Kadın olmak ortak paydası, Şehnaz’la Elmas’ı birbirinden farksız ve benzer hikâyeler yaşayan karakterler yapmıyor. Bunun kanıtı da filmin kendisi. İki kadının arasında dağlar kadar fark var…

Tereddüt: Yok mu aslında birbirimizden farkımız?

Antalya Film Festivali’nde Tereddüt’ü izledikten sonra şunları yazmıştım: “Yeşim Ustaoğlu’nun Tereddüt’ü bazı açılardan Araf’la ortak noktalar taşıyor. Ustaoğlu kadın cinselliği, fantazisi ve duyumsallığı üzerine cesurca gitmeye devam ediyor. Bu muhafazakâr zamanlarda ‘Teredddüt’ün tavizsizliği ilaç gibi geldi doğrusu. Film, birbiriyle yolları kesişen iki kadının hikayesini anlatıyor. Asıl hikaye Şehnaz’ınki (Funda Eryiğit). Şehnaz, bir psikiyatr ve bir gün küçük yaşta evlendirilmiş Elmas’ın (Ecem Uzun) tedavisini üstlenmesi gerekiyor. Şehnaz, güçlü bir kadın, işi olan, kendi hayatını kazanan modern biri. Fakat Şehnaz’ın fantazi dünyası ortalama bir kadınınkinden çok farklı değil; kendisini domine edecek maço erkeklerden hoşlanıyor. Şehnaz’ın sevgilisi Cem (Mehmet Kurtuluş) böyle biri; sert hatlı ve maço tavırlı. Cem, bir anlamda Araf’ta Özcan Deniz’in canlandırdığı kamyon şoförü Mahur’un entelektüel versiyonu. Fantazi nesnesi olarak çekici ama gerçek hayatta çekilmez olabilen bir tip. Şehnaz’la Cem’in ilişkisinde duygusal ve entelektüel paylaşım çok sınırlı. İlişkileri cinselliğe dayanıyor, uzaktan skype’laşırken de cinsel fantazilerini paylaşıyorlar. Cem yalnızken sanki sadece porno izliyor ve Şehnaz onu porno izlerken yakaladığında bile bu durum ilişkilerinde bir sorun teşkil etmiyor; çift bu anın ardından sevişebiliyor. Belki de Şehnaz Cem’in porno izlemesinden erotik bir haz alıyor. Kısacası ilişkide bir denge var ve çiftlerden birini suçlamak manasız. Fakat bu denge Şehnaz’ın meslektaşı bir doktorla daha zengin, daha boyutlu bir ilişki geliştirmesiyle bozuluyor.

Elmas ise bir çocuk-kadın. Küçük yaşta evlendirilmiş, belki babasının tacizine uğramış (filmin ima ettiği ama muğlak bıraktığı noktalardan biri) güçsüz bir genç ev kadını. Komşu evde oturan kayınvalidesinin de hem hizmetçisi hem de hemşiresi gibi. Kocasıyla sevişmek Elmas için bir zul, bir eziyet. Seks ona sadece acı veriyor. Zaten yaşadıklarına sevişmek denemez, kocasının Elmas’ın vücuduna duhul etmesi demek doğru olur. Fakat filmin koca figürünü de bir canavar olarak betimlemediğini belirtmem lazım.

Ve nihayetinde bir gün Elmas, Şehnaz’ın hastası oluyor. Ve film bu noktadan sonra aslen Şehnaz’ın hikayesi olmaktan çıkıp Elmas’ın hikayesi olmaya doğru gidiyor. Elmas’ın hikayesi çok daha dramatik olduğundan, Şehnaz’ın öyküsü gölgede kalmaya başlıyor. Film bu dramatik gelişmeleri de olabildiğince muğlak bırakmayı seçiyor ve bize sadece Elmas’ın anlatımıyla aktarıyor. Ne Elmas’ın çocukluğunda, ne de onu cinayet şüphelisi konumuna getiren süreçte neler yaşandığını anlayamıyoruz. Film ima edip, gerisini seyircinin fantezisine bırakmakla yetiniyor.

İki kadının öykülerinde ortak bir nokta olduğunu, erkek tahakkümünün farklı boyutlarını yansıttığını düşünenler çoğunlukta gibi. Ben bu görüşe katılmıyorum. Şehnaz’ın hikayesinde bir tahakküm söz konusu değil. Bir yanlış bilinçten, bir koşullanmadan söz edilebilir: Şehnaz modern bir hayat sürmesine karşın sert ve maço erkek tipini makbul görme konusunda geleneksel toplumsal kodlar içinde kalmış diyebiliriz. Ama Şehnaz’ın tahakküm altında olduğunu düşünmüyorum. Tercihi yönünde bir erkekle birlikte olmuş, tercihinin yanlışlığını görünce, tercihi artık kendisini tatmin etmez hale gelince de başka bir erkekle birlikte olmaya başlamış bir kadın o. Şehnaz gayet kararlı davranıyor ve ilişkiyi ne sürdürüyor ne de sündürüyor. Hatta ilişkisinde aldatan taraf olmasına rağmen üste çıkmayı başaran olduğunu da söyleyebiliriz. Bu anlamda Şehnaz’la Elmas’ı ortak bir “erkek tahakkümü altında ezilen kadın” başlığı altında değerlendirmeyi anlamlı bulmuyorum.
Filmin zaafı da belki bu, iki kadının hikayesi birbirine değiyor ama iç içe geçmiyor. Ve Elmas’ın yaşadıkları çok daha sert olduğundan Şehnaz’ın duygusal yolculuğu güme gidiyor. Oysa Yeşim Ustaoğlu, filmin ardından yapılan soru-cevap kısmında filmin aslen Şehnaz’ın hikayesi olduğunu söylemişti. Film de zaten Şehnaz’ın hikayesiyle başlayıp, Şehnaz’ın hikayesiyle bitiyor. Fakat dramatik yapıdaki bu sorun, Ecem Uzun’u başrole, Funda Eryiğit’i yardımcı kadın rolüne düşürüyor. Ödüllerde de bunun sonuçları görüldü.

Araf’ı izlerken de Tereddüt’ü seyrederken yaşadığım duyguya, bir değil birkaç fim birden izlediğim duygusuna kapılmıştım. Tereddüt’te iki ayrı güçlü hikaye var ve sonuçta yan hikaye asıl hikayeyi eziyor.

Ne yazık ki vizyona filmin festival versiyonu sokulamamış. Cinselliğe dair sahnelerin kısmen kesildiği başka bir versiyonu sokulmuş. Hayat, bize tokat atmaya devam ediyor

Biraz ekleme ve düzeltmeyle yazdıklarım buydu. Bu arada Yeşim Ustaoğlu’nun Ayşe Arman’la yaptığı söyleşiyi okudum. Filmi seyrederken netleşmeyen bazı şeyler kafamda netleşti. Fildeki bazı ölümlerin nasıl gerçekleştiğini anladım. Film anlatmıştı da ben mi anlamamıştım? Bilmiyorum.

Bir yerde Ayşe Arman, Yeşim Ustaoğlu’na şunu soruyor: “Asında sen, ‘Özgecan, Yeşim Ustaoğlu, Ayşe Arman... Yok aslında birbirimizden farkımız’ mı diyorsun? Yeşim Ustaoğlu’nun cevabı ise “Tabii ki yok.” diye başlıyor ve devam ediyor.

Ben bu bakış açısına katılmıyorum. İnsanları cinsel kimlikleriyle tanımlama düşüncesine katılmıyorum. Filmle temel sorunumun da bu olduğunu şimdi kavrıyorum. Bu nedenle benim için iki kadının hikayesi bütünleşmiyor, birbirinden kopuk duruyor. Kadın olmak ortak paydası, Şehnaz’la Elmas’ı birbirinden farksız ve benzer hikayeler yaşayan karakterler yapmıyor. Bunun kanıtı da filmin kendisi. İki kadının arasında dağlar kadar fark var. Sınıfsal, kültürel, mesleki ve kuşak açısından o kadar farklılar ve hayat karşısında o kadar farklı güçlere (güçsüzlüklere) sahipler ki... Her şeyi bir kenara bırakalım, iki kadının film içinde birbirleriyle karşılaştıkları noktada, birisi hasta diğeri onun doktoru. Orada da bir hiyerarşik ilişki var. Filmin muzdarip olduğu şey Yeşim Ustaoğlu’nun sinemacılığı değil, Ustaoğlu bu konuda adının ima ettiği gibi en usta sinemacılarımızdan biri. Filmin muzdarip olduğu şey, zamanımıza ve dolayısıyla filme hakim olan kimlikçi bakış açısının kısıtlayıcılığı ve genelleyiciliği. Bütün bunları söyledikten sonra Antalya Film Festivali’nde Altın Portakal’a layık olan filmin Tereddüt olduğunu da belirtmem lazım. En iyi kadın oyuncu ödülü de Eryiğit’le Uzun arasında paylaştırılsaymış keşke.

Not: Filmin tavizsizliğinin ilaç gibi geldiğinden söz etmiştim. Ne yazık ki vizyona filmin festival versiyonu sokulamamış. Cinselliğe dair sahnelerin kısmen kesildiği başka bir versiyonu sokulmuş. Hayat, bize tokat atmaya devam ediyor.