Google Play Store
App Store
Terörist ve adli suçlu arasında gerçekten  bir fark var mı?

ROBERT FISK

Independent’tan çeviren Defne Sarıöz.

“Suçlu” iyi kötü bizdendir, “terörist” dediklerimiz ise koyu derili Müslümanlardır.

Polisler ve muhabirler pek çok yönden birbirine benzer. İkisi de insanoğlunun kadim hastalığı olan ahmaklıktan fazlaca mustariptir. Aralarındaki ilişki yarı geçişken yarı asalakçadır. Şu halde konu suça geldiğinde aynı safta yer almalarını normal karşılamalı.

Geçen yıllarda, basit ve adi suçlar (mafyanın ya da çetelerin karıştığı suikastler, cinnet geçiren öğrencilerin, kürtaj karşıtlarının vb. işlediği silahlı suçlar) ile “terör suçları” arasındaki farkı keşfettim. Bu ikincisinde suçun doğası, siyasal anlamda öfkeli, sapkın bir dine bağlı -ya da böyle bir dinden ilham almış- ve çoğunlukla kötücül, mesyanik, sadist, hastalıklı ve ortaçağdan kalma bir “ölüm kültü”ne mensup olmakla karakterize ediliyor. Batı’nın Ortadoğu’daki icraatlarının günümüze mirası olan, hangi dinden olduklarına bakmaksızın herkesi boğazlayabilecek hale gelmiş “yerli” aşırılıkçıların bu sınıfa dahil olduğunu söylememe gerek yok sanırım.

Bu ayrıma göre, “adi” suç –Batılıların, yine Batılılar tarafından, para hırsı, kıskançlık, intikam saikiyle ya da uyuşturucu etkisinde kapılınan duygularla kitlesel olarak öldürülmesi- bir şekilde anlaşılır bulunabiliyor, “terörist” suçlar söz konusu olduğunda ise fatura neredeyse her zaman Müslümanlara kesiliyor. Başka bir deyişle, adi suçlular bizden, teröristler ise bizim değerlerimizden nefret eden, derdi günü kafamızı kesmek olan, koyu tenli ve Müslüman öcüler.

Bu duygusal hezeyanın bir örneğine California’da 14 Amerikalının öldürülmesinin hemen ardından şahit olduk. ABD polisi saldırının “terörle bağlantılı” (kendi ifadeleri) olup olmadığının henüz bilinmediğini açıkladı ve vakayı, kalabalığın üzerine ateş açılması olarak duyurdu. Pek çok kanal katliam haberini, öfkeli bir adamın kurbanlardan birinin kendisine ettiği küfre sinirlenerek kalabalığa ateş açması olarak duyurdu. Fakat hemen ardından saldırganın bir Müslüman adı taşıdığı ve karısıyla oturduğu evinde çeşitli silahlar ve mühimmat sakladığı ortaya çıktı. Görünüşe göre bunlar saldırganın IŞİD’le bağlantısını kanıtlamaya yetiyordu. Böylece insanların gelişi güzel taranması birden bir terör eylemine dönüştü. Bu kavram karmaşası yetmezmiş gibi polis, örgütün eylemi üstlenmiş olmasına rağmen, çiftin IŞİD’yle doğrudan bağlantısı olmadığının sanıldığını açıkladı. Derken çiftin radikalleşme sürecinin – mafyanın pek maruz kalmadığı bir söylem –katliamdan yıllar öncesine dayandığı keşfedildi.



Yine de bütün bunlarda bir tuhaflık var. İngiliz ordusunun IRA’ya karşı en sert yöntemlerle savaştığı 1980’lerde dahi İngiliz hükümeti, şiddete başvurma sebepleri her ne olursa olsun, IRA savaşçılarını saldırgan, azgın ve hatta terörist suçlular ama hepsinden de öte, en genel anlamıyla, yasalara karşı gelerek hapisle cezalandırılmayı hak etmiş suçlular olarak tanımlamaktaki inadından ödün vermiyordu. IRA’nın “siyasi hükümlüler” olarak adlandırılma talebinin ardında yatan, hükümetin, IRA’nın cinayetlerini, hırsızlıklarını ve çeşitli şiddet eylemlerini, her toplumda olduğu gibi Kuzey İrlanda’da bolca bulunan mafyöz çetelerin, kiralık katillerin, tecavüzcülerin ve gözü dönmüş manyaklarınkiyle eşitleyen bu tutumuydu.

O halde terörist ya da sıradan suçlu olmak için bedel mi ödemeli? Sanırım bu hayatınızın ne kadar ettiğine bağlı. İngiliz insansız hava aracıyla öldürülen İngiliz uyruklu IŞİD savaşçıları Reyaad Khan ve Ruhul Amin için terörist olarak sınıflandırılmanın sonuçları ölümcüldü. Dave’e (David Cameron) göre onların öldürülmesi “İngiltere’nin kendini bireysel (kendi ifadesi) anlamda savunması açısından uygun ve zaruriydi” zira İngiltere’de bir saldırı gerçekleştirme hazırlığındaydılar. Başka bir deyişle Dave Leicester’daki bir okulda gerçekleşecek bir katliamı önlemek ya da Londra’nın göbeğindeki bir kiralık katili ortadan kaldırmak için hayalet uçak kaldırmazdı, saldırının yapılacağı duyumunu önceden almış olsa bile. Khan ve Amin ise, uzak mevkiileri ve IŞİD için çalışıyor olmaları dolayısıyla böyle bir ölümü hak etmişti ki Dave ve şanlı ordumuz onların idam emrini verebildi.

Suriye’deki Esad muhaliflerinin, öldürdüğü insanların sayısından hareketle Esad’ın IŞİD’dan çok daha büyük (Channel 4’e göre altı misli) bir terörist sayılması gerektiği yolundaki önerisi referans alınırsa, terörist mi yoksa suçlu mu olacağınızı öldürdüğünüz kadın, erkek ve çocukların sayısının toplamı belirliyor. Ya da belki de, bu, öldürme konusunda görece düşük performans göstermiş bir “terörist” grubun, –bu örnekte IŞİD- namlusundan daha çok kurşun çıkmış bir diğerine nazaran daha az korkunç sayılabileceği anlamına geliyor.

Ama durun bir dakika. Eğer Esad muhaliflerinin örneği üzerinden mantık yürütecek olursak, Bay Bush ve Bay Blair’ın, 2003 yılında giriştikleri gayrimeşru Irak işgalinin sorumluları olarak, IŞİD ve Esad’ın birlikte kıydığından çok daha fazla cana kıydığını teslim etmek durumundayız. O halde bu ikili birinci derece teröristler olarak mı sınıflandırılmalı, yoksa suçlular olarak mı? Yoksa onlara, Lahey Uluslararası Adalet Divanı’nın teoride öngördüğü gibi “savaş” suçluları mı demeli. Ya da asıl soru; hayalet uçakların hışmından ve terörist yakıştırmasından tamamen ve kayıtsız şartsız azade olan içlerinden hangisi?