Terör, "Ben buyum" dedi

İktidar mensupları, en başta da bu ülkenin "aşırı heyecanlı ve agresif" İçişleri Bakanı, her ağızlarını açtıklarında, önüne geleni "terörist" diye damgalamayı seviyor ya...

En ufak bir muhalif bir söylemi dile getirene, neredeyse alfabenin tüm harflerini değişik kombinasyonlarla bir araya getirerek çeşitli örgüt isimleri yakıştırıyorlar ya...

Öğrenci, öğretmen, işçi, sendikacı, emekli, doktor, hemşire, mühendis, mimar, avukat, hemen her meslek sahibinin demokratik kitle örgütlerine "terör yuvası" muamelesi yapıyor ve kapattırmaya çalışıyor ya...

Bırakınız ağzını açıp iki çift muhalif söz edeni, iki satır basın açıklaması yapmaya çalışanı, neredeyse bunu aklından geçireni bile, "teşebbüs" aşamasında kaynağında şafak baskınları ile "kıskıvrak ele geçirmenin" derdinde ya...

Meşru siyasi partileri, her fırsatta şu ya da bu terör örgütü ile "irtibat, iltisak ve işbirliği" içinde göstermeye bayılıyor ya...

İşte bu ülkede yine, yeniden, bir terörist (arkasında henüz hangi örgüt ya da gücün bulunduğu henüz netleşmeden ‘etiketi’ koymayı uygun bulmam) çıktı, Beyoğlu’nun tam orta yerinde yüksek bir desibelde seslendi: "Terör budur. Başka yerde aramayın. Terörist benim. Terör eylemi de böyle yapılır..."

İstanbul’u bilenler bilir. Taksim, İstiklal Caddesi, Galatasaray, Tünel ve civarı bölge, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde "metrekareye en fazla polisin (sivil ya da resmi giyimli) ve polis aracının düştüğü" bölgedir. Hatta, gerek Taksim Meydanı’nda (özellikle Gezi Parkı’nda), Galatasaray Meydanı’nda, Tünel Meydanı’nda, İstiklal Caddesi’nin çeşitli noktalarında ve ara sokaklarda, günün herhangi bir saatinde 100’ün üzerinde, belki de daha fazla polis aracı, zırhlı müdahale aracı ve "gözaltı otobüsü" sürekli nöbettedir.

Sivil ve resmi polisler, bu saydığımız yerlerin tenha olduğu saatlerde, neredeyse sivil halktan daha büyük bir nüfusu oluştururlar.

Buna ek olarak, yine aynı meydan ve cadde, yine "metrekareye düşen en yoğun sayıda" izleme kamerasına (Mobese) sahiptir.

Zaten semtin bütün işyerleri ve konutlarının da kameraları, doğal olarak düzenli biçimde emniyet kuvvetlerinin hizmetindedir.

Bu sayede, kelimenin tam anlamı ile bu civarda "kuş uçurtmayan" devlet, ağzını açanı ya da bir pankart açmak isteyeni, "aklından geçirdiği anda bile" yakalayacak kadar "müteyakkız"dır. İsteyen gitsin denesin.

O zaman bir vatandaş olarak, şu soruyu sorma hakkını da (müsaade edin de) kendimizde görelim.

Üzerinde "combat" desenli (kamuflajlı) bir giysi, askeri tip postal ile ve olağandışı davranışlar sergileyerek (on binlerce kişinin vızır vızır gezindiği bir caddede bir noktada, bir bankta tam 40 dakika oturarak) eylem hazırlığı yapan ve bomba patlatarak bir katliam gerçekleştiren o kadını nasıl "atlamışlardır"?

Bunu sormaya hakkımız yok mudur?

Haydi diyelim ki fark edemediler ve o "son derece sıkı" güvenlik çemberini ve önlemler zincirini kırdı ve eylemi gerçekleştirdi. Olayın yaklaşık 12 saat sonrasında da, teknik ve fiziki takip sonucu yakalandı. Bağlantıları da araştırılıp ortaya konuldu... O zaman da şu ilave soruları sormak zorundayız.

Benzer bir eylemin, Beyoğlu’nda ve her gün yüzbinlerce kişinin girip çıktığı başka bir meydanda ya da kapalı alanda yaşanmayacağının garantisi var mıdır?

Tabii ki kimse veremez bu güvenceyi.

Nedeni de, terör örgütlerinin ve tek tek teröristlerin "devletlerden daha akıllı daha iyi planlama yeteneğine sahip olması" değildir kuşkusuz. Asıl neden bu ülkenin, İstanbul gibi dünya çapında bir metropolün "kaotik" hüviyetidir. O kaotik hüviyet ki, on yıllarca plansız kontrolsüz nüfus hareketliliği ile bu noktaya getirilmiş, ama özellikle de son 10-12 yıl içinde Suriye iç savaşının bir "zehirli atığı" olarak, milyonlarca insanın bu kente hücumu ile iyice "kontrolden çıkmış" bir görüntüye bürünmüştür.

Bu sorunun kaynağına inip, bizzat İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun vurguladığı (sırf İSKİ’nin su tüketimi verilerinden hareketle 20 milyon nüfustan söz ediyor) üzere kentin bu kaotik niteliğini gideremezsek, işimiz çok zordur.

Zaten normal yaşam olanakları anlamında, artık "dayanılamaz boyutlara" gelmiş bulunan bu şehirde, her türlü suçu, ama özellikle de terörü önlemek için hiç şansımız yok demektir.

İstanbul’da metrekareye en çok polisin düştüğü bir semtte, terörist neredeyse "göstere göstere" getirip bombayı patlatabiliyorsa, kan dökebiliyorsa, istediği başka bir yerde istediği her şeyi (maalesef) yapabilir.

O yüzden, ne yapacağız?

Terörü ve teröristi, demokratik kitle örgütlerinde, barışçıl örgütlenmelerde, meslek kuruluşlarında okulda, kampüste, hastanede, baroda hatta parlamentoda vs. değil, kaynağında arayıp kurutmanın planlarını yapacağız.

En başta da, komşularımızdaki sorunların ve çatışmaların üzerine benzinle gitmek yerine, onlarla el ele bölgesel krizleri kalıcı olarak çözüp, hem çatışmayı hem de onun "yan ürünü" olan düzensiz - denetimsiz göçü önleyeceğiz.

Daha doğrusu, bunları yapabilecek bir zihniyette bir yönetimi başa getireceğiz.

Önümüzdeki seçim, bu en hayati (doğrudan canımızla ilgili) sorunun çözümü yolunda yurttaşlar olarak önümüzdeki en hayati ev ödevidir.