İnsan hakları yerine iki konu damgasını vurdu 10 Aralık 2016 Türkiye gündemine:

»İnsanları yok etme: Terörist saldırıda yaşamını yitiren onlarca yurttaşımız. Nerede kaldı sıkça dillendirilen, “İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın!” söylemi?

»Anayasa: “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifimiz ve gerekçesi ilişikte sunulmuştur” cümlesinden ibaret olan ve TBMM Başkanlığı’na iletilen B. Yıldırım imzalı, ama tarihsiz yazı.

»İnsan Hakları: “Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 10/12/1948 tarihli ve 217 (111) sayılı karariyle kabul edilen ilişik ‘İnsan Hakları Evrensel Beyanname’sinin Resmi Gazete ile yayınlanması ve yayından sonra okullarda ve gazetelerde münasip neşriyatta bulunulması, Dışişleri Bakanlığının 28/3/1949 tarihli ve 36084/122 sayılı yazısı üzerine Bakanlar Kurulunun 6/4/1949 tarihli toplantısında kararlaştırılmıştır.” (Resmi Gazete: 27 Mayıs 1949-16199).

Gündem kaymasının anlamı
İnsan hakları ihlallerinin nasıl azaltılacağı ve uzun vadede ortadan kaldırılacağı, OHAL sona erdirilip olağan anayasal düzene ne zaman geçileceği gibi konular, Anayasa’nın doğrudan muhatabı olan Yürütme, Yasama ve Yargı’nın ilk gündem maddesi olmalı idi.

Bunun yerine Yürütme, ‘anayasal düzenin sonlandırılması’na ilişkin adımını Yasama nezdinde telaş ve ivecenlikle attı (Yürütme; çünkü bunun öncülüğünü Başbakan yaptı, CB de hemen buna desteğini beyan etti. İvedi ve telaşla; çünkü girişim, resmi tatil günü ve tarihsiz bir yazı ile yapıldı).

İzleyen saatlerde, terörist caniler İstanbul’u kana buladı…

Gerçek gündem hangisi?
Esas sorun gündeme gelmeyince veya getirilmeyince, iki sorun ülke gündemine damgasını vurdu: Anayasa ve terör.

Gerçek ve sanal ayırımı ile ikisi arasındaki fark ortaya konabilir.

Terör, şiddet ve ardı arkasına kesilmeyen katliamlar, Türkiye’nin son iki yılına damgasını vuran ciddi ve vahim bir sorunu; toplu güvenliği tehdit eden gerçek bir sorunu.

Bu sorun ile Anayasa arasında doğrudan bağlantı yok; çünkü Anayasa’da toplu güvenliği sağlamak amacıyla alınacak önlemleri engelleyici bir düzenleme bulunmadığı gibi, OHAL, Yürütme ve İdare’ye çok geniş yetkiler tanıyor. Kaldı ki, bunlarla yetinmeyen Yürütme, ‘fiili durum’ uygulamasını sürekli hale getirmiş bulunuyor.

Dolaylı bir bağlantıdan söz edilebilir. Ama bu bağlantı, yürürlükteki açısından değil, tasavvur edilen anayasa açısından kurulabilir.

Şöyle ki; Hükümet, mesaisinin önemli bir kısmını Anayasa’yı uygulamak için değil, bunu değiştirmeye harcadı ve harcayacak görünüyor.

Hal böyle olunca, ne OHAL’i anayasal çerçevede uygulanarak bir an önce olağan rejime geçme yönünde bir irade ortaya konulabiliyor; ne de toplu güvenlik için tam bir seferberlik başlatılabiliyor.

Oysa şiddetin önlenmesi ve toplu güvenliğin sağlanması üzerinde mutabakat var.

Anayasa gündemi
Ne var ki, Anayasa için bir mutabakat yok. Olması da mümkün değil; çünkü hiçbir toplum, kazanımlarını bir anda ve özellikle olağanüstü ortam ve koşullarda kaybetmeye rıza göstermez. Hele söz konusu kazanımlar, uzun döneme yayılan mücadele halkaları ve evrim süreci ürünü iseler.

Kısaca hatırlayalım: Kanun (Tanzimat/kurullar eliyle yönetim anlayışı), Kanun-i Esasi ve Parlamento (Aralık 1876) ve Parlamenter rejim (1909/2. Meşrutiyet); Meclis Hükümeti/ Cumhuriyet (1920/ 23) ve klasik parlamenter rejim (1961); bu kurumsallaşma halkalarının 1982’de de -bazı sapmalar dışında- korunması.

TBMM’ye tatil günü sunulan tarihsiz teklife gelince; bu metin usul ve içerik ayrımı yapılarak çok tartışılacak. İçerik de üç açıdan: Değiştirilen maddeler, ne tür değişiklikler yapıyor ve bunlar, diğer maddeler ne tür farklar yaratıyor? Anayasa bütünü nasıl değerlendirilebilir?

Şimdilik şu kadarı ile yetineyim:

»Hükümet lağvedilerek bütün yetkileri –fazlasıyla- CB’ye devrediliyor.

»TBMM’nin norm koyma yetkisi ve denetim yetkisi budanıyor; CB’nin çok yönlü hâkimiyeti ve yetkileri öne çıkıyor. Buna karşılık, denge ve denetim düzeneğine yer verilmiyor.

»Yargı, CB’nin güdümüne sokuluyor.

Siyasal örgütlenme bakımından; çoğunluk partisinin lideri sıfatıyla CB, yürütme-yasama ve yargı erkleri ötesinde bütün devlet aygıtını toplumun bir kesiminin hizmeti yolunda seferber edebilecek…

Sonuç: Anayasa, Türkiye toplumunun gerçek gündemi değil. Sorun, bu sanal gündeme karşı izlenecek yol ve yöntemlerde düğümleniyor; çünkü hiçbir toplum, yüzyıllara yayılan birikiminin ‘kişisel iktidar’ hizmetinde bir anda yok edilmesine seyirci kalamaz.