “Bu bizim konumuz ya da teorimizde öngörülmemiş bir meseledir, bu iş bitsin gelişen duruma göre sonra bakarız” diyemezler. Kuşkusuz sosyalistler “Mülkiyet ilişkilerini değiştireceğimiz bir zaman nasılsa gelecektir” diye akıl yürütemez, kuramın saflığını koruma kaygısıyla siyasetin dışına savrulmayı kabul edemezler. Demek ki kuram ile pratik arasındaki ilişki kuramın saflığını korumak, siyasetin kirinden uzak tutmak olarak anlaşılmamalıdır. Can Soyer’in dediği gibi “Marksist siyaset asla kurama uygun bir hareketin sıfırdan ve temiz bir zemin üzerinde kurulması biçiminde olmaz. Aynı biçimde, Marksist siyasetin harekete geçmek için sabit nokta ya da ideal bir an beklemesi söz konusu değildir. Siyaset her zaman belirli bir toplumsal formasyonun tarihsel ve güncel çatışmaları içinden, yani deyim yerindeyse kitabın orta yerinden başlar.” (Marksizm ve Siyaset, s.239, Yordam Kitap) Öyleyse kuramı göz ardı etmeden pratiğin tehlikelerle dolu dünyasında yol almak, mücadele etmek sosyalistler için kaçınılmaz, sonraya bırakılmaz bir görevdir.

Burjuva siyaset demokrasiyi sevmez

Temsili demokrasi partiler sistemidir. Egemen sınıfın sistemi koruma konusunda farklı ideolojik yaklaşımlar sergileyen kendi partilerine alanı açarken solun sosyalistlerin partileşmesini engellemek için çaba harcadığını biliyoruz. Türkiye’de komünist partinin kurulmasını yasaklayan ünlü TCK’nin 141-142. maddelerinin kaldırılması uzun bir mücadeleyle gerçekleşti. Burjuva siyaseti, muhalif partilerin önünün kesilmesi, oyların denetlenmesine imkân tanıyan seçim sistemlerinin duruma, kazanç kayıp hesaplarına göre değiştirilmesi, verilen oyların baraj yöntemleriyle geçersiz sayılması ve daha birçok yöntemle egemenliğini güvence altına almak için çalışır ve bu yöntemleri kullanmakta ustadır, ısrarlıdır, başarılıdır. Bunun tek istisnası 1961 Anayasası’nın yarattığı görece özgür koşullarda uygulanan milli bakiye sistemi ile Türkiye İşçi Partisi’nin 15 milletvekili ile parlamentoya girebilmesidir. Bu “arıza” sonraki seçimlerde düzeltildi ve sol yeniden parlamento dışına sürüldü. Bu zincirin kırılması bir ölçüde Kürt siyasi hareketi ile birlikte hareket eden solun parlamentoda çok sınırlı kısıtlı temsil edilebilmesi ile gerçekleşmiş, Kürt siyasi hareketinin sola dönük politikası hem buna olanak sağlamış hem de bundan böyle solun temsili demokrasi kısıtlamalarını kırabileceğini, olanakların arttığını göstermiştir.

Temsili demokrasi geliştirilebilir mi?

Temsili demokrasi nasıl zorlanabilir, nasıl genişletilebilir, halk yararına bir sisteme dönüşebilir, dönüştürülebilir mi? Siyasi gelişmeler her zaman önceden tahmin edilemeyecek olumlu ya da olumsuz koşullara gebe olabilir. Teorik öngörülerle kimi zaman hızla gelişen pratiğin karşı karşıya geldiği bu anlarda pratik daha belirleyici ve göreve çağırıcıdır. Bu koşullarda solun görevi durumu iyi gözlemlemek, durumun gereklerini yerine getirmekten kaçınmamaktır. Türkiye’de son dönemin yoğun tartışması cumhurbaşkanlığı sisteminin değiştirilmesi, parlamenter demokrasiye nasıl olacağı içeriği anlatılmamış olsa da muhalefet partilerinin tanımıyla genişletilmiş, güçlendirilmiş parlamenter demokrasiye geçilmesidir. Öyleyse sol da bu durumu değerlendirmek, ortaya çıkan ihtimalleri görmek, görmekle de yetinmeyerek müdahil olmak durumundadır.

Öncelikli talep herhalde temsilin halkın isteklerini nasıl yansıtabileceği, verilen oyların uçup gitmesinin, egemenlere armağan edilmesinin önüne nasıl geçileceği sorularına gerçekçi yanıtlar aramak olmalıdır.

İkincisi siyasette yasakların sıfırlanması düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün tam olmasının sağlanması, sendikalaşma özgürlüğünün, grev hakkının güvence altına alınmasıdır.

Üçüncüsü parlamentonun halkla ilişkisini sürekli kılacak mekanizmalar oluşturulması, meslek örgütlerinin sivil toplum kuruluşlarının kültür dünyasının katılım mekanizmalarının kurulmasıdır.

Dördüncüsü vekillerin seçim bölgelerine hesap verebilir olmasının, seçmenlerin çoğunluğunca gerektiğinde geri çağrılabilmesinin yöntemleri bulunmasıdır.

Beşincisi halkın dile getirdiği taleplerin yalnızca seçim zamanlarında değil iki seçim arasında da belli sayıda imza ile parlamentoda görüşülebilmesi sağlanması olabilir.

Altıncısı yerel yönetimlere il sorunları kapsamında merkezi hükümet ve parlamento yetkileri tanınmalı, belediye meclislerinde tartışılması ve karar altına alınan konuların parlamentoda görüşülmesi sağlanmalıdır.

Yedincisi ise yasamanın yürütmenin ve yargının denetlenebilir olmasıdır. Bu konu ile ilgili yapılanma gerçekte Türkiye’de vardır. Sayıştay, Danıştay, Anayasa Mahkemesi bu görevleri yerine getirebilecek kurumlardır. Bu kurum ve kuruluşların çalışmasının önündeki engellerin kaldırılması ile denetleme görevi bir ölçüde yerine getirilebilir.

Bu öneriler kuşkusuz daha da ayrıntılandırılabilir; sistemi değiştiremese de demokratikleşme yolunda bir Cumhuriyet’i öngörür. Demokratik Cumhuriyet için ise çağdaşlığı yani sekülarizmi ve aklın egemenliğini esas alan laiklik ön koşuldur.

***

Bütün bu çerçeve tartışmak için iyi bir temel olmayabilir, ama en azından üzerinde düşünülebilecek ham bir malzemedir. Her şeyden önce biliyoruz ki, ne kadar demokratik olursa olsun ya da hangi adı verirseniz verin, ne kadar geliştirirseniz geliştirin temsili parlamenter demokrasi üretim araçlarının mülkiyetine sahip bir sınıfın egemen olduğu sistemde, bu mülkiyet düzeni değiştirilmedikçe gerçek bir demokrasi olmayacaktır. Bu nedenle de sosyalistler komünistler temsili demokrasinin durağan bir sisteme dönüşmesini yeterli bulmaz, kabul edemezler. Onlar bu sistem içinde halkın desteğini kazanmak için yoğun bir çaba içine girerler ve görüşlerini, nasıl bir sistem öngördüklerini hiç gizlemeden anlatmayı sürdürürler. Burada tartışılan konu ya da sorunun dar kapsamda da olsa çözümü halkın aktif katılımı olmadan başarılmaz. O nedenle de bu aktivitenin türlü biçimlerini harekete geçirmek sosyalistlerin gündemi olmalıdır.

Burada sisteme muhalif partiler arasında gizli hiçbir öge, komplocu hiçbir heves yer almaz; komploculuk, darbecilik demokrasinin sahte savunucusu piyasacı mülkiyetçilerin özelliğidir.