Adli emanette 18 yıl boyunca kapalı bir kutuda bekleyen deliller, birkaç ay önce Adli Tıp Kurumu’na incelemeye gönderildi. Ancak ne mahkeme ne sanıklar ne de müştekiler neyin incelemeye gönderildiğini biliyor. Çünkü dava dosyasındaki kayıt numaraları ile adli emanette bulunan delillerin kayıt numaraları birbirini tutmuyor.

Rastgele numaralandırılmış, bir kısmı kaybedilmiş ya da yok edilmiş 18 yıllık delillerden cinayetin nasıl işlendiğini çözmek de mahkemeye kaldı. (Mahkeme bu yönde bir irade – şimdilik – göstermedi.)

Aynı davada 18 yıldır varolmadığı sanılan bir olay yeri ‘kasetinin’ de, bu inceleme sonucunda yazılan rapor ile aslında ‘varolduğu’ tesadüfen ortaya çıktı. Kaldı ki, olayın başka bir kamera kaydı yok. (En azından, olmadığı sanılıyordu.)

Olay, İstanbul’da geçiyor. 2018 yılında.

Bahsi geçen davada da altı mahpusun yakılarak, altı mahpusun silahla vurularak öldürülmesi yargılanıyor.

18 yıl önce, 19 Aralık 2000’de Bayrampaşa Cezaevinde ‘Tufan’ planı uygulamaya konuldu. Hayata Dönüş Operasyonu’nda, sadece bu hapishanede 12 kişi hayatını kaybetti, dava ise 10 yıl sonra, 2010 yılında açıldı.

Dava açıldığında, müşteki avukatları operasyon sırasında emirlerin verildiği telsiz kayıtlarının mahkemeye gönderilmesini talep etti. Ölenlerin avukatları, bu telsiz dökümlerinin çok önemli olduğunu düşünüyor çünkü tüm emirler, örneğin mahpuslarının vurulması emri kayıt altına alınmış olabilir.

Avukatların talepleri sekiz yıl boyunca reddedildi. Ta ki operasyonu yöneten Yusuf Burhan Ergin bir önceki duruşmada, tüm operasyonu telsiz talimatlarıyla yönettiğini, operasyona katılanların hepsinde telsiz olduğunu ve tüm iletişimin bu telsizlerle yapıldığını söyleyene dek. Böylece mahkeme lütfetti ve telsiz kayıtlarının, olaydan 18 yıl sonra kendilerine gönderilmesini istedi.

Ama yine de bir şeyler eksik bırakıldı: Mahkeme, telsiz kayıtlarını, konuşmaların kaydedilip dökümünün yapıldığı yer olan Telsiz İşleri Genel Müdürlüğü’nden değil, Jandarma Genel Komutanlığı’ndan istedi. Jandarma da dökümleri, mecburen Telsiz İşleri Genel Müdürlüğü’nden isteyecek. Bu yazışmaların sonucunda - eğer 18 yıl boyunca silinmeden saklandıysa - kayıtların mahkemeye ulaşması aylar sürecek.

Telsiz kayıtlarının kurumlar arasında dolaşacak olması, delillerin adli emanette ‘karıştırılması’ ya da sanıkların yıllardır olmadığını söylediği kamera kayıtlarının bir raporun dipnotunda tesadüfen ortaya çıkması başlı başına bir skandal mı, yoksa yargının bakış açısını gösteren birer ‘delil’ mi?

Bu arada, ‘karıştırılan’ ya da kaybedilen delillerin, mahpusların neyle yakıldığına ışık tutması bekleniyordu. Tufan planının icrasına katılan askerlere açılan davada mahkeme, yanarak hayatını kaybeden veya ağır yaralanan mahpusların üzerindeki giysilerde kimyasal analizi yapılması için giysilerin Adli Tıp Kurumu’na gönderilmesine karar vermişti.

Adli Tıp’tan rapor geldi: İncelenen kıyafetlerin neler olduğu ya da incelenenlerin kıyafet olup olmadığı bile belirsiz. Dolayısıyla raporda ‘kimyasal izi yok’ denilen çıkarıma neyin incelenerek varıldığı da belirsiz.

Öte yandan Adli Tıp raporunda, o dönemin teknolojisine uygun olarak bir VHS veya Beta kasetten bahsediliyor. Ancak böyle bir kaset mahkemenin emanet makbuzunda yok. Trajikomik sürecin sonunda belki de ortaya çıkacak olan ‘kaset’, yargılamanın düğümünü çözecek bir delil olabilir.

Tabii bu kaset de mahkeme tarafından incelensin diye Adli Tıp Kurumu’na gönderildi. ‘İnceleme’ maratonunun sonunda ne çıkacağını merakla bekliyoruz.