“Bu süreçte (Kürt Açılımı), kimse karşımıza Kürtlükle çıkmasın, kimse karşımıza Türklükle de çıkmasın. Biz her türlü milliyetçiliği ayaklarımızın altına almış bir iktidarız!” dediğinde Erdoğan, insanı her türlü aidiyetinin dışında tanımlayan hümanist evrenselci bir bakış açısına ermiş değildi. O, böyle yorumlanmasını özellikle arzu etmekle birlikte, esas olarak insanın, dini dışında başka motivasyon kaynağı olamayacağını söylüyordu. 17 Şubat 2013 günü Mardin’den yankılanan bu söylemin muhattabı, hiç kuşkusuz Kürtlerdi. Erdoğan, Anayasa’nın Türk milleti dışındaki ulusları tanımlamamasından rahatsız olan Kürtlere, ulusal talepler yerine inançta birleşelim çağırısında bulunuyordu. Bununla birlikte o sıra Yeni Osmanlı hayaliyle sarkmaya yeltendiği Müslüman coğrafyanın halklarına da sesleniyordu.

Kısa süre sonra, peşpeşe gelen yerel, cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği genel seçimlerinde iç kamuoyuna döndüğünde Erdoğan’ın elinde bayrak tarifi vardı. Şimdilerde soy bağını yurttaşlık hukukunun üstüne koyma aşamasında. 28 Kasım günü Balıkesir’de yaptığı konuşmada Türkmenleri kastederek “Onlar Suriye’nin vatandaşı, bizim soydaşımız.” diyerek, Türkmenlerin vasiliğini vatandaşı oldukları Suriye’nin elinden almaya kalkıştı.

İslamcılar bir süredir milliyetçi şemiyenin altında dolaşıyorlar. İdeolojik angajmanlarına daha uygun olmasına rağmen din kardeşliğinden de pek söz etmiyorlar. Hoş, etseler de inandırıcı olma şansları kalmadı. Din, insanlar arası ilişkideki bağlayıcı rolünü çoktan yitirdi. Önce Arap Baharı ülkelerinde son olarak da Türkiye’de bir daha görüldü ki insanları ortak inanç etrafında toplama beyhude bir çaba.

İslamcılar arkaik düşüncelerden beslendiği için Türkiye ayağının siyaset yaparken kullanabileceği tek malzeme müslümanlıkla ırkçılığın Türkçesi olan Türk İslam Sentezi. Bu konuda, Fatih Yaşlı’nın Çarşamba yazısında literatürlerinden örneklerini verdiği çok sayıda yazılmış şiirleri, söylenmiş sözleri de var. Şu sıra sesi gür çıkan (AKP) diğerlerini (MHP) bu yırtık şemsiyenin altında toplayacak.

Beri tarafta, kendini din ve milliyet gibi soyut aidiyetler dışında hayatı yaşama biçimine göre konumlandıran, ortak değeri laiklik olan farklı ideolojiler bir arada toplanma zorunluluğu ile karşı karşıya. Burada insan/toplum ilişkisi, tayin edilmiş kurallarla değil, diğerini hazmedebilmeyi sağlayan kültürel değerlerle belireniyor. Ölüsüne küfredenle aynı apartmanda oturmak istemeyen ya da diğeri, kendine yeni bir yaşam alanı aramak durumunda. Artık ülkelerin değil, şehirlerin, mahallelerin sınırları hepimizin tanıklığında buna göre çiziliyor. Korunması gereken sınır, kimse için yaşam alanlarından ötede değil. Hayatın öznesi olduğunu fark eden hiç kimse, kendi tercihini gözetmeyen bir devleti, ulusu, dini uğruna ölecek değerlerin toplamı olarak görmüyor. Küresel insan, eninde sonunda gerçeğin yanında görülecek. Bu süreçte şu serzenişi daha sık duyacağız.

“Hele hele ülkemde, kalkıp bizi eleştiriyorlar, oradaki kardeşlerimizi bombalayanların yanında yer alıyorlar. Siz kimden yanasınız ya... Böyle bir günde bile bir beraber olamıyorsak ne zaman bir olacağız, ne zaman beraber olacağız. Nası bi iştir bu ya!” (Balıkesir, 28 Kasım).

Erdoğan’ı isyan noktasına getiren, üç beş gazete yazarından gelen eleştiri değil; onu çileden çıkaran, toplumun nerdeyse yarısının doğru ya da yanlış, hakikati gördüğü yöne dönmesi, oradan tepki vermesi. Bu dönemin kazancı sanırım dinlerin ve milliyetlerin birer yalandan ibaret olduğunu bir kez daha görmüş, (bu vesileyle de olsa) her alanda tercihimizi gerçekten yana yapmayı öğrenmiş olmamız olacak.