Teşekkürler Haneke!
2009’da Cannes’da “Beyaz Kurdele” ile haklı bir Altın Palmiye alan Haneke bir kez daha büyük bir filme ‘Amour-Aşk/Sevgi’ imza atmış. Adı gibi gerçekten de büyük bir aşk filmi. Hatta gerçek aşkın ulaşabileceği doruğun filmi…

Bizim gibi “Hanekesever”ler için, festivalin beşinci gününde Avusturyalı ustanın yeni filmi “Amour-Aşk/Sevgi”yi, festivalin en heyecanlı anlarından biriydi (Fransızca’da “amour” kelimesi hem aşk hem de sevgi anlamına geliyor). Üstelik başrolde Fransız sinemasının yaşayan en büyük oyuncularından Jean-Louis Trintignant ve Alain Resnais’nin başeseri “Hirochima Mon Amour”un unutulmaz “O”su Emmanuelle Riva varsa, heyecanımız bir kat daha artmıştı kuşkusuz. 2009’da Cannes’da “Beyaz Kurdele” ile haklı bir Altın Palmiye alan Haneke bir kez daha büyük bir filme imza atmış. Adı gibi gerçekten de büyük bir aşk filmi. Hatta gerçek aşkın ulaşabileceği doruğun filmi… Ama aynı zamanda yaşlılığın şiddetini ve çaresizliğini de anlatıyor. Seksenli yaşlarını süren iki emekli konservatuar hocası Anne ve Georges’un günlük yaşamıyla başlayan film, Anne’ın önce felç geçirmesi, ardından da giderek düşkünleşmesiyle kaçınılmaz sona doğru gidiyor. Özellikle Trintignant’ın olağanüstü oyunu sayesinde, “Aşk/Sevgi” vücudun iflas etmesi karşısındaki çaresizliğimizi hatırlatıyor. (Ne yazık ki Trintignant basın toplantısında son kez kamera karşısına geçtiğini ve bundan böyle sadece tiyatro eserlerinde yer alacağını açıklıyordu). Ama çiftin arasındaki bağ ve sevgi öylesine bir boyutta ki, (Haneke’nin maskot oyuncusu Isabelle Huppert’in canlandırdığı) yegane kızlarını bile yaşadıkları acının ve aşkın dışında bırakmayı yeğletiyor. Haneke, büyük bir aşk, sevgi, şefkat, yaşam ortaklığıyla birleşmiş bir çiftin yaşantısına bizi böylesine dahil ederek uzun zamandır sinemada aldığımız en büyük hediyelerden birini sunuyor. Bir yandan içimiz acıyor ama sanmayın ki sadece ekrandaki yaşlı çiftin kaderine… aynı zamanda ileride kendi yaşamınızdan bir yansımayı bu kadar saf, net ve şiddetli verdiğinden. Bir yandan da mutluluk ile haset arasında gidip geliyorsunuz. Mutluluk, eğer benzer bir sevgi bulduysanız, haset ise eğer böylesi bir kuvvetli bağı yaşam boyu kuramamışsanız. Aşkın en doruğunda yapılabilecek o tahayyülü zor fedakarlığı görmek bazılarını şaşırtacaktır. Ama bizce bugüne kadar sevgi ve aşk üzerine yapılmış en anlamlı filmlerden biri çıkmış ortaya. Teşekkürler Haneke, bize yine bir başeser hazırladığın için...

“KORELİ WOODY ALLEN” HONG SANG SOO
Hong Sang Soo sinemasını büyük ölçüde Cannes festivali sayesinde tanıdık. Önce 2004’de “Kadın İnsanlığın Geleceğidir” ile ana yarışmada, ardından da Belli Bir Bakış bölümünde yer alan “Ha-Ha-Ha” ile yönetmeni keyifle izlemiş, Woody Allen’vari mizah anlayışını sevmiştik. Bu yıl “In another country-Başka bir ülkede” ile yeniden resmi yarışmada. Hong bu kez Kore’ye gelen Anne adlı bir Fransız kadının (Isabelle Huppert) etrafında üç farklı öykü çeşitlemesi yapmış. Birinci Anne, tanınmış bir Fransız sinema yönetmeni ve Kore’ye alacaklılarından kaçmak için Koreli bir yönetmen dostunu ve hamile karısını ziyarete geliyor. İkinci Anne zengin bir işadamının karısı, Kore’ye geliş nedeni ünlü bir yönetmen olan sevgilisi Munsoo ile üç gün geçirmek. Üçüncü Anne ise zengin bir ev kadını, kocası yeni terk etmiş ve Koreli halkbilim profesörü dostuyla acısını dağıtmaya gelmiş. Hong Sang Soo’nun filmi ilk bakışta yüzeysel gelebilir. Ancak ağır temaların işlendiği festivalde şekerli limonata tadı bırakan “Başka bir ülkede”yi bir kez daha izleyip, farklı bir boyut yakalamak da mümkün olabilir. Hong Sang Soo’yu izlemeye devam edeceğiz...

KİAROSTAMİ’DEN HAYAL KIRIKLIĞI
İran sinemasının en büyük ismi Abbas Kiarostami’nin “Like Someone In Love-Aşık biri Gibi” tam bir hayal kırıklığına neden oldu. Yarım saatten fazla sağanak yağmur altında kuyruk bekledikten sonra, Japonya’da Japonca çektiği filmin hiçbir okumasında bir anlam bulamadık. Para kazanmak için fuhuşa yönelen taşralı bir üniversite öğrencisinin tonton bir emekli üniversite profesörüyle karşılaşmasını anlatan film, tam anlamıyla ukalalıkla şişirilmiş bir balon. 2010’da Cannes’da yarışan “Aslına Uygundur-Copie Conforme”un başarısından sonra vasatın bu kadar altında bir film ile resmi yarışmaya alınması bizce İranlı ustaya, geçmişteki büyük filmleri düşünülerek, resmen torpil geçildiğinin işareti.