Sinemamızın en büyük oyuncularından Kadir İnanır, Muhsin Kızılkaya’ya verdiği röportajda, Soma katliamından barış sürecinde yer aldığı için karşılaştığı haksız saldırılara kadar pek çok konuya değinmiş. Söyleşiyi haberleştiren mecraların yarısına yakını “Erdoğan cumhurbaşkanı olmamalı.” başlığını kullanırken, önemli bir kısmı da “CHP’yi yerden yere vurdu” başlığını tercih etmiş. Nuri Bilge Ceylan’ın “Kış Uykusu” filmiyle dünyanın en prestijli sinema festivalinin en büyük ödülünü aldığı ve ödülünü Gezi Direnişi’nde hayatını kaybedenlere ithaf ettiği günlerde yayımlanan bu söyleşinin dolaylı sonuçlarından biri, kimsenin kolay kolay aday ismi zikretmediği gizemli cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde birkaç gün içerisinde bu makama layık görülen, hatta aday gösterilen sinemacıların sayısının artması oldu. Fakat İnanır’ın bazı sorulara verdiği cevaplar benim dikkatimi daha çok çekti.

Söyleşinin bir yerinde İnanır “Gezi’nin başlangıcı haklı bir direnişti ama saptırıldığını hepimiz gördük. İşin içine vandalizm girdiğinde bu meşru ve güzel tepki çirkinleşir, kutuplaşma başlar” dedikten sonra Kızılkaya “Gezi’de olan bu muydu?” diye soruyor. Cevap, söyleşide yer aldığı şekliyle, aynen şöyle: “Orada iyi niyet suistimal oldu. Masum direnişçilerin saflığı kullanıldı. Sonuçta ülkenin en önemli gelir kaynağı olan turizm büyük darbe aldı. Asıl meselemiz olan Kürt meselesinin çözümü bu gerginliğe kurban gidebilirdi. Bunu söylediğimizde ‘Allah korusun’ diyorlar. E, Allah korusun diyorsan katıl o zaman çabamıza. Çünkü bütün sorunlarımızın kaynağı Kürt sorunu. Başka hiçbir sorunumuz yok”.

Sondan başlarsak, en büyük sorunlarımızdan birinin Kürt sorunu olduğuna şüphe yok, bence uzun zamandır ve hala en büyük sorunumuz Kürt sorunudur da denebilir, ama bütün sorunlarımızın kaynağı o değil, ve başka sorunlarımız da var. Adalet sorunumuz var, tek adam rejimine doğru yuvarlanma sorunumuz var, iş güvenliği sorunumuz var, ifade özgürlüğü sorunumuz var, nefret söylemlerinin cezasız kalması sorunumuz var, her yere inşaat yapma sorunumuz var, ekolojik sorunlarımız var, fanatizm diye dev bir sorunumuz var, ve indirgemecilik, kolaya kaçma gibi sorunlarımız da var. Tek faktörle açıklanamayacak bir durumdayız. Ve o büyük sorunu da maalesef bunu görmeden çözemeyiz.

Diğer bir itiraz: masum direnişçilerin saflığı kullanılmış filan değil. Direnişçiler saflıklarını kullandırmadılar, ve masumiyetleri ile destan yazdılar, doğrusu bu. Tam da bu yüzden, bunu gölgelemek için o kadar çok vandalizm lafı edildi; oysa direnişi izleyen yabancı basın mensuplarının en çok hayret ettiği şey bu kadar öfkeli ve bu kadar büyük bir kalabalığın nasıl olup da bu ölçüde barışçı kalabildiği idi. Resmi tarih yazımına katkıda bulunmak isteyenlerin unutturması gereken bir şey daha var: şehrin merkezindeki bir yeşil alana kışla ya da AVM yapmak için diretmekten, şehrin en büyük kültür merkezini fiilen karakola çevirmekten, gencecik çocukları kuytularda döve döve öldürmekten, gözü çıkan onlarca kişiden, biber gazından zehirlenen yüz binlerce insandan, cenaze evinde gözyaşı döken anayı meydanlara yuhalatmanın tarif edilemez hoyratlığından söz etmeden vandalizm cümlesi kurmak vandalizmin ta kendisidir.

Söyleşinin başka bir yerinde CHP bağlamında “sosyal demokrat anlayışı savunan bir siyasi oluşum kafatasçı, ırkçı, dini bir yapılanmayla nasıl ortak olabilir” ve bir başka yerinde de akillik ile ilgili “teklif hiç sempati duymadığım MHP’den bile gelse kabul ederdim” diyen İnanır’ın, bu söyleşide geçen inanılması güç pek çok ifadesine rağmen aslında barışın önemine kalpten inandığına ve bunun için de elinden geleni yapmaya çalıştığına inanıyorum. Ancak bu amaç, hepimizin gözü önünde cereyan eden şeyleri çarpıtmayı, denge kaygısı yüzünden inandırıcılık kaybına sebep olacak ölçüde ortadan yürümeyi, iktidara batırılacak bir iğne için muhalefete çuvaldızı batırmayı haklı kılmaz.

Bazı dostlarım bilir, “ikinci turda kazanabilecek bir aday” sohbeti açıldığında şaşkın bakışlara inat ismini zikrettiğim birkaç kişiden biriydi Kadir İnanır. Artık değil – bir sinemacının, bir yazarın, bir komedyenin cumhurbaşkanı olmasını hala çok istesem de. Ama esas üzücü ihtimal, “Kadir Abi”nin bu yazdıklarımın pek çoğunun farkında olması, ve kutuplaşmayı yatay olarak kesebilmek için, bazı önemli doğruları her kesimle paylaşabilmek için, ülkeyi yönetenin tam bir ergen gibi davrandığından hareketle böyle konuşmuş olması – bir anlamda kendini feda ederek.

Böyle ise, zamanı geldiğinde anlaşılır, hakikat ortaya çıkar. Ve fakat durum gerçekten de böyle ise, yaşayan en önemli oyuncularımızdan birinin siyaset konuşurken pedagog gibi davranmak zorunda hissettiği bu iklimi yaratan uzun adama ne kadar teşekkür etsek azdır: kendisinden daha uzun, daha büyük ve çok daha bilgili bir oyuncuyu daha öyle ya da böyle pasifize etmeyi başardığı için.