Başbakan yine ‘birlik ve kardeşlik projesi’nden bahsetti. Ben taa ilk duyduğum andan beri tepine tepine haykırıyorum, “böyle maskaralık olmaz” diye...

Başbakan yine ‘birlik ve kardeşlik projesi’nden bahsetti. Ben taa ilk duyduğum andan beri tepine tepine haykırıyorum, “böyle maskaralık olmaz” diye. İnsan ilişkilerini projelerle biçimlendirip, toplumsal gidişatı belirlemek, kelimenin gerçek anlamıyla bir Amerikan rüyası; sosyoloji diye Amerikan geri zekalılıklarını izleyip kopyalayan yetersiz kolaycıların ağızlarına alabilecekleri bir laf; toplum mühendisliği hevesliliğinin en eblehçe dışa vurumu; ‘Kız Tavlama Sanatı’nı okumakla çapkın olacağını sanmaya tekabül eden bir zihin, görgü ve insana saygı(-sızlık) seviyesinin göstergesi. Ancak daha vahimi, sosyoloji okumuş ve/veya sosyoloğum diye ortalıkta dolaşan sürülerle canlı bulunmasına rağmen, şöyle iyicene “yahu, sen ne diyorsun arkadaş” diyenin çıkmamış olması; ama, aslında hiç de anormal değil: Gurvitch’in adını bile işitmeden, Doğan Ergun’dan bir sayfa bile okumadan mezun olmuş, bunların çok büyük çoğunluğu.

1967’nin Ekimiydi herhalde; Doğan Hoca daha ilk derste öğretmişti bizlere toplumsal determinizmlerin (belirleyiciliklerin) hukuksal determinizmleri daima aştığını ve sosyoloji diye bir bilimin var olmasının meşrûluk temelinin de tam tamına bu olduğunu; ki, sırf bu bilgi bile tek başına on binlerce doktora eder, hele Amerika’da falan yapılmışsa.

Projeyle birlik de kurulmaz, kardeşlik de. Acı olan, birlik ve kardeşlik için projeden medet umar hâle düşmüş olmak; ayrıca, en kabûl edilmezinden bir haddini bilmezlik de söz konusu; zira, projeler ancak nesneler üzerinde uygulanır, ya da insanların manipülasyonlar aracılığıyla güdülebilir nesneler konumuna düşürülmesini ön görür.

Başbakan ve eğer varsa akıldaneleri, baştan beri zaten her türlü açılımı bir manipülasyon süreci olarak görüp başlattılar. Özal, bir marifetmiş gibi iş bitiriciliğini öne çıkartırdı, bu yeni takım da kendi ‘iş bağlayıcılık’ına pek bir güveniyor. Aslında bu, başbakanın geçmişteki iş hayatından kaynaklanan bir ‘deformasyon profesyonel’, dolayısıyla neredeyse Ofer ile Öcalan’ı bile birbirinden ayıramayacak bir ferasetsizlik: Biraz tehdit, biraz taviz; arka kapılarından girilmiş otellerde gece yarısı buluşmaları, kapalı kapılar ardında saray mutabakatları, masa altı pazarlıkları, ‘kazan-kazan’ tezgahları; işin görünür kısmında ise birkaç panayır şenliği, tabiî yerine göre de birkaç hüzünlü manzume veya türkü, göz yaşları eşliğinde; işte al sana çözüm.

Tabiî ki, olmuyor; çünkü her şeyden önce koca bir halkın özneliği yok sayılıyor, kendi yarattığı bir tarih elinden çekip alınmak isteniyor. İşte o zaman gelsin, KCK operasyonu adı altında en hukuk tanımaz sürek avları.

AKP, 12 Eylül’den kalma %10 barajı kalksın diyenlere ‘hain’ diyor ve de güya kendisi darbeye karşı ve darbecilerden hesap soracak. Binlerce insanı tutuklatıyor, aylarca yıllarca içeride tutuyor; dışarıda kalanları da gazlatıp kurşunlatıp öldürtüyor. Yetmiyor, milletvekilliği çalıyor; milletvekillerinin Meclis’e gelmesini engelliyor; özellikle Kürtlere sivil siyaseti fiilen yasaklıyor; yani ırkçılık ve bölücülük de yapıyor, insanları ya silaha sarılmak ya da silahlılara dayanmak zorunda bırakmanın yanı sıra; sonra da millet Aynur Doğan’ı yuhalayanları kınıyor; başbakanın, Kılıçdaroğlu’nun şahsında Alevîliği, hem de miting alanında binlerce kişiye yuhalattığını ve de hemen hiç kimsenin bu nefret suçu ve iç savaş kışkırtıcılığına karşı pek bir ses çıkartamadığını es geçerek.

Oysa, tam tamına bu noktada rejimin niteliği ortaya çıkıyor: Başbakana endeksli bir toplama kampları şebekesi; polisin yargının önüne geçip insanları peşinen suçlu ilân ettiği ve infaza uğrattığı ardı arkası kesilmez bir operasyonlar silsilesi; gazeteci kılığındaki elemanların da desteğiyle ne gün hangi noktadan kimleri hedef alacağı kestirilemeyen itibarsızlaştırma kampanyaları; en dokunulmaz sanılanından en âlâkasız görünenine kadar en ipe sapa gelmez ve de hatta hiç bilinmez sebeplerle gösteri kıvamında (spektaküler) her çeşitten darbe; kısacası, tam bir terör ortamı. Ve Aziz Yıldırım gerçekten örgüt mü kurdu yoksa sadece şike mi yaptırdı diye ciddî ciddî tartışırken, aslında bizatihi bu operasyonların Erdoğan diktatörlüğünün kendilerini oyuncu olarak kullandığı bir şike olduğunun farkına varamayan her cenahtan bir sürü insan.

Aslında barışa varmak kolay; ancak, 12 Eylül faşizminin en has evladı ve en kararlı muhafızı AKP’nin varoluşsal tercihi, sürdürülebilir kılınmış kontrollü bir savaş; tabiî terörle mücadele adı altında: Başbakanın kendisi söyledi daha evvelsi gün, “terör bitmez, ama minimize etmek üzere mücadelemiz sürecek” diye. Terörle mücadele nerelere kadar uzanıyor derseniz, şu iyi bir örnek olur herhalde: Polisten dayak yerken çekilmiş fotoğrafıyla teröre destek vermiş oluyor diye tutuklanıp yargılanan çocuklar var.

Mesele, AKP’nin oltasına takılmamak ve şu anda en fazla salladıkları olta, yeni bir anayasa. Bu durumda yapılacak olan da, “sen milletvekili hırsızlığından hele bir arın da, öyle gel karşıma”yı slogan hâline getirip her yerde haykırmak.