Aslında seferi haldeyim, yazmam vacip değil. Yine de çalakalem bir şeyler söyleyeyim ki köşem yerinde dursun niyetine, şöyle:
Her şeyi özelleştiriyorlar. Sermayenin emrine veriyorlar, sömürücünün kullanımına açıyorlar.
Her şeyi İslamlaştırıyorlar. Ve yine sermayenin emrine veriyorlar, sömürücünün kullanımına açıyorlar. Yetmiyor, her şeyi Cemaatleştiriyorlar. Şeyhlerinin, efendilerinin emrine de veriyorlar.

Şimdi rejimi de özelleştiriyorlar, tek adamın eline verecekler, sermayenin emrinde bir padişahımız olacak.
Bu doğrultuda muhalefeti de özelleştirmeye koyuldular. Muhalefetin bir kısmı iktidar olabilmesinin tek koşulu olarak, AKP’yi taklit etmeye yönlendiriliyor.

Solun bir kısmını özelleştirmeyi zaten becerdiler, böylece sol olmaktan çıkardılar ve en hakiki sol olarak bunları pazarlıyorlar, televizyon ekranlarında ve bilumum malum medyasında...

Özelleştirmeyi beceremeyecekleri tek odak sosyalist, devrimci kesimler. İşte bu yüzden bunların üzerine şiddetle yürümekteler, vahşice höykürmekteler, hedef göstermekteler.

Çünkü ellerindeki diğer “cambaza bak” mazeretleri hızla tükeniyor. Çünkü Ergenekoncu, Devrimci Karargâhçı deyip dert dest ettiler, KCK’li-PKK’li deyip esir aldılar. Yetmedi.
Şimdi adeta yine bir “komünizm tehlikesi” yaratıyorlar.
Böyle bir tehlike keşke olsa, ama yok işte.

Yunanistan örneği ürkütücü olsa bile, korkacakları bir emekçi ayaklanması, sermayeye karşı ezilenlerin isyanı kısa vadede kapıda değil.

İşte bu yüzden daha da pervasızlar.

Üstelik kendi aralarındaki çatlağı yapıştıracak bir ortak hedefe kilitlenmek zorundalar. Tipik Milliyetçi Cephe (MC) politikası. 1975’lerden sonra Süleyman Demirel’in hâkim sınıflar içindeki çatlağı tamir etmek, bütün sağı kendi etrafında toparlayabilmek için köpürttüğü, Ecevit’i bile komünist olarak yaftaladığı bir kriz yaratma politikası.
Sermaye çevrelerini, sağ ideolojileri seferberliğe çağırmanın en kadim davetiyesi zarfa konuldu:
Komünistler geliyor! Terörist olarak geliyorlar. Ergenekoncu, KCK’li olarak geliyorlar. Ateist olarak geliyorlar. Sanat için hayatlarını ortaya koyan tiyatrocular olarak, HES’lere karşı çıkan çevreciler olarak, TMMOB çatısı altında halkın çıkarlarını savunan mühendisler olarak, sağlık reformu rezaletine karşı çıkan Tabip Odalarının doktorları, SES emekçileri olarak, kamunun ve şimdi AKP’nin memuru olmayı değil, kamu için, kamu çalışanları olmayı savunan KESK’liler olarak geliyorlar. Geleceklerindeki devrimlere doğru koşan gençlik muhalefeti olarak geliyorlar.
İşte tam da bu nedenle mesela medyada artık “Hangi Deniz?” başlığı dahi atılabiliyor; “romantik çocuklardı lakin silah kullandıkları da unutmamalı,” diye... 70’lerin Solu’nu “1 Mayıs katliamını yaparak kendilerini katledenler” diye suçlamayı sürdürüyorlar. Alevilerin evleri tuhaf şekilde işaretleniyor. Neden?
Nedeni belli: Bir tezgâh var!

Kazanın altına yavaş yavaş odun atıyorlar. Bir süre sonra...
Ve ne yazık ki bu gidişatta pişmanlık yasasından yararlanmak için canhıraş şekilde kendilerini ortaya atmış olanlar da var. Bunlar mahkemelerde “itirafçı” statüsüyle karşımıza çıkarlardı. Şimdiki siyasi hesaplaşmalarda İtirafçı kimlikleriyle iktidarın yanına geçip eski yoldaşlarını suçluyorlar. Bunlara “dönek” filan demek anlamsız. Nereden döndükleri, nereye döndükleri hiç umurlarında değil. Sadece pişmanlıklarını dile getirme derdindeler; itirafçı jargonunun en belirgin özelliği iftira argümanlarına dayanmasıdır. Bunlar da kestirmeden böyle yapıyorlar. Sosyalistleri kaynatmak için kurulan kazanın altında odun oluyorlar. Dün Sırrı Süreyya’nın BirGün’de yazdığı gibi “Mazlumun yanında dur, sözünü zalime söyle” ilkesini bir kenara bırakıyor, zalimin yanında durup mazluma çemkiriyorlar.
Ve böylece karşımıza AKP’nin en son “başarısı” çıkıyor: İtirafçıları da özelleştirdiler, şimdi tepe tepe kullanıyorlar.
Dipnotumun Ömer’ine: Ömer Laçiner’in üzerinde de tepiniyorlar ama heyhat o da bundan şuursuzca ve mazoşist bir keyif alıyor. Dün de söylemiştim: Laçiner bizler için “kaç paralık adam ki bunlar” demişti. Valla bu asabi adam çok haklı. Çünkü onların tedavülde olduğu bir piyasada beş para etmeyeceğim aşikâr. Satamazlar, satın alamazlar. Kendisi mutlaka yüksek fiyatlara layıktır, bundan eminim. İkinci husus daha da vahim. Ümit Kıvanç bizler için “Çar'ın ordusunda subay olsunlar, Şah'ın ordusunda kurşun sıksınlar” demişti ya, Laçiner bunu “normal” bir eleştiri olarak görmüş. Demek ki birileri kendisine böyle laflar etse bunu da “normal” karşılayacak. Devrimciler için “anormal” bir durumun, bunlar için normal olması da normal elbette. Şahsıma “terbiyesiz” de demiş; yine haklıdır, devrimcileri “terbiye etmek” mümkün değil. Ama kendileri hakikaten ehlileştirilmiştir, “terbiyelidir”.