Turnuvaya akreditasyon başvurusunda bulunurken sadece Türkiye maçlarına akredite olup takımın kampını da takip etmektense, Türkiye’nin maç programı üzerinden yaptığım güzergâh üzerinde olmak kaydıyla mümkün olduğunca çok maç izlemeye karar vermiştim. Türkiye’nin son maçında Lens’te olduğu için Kuzey Fransa’dayım. Civarda maç olmadığı için günümü Lille’de geçiriyorum. Türkiye – Çek Cumhuriyeti maçının ardından grup aşamasındaki son maçım İtalya-İrlanda karşılaşmasını da yine Lille’de yerinden izleyeceğim. Turnuvaya devam edecek miyim; bu yazıyı yazdığım saatlerde henüz belli değil, ama yayımlandığı gün büyük olasılıkla belli olmuş olacak. “Biz bitti demeden bitmez” mottosuyla Fransa’ya gelen Milli Takım “bitti” derse benim de dönüş planı yapmaya başlamam gerekecek.

Fransa- İsviçre maçının olduğu gün Lille, en kuzeyde olmasına rağmen Fransa’daki en sıcak günümü yaşattı bana. Güneş o kadar yakıcıydı ki başıma güneş geçmesinden korkup gölgeden yürümeye çalıştım hep. Güneş tüm gücünü dün harcamış olmalı ki bugün hep bulutların arkasına saklanıyor. Yağan ince yağmur gün boyunca hiç durmuyor. Yağmurluk ya da şemsiye almama direncim kırılıyor, ikisini birden alıyorum.

Günün programında Çek Cumhuriyeti ve Türkiye’nin basın toplantıları ve B grubunun son maçları var. Özellikle Fatih Terim’in neler söyleyeceği hepimiz için merak konusu. Tecrübeli teknik adamın, kamp döneminin beklediği kadar iyi geçmediğini söyleyip su yüzüne çıkan krizden “beklediğim ama boyutunu tahmin edemediğim” diye bahsetmesi aslında milli takım düzeyinde bir yönetim zafiyetinin itirafıydı. “Henüz büyümemiş, büyümekte olan, büyüdüğünü sanan oyuncularımın hepsinin kariyerlerine bir katkım olmuştur” diyerek belki de kariyerinde ilk kez oyuncularına basın yoluyla mesaj yolluyordu. İçin için Terim’in gergin ortamı körükleyerek motivasyon aracına dönüştürmeye çalıştığını da düşünmedim değil.

Fatih Terim, isim vermeden tarihçi Ahmet Şimşirgil’e TRT’de konuk olduğu programda kendisini istifaya çağırdığı için yüklendi. İktidarın yayın organlarında boy gösterip Osmanlı propagandası yapan Şimşirgil’i savunacak değilim. Ancak futbolun içindeki aktörlerin, kendisini eleştiren insanların özellikle futbol dünyasının dışından olanların, kendilerini eleştirecek konumda bulunmadıklarını söylemelerine ya da ima etmelerine ilk kez tanıklık etmiyorum. Futbolu dünyanın bir numaralı sporu yapan şey, herkesin futbol hakkında fikri olmasıdır. Kimse Fatih Terim’i eleştirmek için UEFA Kupası kazanmak, Arda Turan’ı eleştirmek için de Barcelona’da oynamak zorunda değil. Terim başta olmak üzere hayatını futbol endüstrisinden kazanan herkes şunu bilmeli ki banka hesaplarında “futbol herkesin üzerine ahkâm kesebildiği bir spor olduğu için” bir servet yatıyor.

Basın toplantısının ardından sıra B grubunun maçlarını tamamlamaya gelmişti. Bir gün önce her sokağından şarkılar söyleyen insanlar fışkıran Lille adeta hayalet şehre dönüşmüştü. İki gün sonra İrlanda – İtalya maçına ev sahipliği yapacak şehrin bir yerinde kalbi futbol aşkıyla dolu birilerinin bir araya gelip maçlardan birini izlediğine emindim. İngiliz ve İrlandalılarla dolu bir bar bulduğumda Slovakya – İngiltere maçının ilk 10 dakikası geçmişti. İngiltere, maçın son anına kadar golü aramaya devam etti ancak muvaffak olamayınca grubu ikinci olarak bitirdi. 4 puan toplayan Slovakya ise en iyi grup üçüncüsü kontenjanından yoluna devam edecek. Maçı izleyen İngilizleri grup ikincisi olmaktan ziyade aynı saatlerde Rusya’yı 3-0 yenen Galler’in grup birincisi olması rahatsız ediyordu. Tarihinde ilk kez Avrupa Şampiyonası’na katılan Galler turnuvanın ilk peri masalını yazıyor. Galli yıldız Bale de 3 gole ulaşan ilk oyuncu olarak gol krallığındaki iddiasını da ortaya koydu. Turnuvanın en kötü takımlarından Rusya’da da teknik direktör Slutsky de EURO 2016’nın ilk istifa edeni oldu.