"Demirtaş hain değildir” dersem, hakkımda dava açarlar mı; ya da “Eren Erdem hain değildir” dersem?

Türkiye, tam bir ‘terör’ dönemi yaşıyor: İnsanlar en akla gelmez sebeplerle hapse atılıyor; en sık suçlama konusu da ‘cumhurbaşkanına hakaret’. Bu yine iyi; insanların can güvenliği yok; en hainler herkesi ‘hain’ ilân edip kalın boyunlu sergerdesinden sürülme/işten atılma/içeri atılma tehdidiyle terörize edilip şuursuz maşalar hâle getirilmiş polis, savcı ve de hâkim terörüne maruz kılmış.

Asıl, şunu söyleyelim: ‘Terör’ kelimesini kullanan, ya terör mühendisi bir alçak vampir, ya da bu alçaklara, farkında olmaksızın âletlik eden sıradan bir cahil.

‘Terör’ tam tamına dehşet, ‘terörizm’ de yine tam tamına ‘ tedhiş/tedhişçilik’; yani, insanları beklemedikleri, kendisine karşı koymak üzere ne psikolojik ne de fizik olarak hazırlıklı olmadıkları bir şiddete maruz kılarak yıldırıp sindirerek mefluç hâle getirme.

AKP rejimi, tam tamına bir terör rejimi: Ya Cumhurbaşkanı’na hakaret, ya hainlik, ya teröristlik diye insanları içeri attırtıyor. Dahası da var; terör nedir, terör örgütü nedir, terör örgütü diye bir örgüt türü olabilir mi veya hangi örgüt terör örgütü addedilebilir; işte bütün bunların tartışılmasını yasaklıyor, tartışanları içeri atıyor, hedef gösteriyor, itibarsızlaştırıyor; bunlar yine de iyi, öldürtüyor, öldürenleri koruyor: Tahir Elçi’nin katilleri nerede?

Tahir Elçi’nin katilleri, aslında gözümüzün önünde; ancak, terörizm de işte tam tamına bu. En beklemediğin anda, en beklemediğin gerekçeyle, en beklemediğin kişiye vuracak ki, sen de ürküp söyleyeceğini söyleyemez, yapacağını yapamaz hâle geleceksin: Yaşasın Erdoğan’ın savcıları/Erdoğan’ın savcılığı.

Terör’ün tam karşılığı, tam üç yüz elli, hatta daha fazla yıldır kullandığımız ‘dehşet’ten türetilme ‘tedhiş’, yani dehşete düşürme kelimesi. Ve de alçaklar, “parasız eğitim” diye pankart açan çocuğu ‘terör’den yargılıyorlar: Bu Tanrı’nın bile kendisinin yaratmış olmasından utanacağı pisliklere “Ulan, bu pankartı açmakla, insanları dehşete düşürmek üzere kör şiddete başvurmak arasında nasıl bir ilişki olabilir ki” diye sorup kendilerini rezil etmemizin önünü almak üzere, faşizm maşaları ‘terör’ kelimesini kullanıyorlar.

‘Cumhurbaşkanına hakaret’ diye bir cürüm de olamaz bugünkü Türkiye’de; zira, cumhuriyetimiz ilga edilmiş durumda, makama tahsisli uçaktan başbakanlık binasına kadar her şeyi kendi şahsına bağlayıp saltanatını kurmuş bir ‘reis’in varlığında.

Bir de bu ‘reis’in fiilî vesayeti altında, dolayısıyla kanunen de ‘hacir’ altına alınması gereken başka bir unsur var, gençlerin gözünde şehadet inşiyakı gördüğünü söyleyip, yeni bir fetihler çağının açılmakta olduğunu müjdeleyen. “Bu da onun fikri, ideali ve/veya beklentisi” deyip geçemeyeceğimiz vahim bir durum: Ölümü yüceltiyor ve de tabiî ölmeden önce öldürmeyi, kısacası katilliği ve de fetih derken de, fethedilecek olan uzay boşluğu olmadığına göre, başka insanların evi, barkı, tarlası, atölyesi, fabrikası, varlığı, kendisi, anası babası, karısı ve çoluğu çocuğunu, ırzını-namusunu kasteden kadın/insan/köle tüccarı bir cani müsveddesi.

Müsvedde; zira niyeti fevkalade kötü ama neyse ki gücü yetmiyor Ömer Efendi’nin camiinde namaz kılmaya.

Çok utanıyorum; bu yaratıklarla aynı topraklarda ve çağda birlikte yaşamaktan ama ne yapalım, 1960’ta Fransızlar ilk atom bombalarını patlattıklarında da Sahra’nın bok renkli çekirgeleri basmıştı, bizim Kadıköy’ü bile.

Kıssadan hisse: Bağıralım avazımız çıktığınca “siz bizden/bizim gibi değilsiniz; çekin gidin Katar’ınıza, Bahreyn’inize; kirletmekten/kana boğmaktan vazgeçin İstanbul’umuzu, Amed’imizi” diye.