Tesadüfler ülkesi Türkiye!..

31 Mart 2015 tarihinde Türkiye İran’dan elektrik alan iller dışında tamamen elektriksiz kaldı. Ülke enterkonnekte elektrik sistemindeki bu çökme sonucu, özellikle üretim ve ulaşım büyük oranda durdu. Hastanelerde yoğun bakım üniteleri dışında hiçbir faaliyet yapılamadı. Sağlık birimlerinde aşılar başta olmak üzere soğuk tutulması gereken ilaçlar kullanılamaz hale geldi. Derin dondurucular ve buzdolaplarındaki tüm yiyecekler özündü ve zarar gördü. Ekonomik ve moral kayıp çok yüksek.

Çöken aslında Özal ile başlayan ve AKP Hükümetleri ile süren yeni liberal entegrasyon politikalarıydı, demek yanlış olmaz.

Maden cinayetlerinden, enerji kesintilerine hemen her konuda sorumluluğu hep kendi dışında gösteren, istifayı hiç aklından geçirmeyen, her olayda hacıyatmaz gibi ayakta kalan Enerji Bakanı Taner Yıldız, elektrik kesintilerinin Batı’da da olduğunu belirterek, üç-dört olumsuzluğun bir araya gelerek tersine sinerjiyle oluştuğunu ama tetikleyen şeyin ne olduğunun henüz netleşmediğini söyledi.

Bakan’ın olaydan iki gün sonra yaptığı bu açıklamada hâlâ net bir neden ortaya konamamıştı.

Oysa Özal’dan bu güne bu manipülasyon ustalarının, piyasalaşmanın erdemlerini sayıp, özelleştirmeleri överken en büyük argümanları, ucuzluk, kalite ve şeffaflıktı.

Gelinen noktada çok net olarak görüldü ki ne ucuzluk, ne kalite ne de şeffaflık söz konusu.  

Bakan’ın ‘diğer ülkelerde de oluyor böyle şeyler’ dedikleri içinde bir tek dişe dokunan 2003 ABD büyük elektrik kesintisidir. ABD bu kesintiden ders çıkarmış ve sistemini gözden geçirmiştir. Diğer ülkeler ise, 2 Ocak 2001’de  Hindistan, 1 Kasım 2014’te Bangladeş, 26 Ocak 2015’te Pakistan, 18 Ağustos 2005’te Endonezya’dır.

Bu kesintilerin tamamında zorlu iklim koşulları faktörü söz konusudur. Oysa 31 Mart günü yaşanan çökmede ne iklim koşulları ne de enerji arzı sonu mevcuttu.

Çökmenin nedenleri bu yazı yazıldığı saatlerde hâlâ bir muamma olarak ortada durmaktadır. Görünürde çözülmesi gereken kriminal bir sorun yok gibiyse de bir cinayet vardır ve fail fikrimce bizatihi AKP tarafından saklanmaktadır. Bunun ipuçlarını da Başbakan “siber saldırı” diyerek ve Enerji Bakanı’nın da, “siber saldırı ihtimal haricinde değil” ifadesi ile vermektedirler. Siber sözcüğünün altında da bir tür manipülasyon yattığı anlaşılmaktadır.  

Çok mu şüpheciyiz, ya da senaryo mu yazıyoruz, aşağıdaki tesadüfleri yan yana koyup siz karar verin!

 2001’de Enerji Piyasası Yasası çıkması ve sektör özel sermayeye açılıp özelleştirmeler yoğunluk kazanmasından itibaren alt üst oluş başlamıştır. Kamu varlıklarını yok pahasına ele geçiren, kaynakları minimum maliyetle kullanma olanağı yakalayan aç kapitalistlere bunlar hiçbir zaman yetmedi. Hep çok, daha çok istediler ve genellikle de aldılar. Alamadıkları zaman ne yaptılar, tehdit ettiler, zora başvurdular.

TESADÜF 1:
 Mart 2006. Özel sektör enerji üreticileri sözcüsü bir basın toplantısı yapıyor ve;

“Özel üretim yönünden Türkiye’de üç talihsizlik bir araya geldi. Bunlardan bir tanesi doğalgaz fiyatlarının yüksekliği ve şok zamlar. Doğalgaz fiyatları açısından yıllardır 150-160 dolar seviyelerine alışmış olan otoprodüktörler, üretim şirketleri, tesislerini bu fiyatlar üzerine kurdular. Seçtikleri teknolojinin kendilerine sağladığı randımanı dikkate alarak doğalgaz maliyetlerini hesapladılar ve rahat bir şekilde TEDAŞ fiyatından yüzde 10 hatta bazıları zaman zaman yüzde 15 daha düşük fiyatla sattıklarında bile para kazanacaklarını hesaplayarak piyasaya girdiler. İmtiyaz sözleşmeleri yok. Satın alım garantileri yok. Şimdi hal böyleyken iki tane engel çıktı karşımıza. Bunlardan bir tanesi yüksek yakıt fiyatlarını elektrik fiyatlarına yansıtamadılar. Burada hükümetimizin “Bu tesisleri ben mi kurun dedim? Onlar serbest piyasaya hitap edecek şekilde kuruldular. Kendi ayakları üzerinde dururlarsa dursunlar; duramazlarsa da, kendi bilecekleri iş” demesi çözüm değil. Özel sektörün bugün karşılaştığı durumun büyük ölçüde doğalgaz fiyatlarından değil de sanki kendi kârlarını artırmak amacından kaynaklandığı doğrultusunda yanlış bir kanaat var. “Türkiye Elektrik Piyasası Yasası’nı devlet, elektrik fiyatlarını ucuzlatmak için getirdi. Siz de pahalılaşmasını istiyorsunuz” demeye getiriyorlar. “Ben şimdi özelleştirirsem. Daha da aşağıya inecektir. Siz buna hazırlıklı olun” diyor. Yani aba altından sopa gösteriyor. Bu gibi tehditlerle sorun çözülemez. Sorun aksine, devletin bizim gibi dernekleri çok iyi anlamasıyla çözülür. "Bizim değerlendirmelerimizi çok iyi dikkate alması lazım” diyerek kendisine gösterilen sopaya kontra yanıt verip “Bizi dikkate alın!” tehdidini savuruyor. Bir süre bekleniyor ve olumlu yanıt alınmayınca özel sektör sopasını, üç ay sonra, 01 Temmuz 2006 tarihinde kullanıveriyor. Türkiye’nin üçte ikisi tam on bir saat karanlığa gömülüyor.

Çok kısa bir süre sonra ilk itiraf zamanın Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi Genel Müdürü İlhami Özşahin’den geliyor; “Özellikle bu saat: 22’de özel üretim yapan üretim şirketleri üretimlerini, pahalı üretimlerinden dolayı durduruyorlar ve şebekeden elektrik alıp müşterilerine o şekilde elektrik veriyorlar. Bu bağlamda da Bursa’da yaklaşık 400 megavat, İzmir civarında da 300 megavat, Antalya civarında da Oymapınar santralinin devreden çıkmasıyla zaten yüklü olan hatlarımız, aşırı yükleniyor ve sistem bu şekilde elektriksiz kalıyor.”

Bir özel sektör tehdidi ve üç ay sonra bu tehdidin ete kemiğe bürünmesi bir tesadüf mü?

Tarih tekerrür eder mi? Bakalım…

TESADÜF 2:
İlk sinyal, 2012 yılında geliyor. Elektrik Üreticileri Derneği Genel Başkanı Önder Karaduman, “Doğal gaz fiyatlarındaki artışla, doğal gazdan elektrik üreten yatırımcıların rekabet şansı kalmadı, maliyet artışları doğal gaz santrali yatırımcılarını oldukça tedirgin etmektedir” diyor. Arkasından aynı yıl, “Maliyet artışının elektrik satış fiyatlarına yansıtılamaması durumunda faaliyet karlılığı düşebilir. Olumsuz beklentiler nedeniyle Ak Enerji, 2013 başında 98MW gücündeki Çerkezköy kojenerasyon doğalgaz santrali faaliyetlerini durduracaktır” tehdidi geliyor.

Yine aynı dönemde bu kez 31 Mart vakasının kaynağı olarak gösterilen ilden İzmir’den bir sinyal geliyor; İzmir Atatürk Organize Sanayi Bölgesi’nin elektrik ihtiyacını karşılamak üzere kurulan ve 2011 yılından bu yana TEİAŞ’a da elektrik veren ATAER Doğalgaz Çevrim Santralı Yönetim Kurulu Başkanı Haydar Atılgan, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, 2012 yılına kadar karlı birer işletme olan doğalgaz santrallerinin, bu tarihte doğalgaza yapılan yüzde 35’lik zamma karşın elektrik fiyatlarının aynı oradan artmaması nedeniyle karlılıklarını yitirdiğini belirtiyor ve devamında, “Türkiye’de kurulu 188 doğalgaz santralı bulunuyor. 1990’lı yılların başında elektrik ihtiyacı sebebiyle teşviklerle kurulan bu santraller, 2012 yılından sonra üretim maliyetlerinin artmasıyla zor günler yaşıyor. Son iki yılda zarar etmeye başlayan bu santrallerden bazıları üretimini durdurup, kapanma noktasına geldi” diyerek bir mesaj daha iletiyor.

Son salvo 22.08.2014 tarihinde geliyor. Yine tesadüfe bakın İzmir Ticaret Odası (İTO) Yönetim Kurulu Başkanı Ekrem Demirtaş’tan geliyor. Demirtaş, doğalgazdan elektrik üretimi yapan 11 farklı ilden 16 şirketin, Anadolu ve Trakya Doğalgaz Santralleri Derneği’nin (DOĞSANT) kuruluşunda, bittik, battık edebiyatından sonra bir yığın talepte bulunuyor ve satır arasında  özellikle 31 Mart vakasına ilişkin nokta atış yapıyor; “TEİAŞ Yan Hizmetler Yönetmeliği’ne göre; primer frekans rezervi tutması gereken santrallerin, çalışmadığı zamanlarda da PFK tutmak zorunda olması, bu nedenle çoğu santralin PFK rezervini bu işi yapabilecek başka santrallardan yüklü bedeller karşılığında transfer etmek zorunda kalmaları ve bunun maliyetlerinin zaten oldukça yüksek olan birim maliyetlerine ilave bir kalem olarak gelmektedir. Elektrik Üreticilerinden “Primer Frekans Kontrol Hizmeti” adı altında %1 oranında kapasite ayrılması talep edilmektedir.”  Bir de ekleyerek; “Türkiye Elektrik İletim Sistemi gibi karmaşık bir sistemin sürekliliğinin sağlanmasında gerekli olan Primer Frekans Kontrol hizmeti, daha bilimsel ve öngörülebilir bir rezerv planlaması ile gerçekleştirilmelidir” diyor. Yani açık açık, “Çökersiniz” demekte...

Ve aradan bu kez altı ay geçince sistem çöküyor.  

31 Mart günü Türkiye bir başka olay daha yaşadı. Berkin Elvan davası savcısı rehin alınma olayı. Her şey bir yana bu olay Türkiye’de adalet yerine getirilmeyince, haksızlık beslenince, hukuksuzluk diz boyuna geçip gırtlağı aşınca nelerin olabileceğini gösteren acı bir örnektir. Bu adaletsizlik, şeffaflıktan uzaklık, kayırmacı devlet mantığı aynı biçimde enterkonnekte sistem çökmesinde de kendini göstermektedir. Bu Ekrem Demirtaş’ın konuşmasında şu sözlerle ifade edilmektedir; “Devletin piyasayı kontrol altında tutmak için talimatları bir enstrüman olarak kullanması nedeniyle PMUM piyasasındaki YAL/YAT talimatları yeterince şeffaf yayınlanmamaktadır. Bu nedenle kime, ne zaman ve neden talimat verildiği bilgilerinin daha detaylı ve açık bir şekilde paylaşılması beklenmektedir.

PMUM sistemine tabii olan tüm santrallere özellikle dengeleme piyasasında piyasa işletmecisi tarafından eşit koşullarda yaklaşılmamakta, kısıtlar haricindeki talimatlarda sıkıntılar yaşanmaktadır.”

Piyasalaşma ve özelleştirmelerin getirdiği mafyavari ortamda her şey olabilmektedir. Ben burada sadece birkaç tesadüfe dikkat çektim. Konu elbette önümüzdeki günlerde bir şekilde açıklık kazanacaktır. Bekleyip göreceğiz.

Öte yandan bu olaydan Türkiye ne ders çıkardı derseniz yerimiz bunu anlatmaya elvermeyecektir. Editör uygun görür de haftaya bir yer daha ayırabilirse orada da çıkarılacak dersleri ve önerileri ele alabiliriz. Bu günlük bu kadar, aydınlık günlere deyip son noktayı koyalım.