Hayata toptan teşekkür etmek için henüz erken, onu son günlerine bırakmak gerek hayatın.

Burada daha önce ondan söz etmiştim; Harald Weiss, meslektaşım, dostum, uzun yıllar ve zor koşullarda ARD’de birlikte çalıştığımız Alman gazeteci. İşkolikti ve bir sabah işe gelen arkadaşları onu masasının başında ölmüş buldular.

Alman Radyosu ARD onun anısına yaptığı etkileyici programda en sevdiği şarkıyı çalmıştı. Latin Amerika’nın annesi Mercedes Sosa’dan “Gracias A La Vida!

Hikâye edilir ki; İspanya İç Savaşı sonrası, General Franco’nun başlattığı insan avında yakalanan 18 yaşındaki tarım işçisi Carlos, ağır işkencelerden geçirilip konuşmayınca, bir Haziran sabahı asılacaktır. İdam öncesi hücresinde; “Evladım adettendir, Son bir isteğin var mı?” diyen işbirlikçi papaza tükürür ve “Gracias A La Vida!” diye bağırır.

O haykırış Şilili şair Violatta Parla’nın bir şiirine dönüşür önce, sonra da milyonları etkileyen bir şarkıya: “Teşekkürler hayat!

18 yaşındaki Carlos’a neler vermişse artık hayat!

Hayatta teşekkür edecek çok şey yaşadım, onların her biri için, hatta Carlos’tan 2-3 yaş büyükken tıkıldığım Mamak için bile - beni ben yapan şeylerden biri çünkü - hayata teşekkür ederim.

Henüz toptan değil ama, taksit taksit! Ve yarın dananın kuyruğu koptuktan sonra, bir taksit daha ödemeyi çok isterim. Öncelikle mesleki olarak…

Yarından sonra eğer, vıcık vıcık ve utanç verici gazeteciliğin, sona ermese bile, ağır bir darbe yediğini görebilirsem yürekten teşekkür ederim.

Otorite karşısında boyun büküp gerdan kırarak, ancak sorulmasına müsaade edilen soruları sorarak, sürekli iktidarın yanında durarak yapılan “gazeteciliğin” gazetecilik olmadığı görülürse, teşekkür ederim.

Mesleğin yüz karası bu tiplerin -ki mükemmel hacıyatmazlardır- yarından sonra da kim iktidar olursa olsun onun yanında başköşeye kurulamadıklarını görürsem, teşekkür ederim.

Çiğdem Toker gibi “gazeteci” adını hak eden arkadaşlarımızın, gazeteci geçinen çoğunun yapmayı çoktan unuttuğu gazeteciliği yaptığı için mahkeme mahkeme süründürülemediğini, kimileri için cep harçlığı ama bir basın emekçisi için hayali imkânsız milyonluk cezalar kesilemediğini görürsem, “Gracias” derim hayata.

Ahmet Şık gibi gazeteciliği ne dışarıda ne içeride ayaklar altına düşürmeyen arkadaşların, dokunulmazlara dokundular diye yakılmaya çalışılmadığı günleri görürsem, bir taksitini daha öderim hayata teşekkürümün.

TRT’de kamu yayıncılığı yapılabildiğini, söylemek istediğiniz her şeyi söyleyebilmek için cesaret gerekmediğini, kendine televizyon diyen kurumlarda tartışmacı gazeteci, akademisyen olarak sadece iktidar yalayıcılarının konuşmadığını görürsem, bir koca teşekkür daha gönderirim hayata.

Yalnızca iktidarın hormonladıklarının değil, BirGün gibi bin bir emek ve fedakârlıkla yaratılan gazetelerin de THY uçaklarına binebildiğini görürsem de teşekkür ederim.

Yazdığım bir yazı, söylediğim bir söz yüzünden, olur ya, bir yargıcın karşısına çıkarsam, onun sadece yargıç olduğuna güvenebilirsem, teşekkür ederim.

Adayların cezaevinden kampanya yapmak zorunda kalmadığını, birlikte televizyona çıkıp gazetecilerin sorularına cevap verdiklerini görebilirsem de teşekkür ederim.

Gerçekten bizi kim dinliyor, kim gözlüyor endişesi yaşamadan telefonda konuşabilir, meydanlarda buluşabilirsek, teşekkür ederim.

Şu baskın seçimin kısa kampanya sürecinde, Gezicilerin inceden ortaya çıktıklarını gördüm, tepeden yapılamayan birleşmelerin tabanda olmaya başladığını gördüm, asla gitmez sanılanların gidici olduğunu gördüm. Bunlar için şimdiden teşekkür ederim.

Yarından sonra, sandıklardan ne çıkarsa çıksın, hiçbir şeyin sonu olmayacak. Ben yine imkânsızı istemeye devam edeceğim.

Ama işte gerçekçi olunca, ezici çoğunluğu bu memleketin, çok şey de istiyor değil; normal bir ülkede, huzur içinde, olağan hayatlar yaşamak…

Şu son bir ayda, her geçen gün biraz daha güçlü, bunun olanaksız olmadığını, olabileceğini, yapabileceğimizi gösterdi hayat. Şimdilik bunun için teşekkürler!

24’ünden sonrasına da bakarız artık!