Eğitim bir ülkenin önceliğiyse, gelecek kuşaklar öncelikliyse, çocuklar değerliyse, sosyal ve ekonomik düzenlemelerin de ona göre yapılması gerektiği açık değil mi? Bu sefer bu konudaki tercihler saklanabilir cinsten değil.

Tercihler çocuğa göre düzenlenmeli

Çocukların ait oldukları yer okullardır. Okul, çocuğun sadece akademik gelişimini değil sosyal gelişimini de sağlayan modern bir kurumdur. Çocuklara okulla ilgili hayalin nedir, diye sorduğumda, ‘okula döner dönmez bütün arkadaşlarımı – en sevmediklerimi, en sinir olduğum çocukları bile – sıkı sıkı kucaklayacağım, çünkü hepsini özledim’ diyorlar. Arkadaşlık, başkalarıyla birlikte olmak çok önemli bir ihtiyaç – bunu bir fantezi ya da yaşamın bir garnitürü gibi görmemek gerekiyor. Çocuğun öğretmeniyle bire bir birlikte olması, onunla yakın temasta olması da en az arkadaşlar kadar önemli ama nedense gözden kaçırılan bir ihtiyaç. Zira öğretmenler anne-baba dışında yaşamımızda en önemli rolü oynayan yetişkinler, izleri yaşam boyu bizimle kalabiliyor. Bu etki “ders öğretme” işlevi dışında bize verdikleri değer ve önem, koydukları sınırlar ve iyiliğimizi göz ettiklerine olan inancımızda şekilleniyor. Okula arkadaşlarımız ve öğretmenlerimizden oluşan bir sosyal çevrede bulunmak için ihtiyacımız var.

Eşitsizlik, yoksulluk ve ev içi şiddet gibi etkenlerin varlığında, birçok çocuk için okula gidiş bir kurtuluş, bir çıkış yolu. Okullar toplumun kutsallaştırılmış aileyi denetlediği yer. Ailenin başıboş biçimde çocukların hayatına müdahale ettiği, temel gelişim ihtiyaçlarını ihmal ettiği durumların fark edilmesi için okul ortamına gerek var.


Ergenliğe geçiş bağımsızlaşma yolunda atılan adımların sıklaştığı bir zaman dilimine denk gelir. Anne-babadan uzaklaşma arzusu okulda geçen zaman ile doyurulur; kopuşlara gidebilecek aşırılıklara varmadan ama ergenin ayrı bir kişi olmasına imkan vererek bu geçiş tamamlanır.

Bütün bu olanakların kısıtlandığı bir dönemde bu kısıtların hepsini aşmak mümkün değil, ama bu kısıtların ne kadarını ortadan kaldırabilirsek, ergenliğe geçişteki çocuklar o kadar rahatlayacak.

Çocukların okulda olmasını sağlamak bu nedenle birinci derecede öncelikli bir ihtiyacı karşılayacak..

Ergen denince tek tip bir hayali kimlik ortaya çıkabilir. Oysa 12-18 yaş aralığına adı ergenlik olan çok sayıda yaş dönemi sığışmış durumda. Mesela ortaokul ve lise çocuğunun birbirinden çok farklı karakteristikleri var. Ortaokul dönemi diye tanımladığımız dönem ne yazık ki artık aşılması ve yolunuzu belirlemesi beklenen sınavlarla karakterize ediliyor. Sekizinci sınıfa doğru büyüyen çocukların daha büyük ergenlerden temel farkı bu çocukların beyin gelişim süratlerinin henüz herkeste eşit olmaması, gelebileceği noktaya gelmemiş olması.

Beyin 5 yaşına kadar kalınlaşır; korteks, zengin deneyimlerle gelişir. Daha sonrasında eğitim, terbiye ve yaşam deneyimleriyle, lüzumlu lüzumsuz beyin hücrelerinin bağlantıları ayıklanmasıyla, beyin kabuğunun inceldiğini görürüz. İncelme süreci bir gelişim göstergesidir. Özellikle 13-14 yaş civarında çocukların beyin gelişimi birbirinden çok uzak hızlarda. Henüz pek eşit değiller, herkesin farklı hızlarda geliştiği bir zaman.

O nedenle ergenliğin bilhassa ilk yarısı çocuklar arasında gelişim farklılıklarının çok keskin olduğu bir zaman dilimi. Ne yazık ki, kritik sınavları ve doğal olarak kıyaslamaları biyolojik bir eşitsizliğin zemininde yapıyoruz. Pandemi de bu eşitsiz gelişmiş çocuk ve ergen grubunu eşitsizlikleri ile orantılı olarak etkiliyor. Beynin ön bölgesinin de gelişimini tamamlamış olması, o kortikal incelmeyle birlikte, 15-16-17 civarında gerçekleşiyor. O zamana kadar bu beynin ön bölgesinin yaptığı işlevlerin (denetim, kontrol, duyguların düzenlenmesi gibi çok önemli işlevler) tam olarak yerine getirilemediği bir dönemde çocuklar sınavlarla ve şimdi daha ölüm kalım meselesi olan bir pandemiyle karşı karşıya kaldı. Bu da çocukların duygularının farkındalığını ve kontrolünü yapmakta zorlandıkları bir durumu doğurmuş oluyor.

Gençlik dönemi ise, kendimiz dışındakileri başkalarını düşünmenin, etik olmayı öğrenmenin yaş dönemi. Arkadaşlarımızla birlikte olduğumuz, dayanışma içinde olduğumuz hatta onlar için kendi yolumuzu değiştirmekten çekinmediğimiz bir zaman.

Sosyal uyumun önemli olduğu bu dönemde kendimizi olmanın yolu ilk önce herkes gibi olmaktan geçiyor. En azınlıkta olan çocukların bile kendilerine benzerlerini bulma eğilimleri var. Başkalarıyla birlikte olma dürtüsünün çok güçlü olduğu bu zaman diliminde başkalarının zarar görmemesi önemli bir endişe. Özellikle ergenlerde, bunu kendi ailelerine dönük olarak da gördüğümüz gibi bir kısım gençler var. Gençlerin bir kısmı ise henüz duygusal gelişimleri yeterli olmadığı için zorlandıklarından ötürü daha çok kendi derdine düştü, hatta evin içindeki düzene daha umursamazlaştı ya da o duyguları taşıyamadıkları için kendi dünyalarına çekilme ihtiyacı duydu.

Gençler hem bir yalnızlık duygusuna sürükleniyor, hem yalnızlık duygusunu aşmak için kendilerine en çok yardımcı olabileceklere ulaşmakta zorlanıyor; kapıyı açıp yan odaya geçtiklerinde konuşabilecekleri anne-baba içerideyken, bunu yapmayıp 40 bin km ötedeki oyun arkadaşına dertlerini anlatır halde olmak da pandeminin bir özelliği oldu adeta. Büyük bir ihtimalle bu zihinsel düzen geceden sabaha oluşmadı. Yıllar içerisinde oluşmuş, aile içerisindeki iletişimin çok etkili olmadığı aileler pandemiye “açık pozisyon”da girdiler.

Bilgi ve beceri açığı. Özellikle yoksul ve dezavantajlı kesimlerdeki çocukların içinde bulundukları ve sıkışmış hissettikleri kapanlardan çıkmasının yolu iyi okumaktan geçer. Ders açığı belki bunu en çok dert eden orta sınıf ve üstündeki sosyal kesimlerden ziyade, bunu dert etmeye bile fırsatı olmayan yoksul ve dezavantajlı ya da azınlık kesimlerinde olumsuz etkilere daha çok yol açacak. Müfredat açığı zaten var olan bir öğrenme ve gelişim eşitsizliğini derinleştiriyor. O nedenle müfredatı olabildiğince hafifletmek eşitsizliğin etkilerini azaltıcı bir etki gösterecektir.

Çocuklar için (sosyallik) başkalarıyla birlikte olmak birebir aynı ortam içerisindekilerle bir bilgi alışverişinin ötesinde bir durum. Birbirimizden etkilenme, birbirimizi değiştirme, birbirimizi dönüştürme için aynı fiziksel ortamı paylaşıyor olmanın etkisi çok büyük. İstediğimiz kadar dijital kuşak diyelim bu çocuklara, yaşamın dönüm noktalarında, aynı mekânda birlikte olabilmenin etkisi düşündüğümüz gibi değil, çok daha fazla.

Ama eğitim bir ülkenin önceliğiyse, gelecek kuşaklar öncelikliyse, çocuklar değerliyse, sosyal ve ekonomik düzenlemelerin de ona göre yapılması gerektiği açık değil mi? Bu sefer bu konudaki tercihler saklanabilir cinsten değil.

James Baldwin’in sözde ırkçılığa karşı gözüken ırkçılara söylediği gibi, ‘söylediğine inanamam, çünkü ne yaptığını görüyorum’.