‘Yeni normal’in toplum üzerindeki etkisini değerlendiren Prof. Dr. Kenan Çayır, bu süreçte eğitimin rolünü BirGün’e değerlendirdi. Çayır, “Bir yandan tüketim kültürüne diğer yandan cemaatçi politikalara teslim olmadan, sürekli daha iyi bir yaşamı aramalıyız” dedi.

Teslim olmadan daha iyi yaşamı aramalıyız

Ayşe Alan

‘Yeni normal’in toplum üzerinde yarattığı eşitsizlikler, toplumu nasıl bir geleceğin beklediği ve eğitimin ‘yeni normal’e etkisi akıllarda soru işareti oluşturmaya devam ediyor. İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi, Sosyoloji ve Eğitim Çalışmaları Merkezi Müdürü Prof. Dr. Kenan Çayır, son dönemin popüler kavramı ‘yeni normal’i ve eğitimi konuştuk.

‘Yeni normal’ sonrası oluşması beklenen eşitsiz ve edaletsiz sistemden kurtuluşa ışık tutan Çayır, “Bir yandan tüketim kültürüne diğer yandan cemaatçi politikalara teslim olmadan, sürekli daha iyi bir yaşamı aramalıyız. Hem eşitliği hem de yeniden bölüşüm ve adaleti sağlayan bir gelecek üzerine düşünmeliyiz” diyor. Çayır, ‘yeni normal’in nasıl şekilleneceğine toplumbilimciler, eğitim bilimciler ve felsefecilerin süreci nasıl anlamlandıracağına bağlı olduğuna dikkat çekiyor.

Sizce nedir bu ‘yeni normal’ dedikleri?

Henüz daha şekillenmemiş bir düzene işaret ediyor. Pandemi öncesi alışkanlıklarımızın, eğitim yapma şeklimizin, iş yapma şeklimizin eskisi gibi olmayacağını, yeni bir düzene geçeceğimizi varsayıyor insanlar bu kavram ile.

Peki, kim belirliyor bu kavramı, içini kim dolduruyor?

Toplumsal düzenler aktörlerle yapıların etkileşimiyle şekillenir; toplumu oluşturan farklı grupların mücadelelerinin sonucunda şekillenir. Dolayısıyla ‘yeni normal’ de bir mücadele alanı. ‘Yeni normal’in nasıl şekilleneceği bir yandan toplumbilimciler, eğitim bilimciler, felsefeciler olarak bu süreci nasıl anlamlandıracağımıza, hangi kavramları üreteceğimize bağlı. Düşünmemizi tetiklediği için bu kavramı önemli buluyorum ama ‘normal’ diye nitelediğimiz eski düzen de normal değildi ki. Normal dediğimiz, hâkim grupların, sınıfların normuydu. Eşitsizlikler üzerine kurulmuştu. Birçok eleştirel eğitim bilimci zaten bunu sorguluyordu. İlk işaretler ‘yeni normal’in bu eşitsizlikleri daha da derinleştireceğini gösteriyor.

Bir umut ışığı var mı? Yeni normal ‘daha normal olabilir’ mi?

teslim-olmadan-daha-iyi-yasami-aramaliyiz-777756-1.

Gramsci’nin “Aklın kötümserliği, iradenin iyimserliği” kavramını seviyorum. Çevremize baktığımız zaman hem siyasal hem toplumsal düzeyde çok olumsuz gelişmeler var. Artan gruplar arası çatışmalar, yükselen şiddet, örneğin kadına karşı yükselen şiddet. Yükselen otoriterlik, popülizm. Aklımızla kötümser oluyoruz. Ama irademizin iyimser olması gerekiyor, yoksa hayatımızı sürdüremeyiz. Benim iradem iyimser çünkü normal dediğimiz kavramın da zaten belli tarihsel toplumsal süreçlerle kurulduğunu biliyorum, biliyoruz. Eğer böyle ise biz bunun daha iyisini yapabiliriz. Çünkü insanı insan yapan siyaset, düşünmek, üretmek. Dolayısıyla ‘yeni normal’i daha eleştirel bir yerden, daha toplumsal adaleti, birlikte yaşama idealini yükselten kavramları, daha dayanışmacı kavramları ve pratikleri keşfederek tekrardan kurabiliriz.

EĞİTİM DAHA GÜÇLÜ VURGULANMALI

Peki sizce bu süreçte eğitimin rolü ne olabilir?

Eğitim ideal anlamda insandaki potansiyeli açığa çıkaran bir süreç. Ama bugün eğitim almış birçok insan kendini toplumsal ve siyasal bağlama oturtamıyor. Örneğin kadına yönelik şiddette birçok insan suçu kadınlara yüklüyor. Halbuki erken egemen yapılar, ulus devlet kimliği vesaire tarihin belirli bir döneminde ortaya çıktı. İnsanlar kendi hikâyelerini bu bağlama oturtabilse açıklamaları farklı olabilir. Eğitimde alan bilgileri de mutlaka çok önemli ama daha da önemlisi insanda “Nasıl bir tarihsel toplamsal bağlama doğdum, nasıl yaşıyorum, kendi eylemimle, irademle özne olarak neler yapabilirim?” sorularını sordurması bence. Belki yeni normal tartışmalarında eğitimin bu boyutunu daha güçlü vurgulamamız gerekir.

Yeni normaldeki tartışmaların ötesinde eğitim bunu gerçekleştirebilir mi?

Tek başına başaramaz ama eğitim aslında toplumsal siyasal süreçlerle diyalektik bir ilişki içerisinde. Yani hâkim gruplar belirli bir eğitim anlayışı empoze ediyor. Ama bu birebir karşılığını bulmuyor çünkü aktörlerin her birinin farklı hikâyesi var. Kimisinin etnik grubu farklı, cinsiyeti, siyasal pozisyonları faklı. Aktörler eylemlerde bulunuyor. Aktörlerin eylemleri ile toplumsal yapılar arasında etkileşimsel bir süreç var. Biz bence eğitimde tam da bu etkileşimsel süreci açığa çıkarmalıyız.

Sosyolojide şunu vurgularız: Eğer içinde bulunduğumuz yapılar belli bir tarihselliğin ürünü ise insanlar siyasal eylemlerle daha iyisini yapabilirler. Eğitim insanları güçlendirerek daha eşitlikçi ve adil bir toplumsal yaşamı kurmada önemli bir rol oynayabilir. Ancak son yıllardaki okumalarım beni şuna götürüyor: Biz de çoğunlukla pozitivist bir mantığa düşüyoruz. Orada bir yerde ideal bir sistem var ve eğitimle keşfedeceğiz gibi. Bu determinist bir yaklaşım. Ben daha hermenötik (yorumsamacı) bakıyorum, yani anlam dediğimiz şey belki de hiçbir zaman sabitlenmeyecek. Anlamı belki de bizim sürekli ve sürekli yeniden üretmemiz gerekecek.

‘YENİ NORMAL’DE ÖĞRETMENİN ROLÜ

Öğretmenler bu söyledikleriniz üzerinde etkili mi? Öğretmenin etkisi nedir? Öğretmen özne midir?

Kesinlikle etkili çünkü öğretmenlerin kamusal entelektüel olma rolü var. Belki özne ve birey kavramları ile başlamak lazım. İkisini ayrı anlamlarda kullanıyorum. Birçok insan ben “Özgür bir bireyim” diyor, sonra bakıyorsunuz aslında piyasanın sunduğu şeyleri tüketiyor, okuyor. Yani birey piyasa ekonomisinin kuşatması altında. Öte yandan “Bireyim” diyen birçok insan hızla değişen dünyada kendi kimliğinin kültürünün erozyona uğradığını düşünüyor. Ve olaylar karşısında kendi cemaatinin, kimlik grubunun tepkisine teslim oluyor. Böyle bir birey özgür olamaz. Özne ise hem piyasaya hem kendi cemaatine karşı çıkabilen, bu baskının farkında olan ve alternatif arayan insandır. Öğretmen bunu kendi yapıyorsa, öğrencilerine de aktarabilecektir zaten. Özne olan öğretmen, “Bu böyle gelmiş böyle gider” demez, “Böyle değildi, bazı sebepler yüzünden böyle oldu ve başka türlüsü de mümkün” der. ‘Yeni normal’in nasıl şekilleneceğinde öğretmenlerin de önemli bir rolü var yani.

O zaman öğretmenin de tarihsel toplumsal bağlama hâkim olması önemli…

Kesinlikle. Birçok insan, öğrenci, mevcut düzenin alternatifi yok diyor. Çünkü kendisini tarihsel toplumsal bağlama oturtamıyor. Öğrencilerimize aktaracağımız en önemli beceri bu gibi geliyor bana. Ve bu süreçte eleştirel düşünme, umutlu düşünme becerilerini geliştirmek. Yani her zaman daha eşitlikçi bir dünyanın mümkün olduğunu, farklılıklarla birlikte barış içinde yaşayabileceğimizi ve bizim buradaki rolümüzü sorgulamak. Bunun için sanattan ve edebiyattan daha çok beslenmek.

SÜREKLİ TÜKETİN MESAJI

Bir yandan da dünyadaki duruma baktığımızda otoriterliğin yükseldiğini, en temel hakların bile sorgulanır olduğunu görüyoruz. Eğitim de çare olamıyor sanki?

Bunun kökeninde, az önce söylediğim gibi artan cemaatlere kapanmanın- cemaati sosyolojik anlamda kullanıyorum- etkisi var. Bir korku hali var. Küreselleşme sonucunda insanlar kendi kültürlerinin, dinlerinin yani kimliklerinin yok olacağını düşünüyorlar. Neoliberal sistem insanlara sürekli tüketin mesajını veriyor. Dünyada çok hızlı bir değişim var teknoloji ile beraber. İnsanlar buna yetişemiyor. Bu yüzden de daha muhafazakâr, farklılıkları kovmaktan bahseden, mültecileri istemeyen otoriter siyaset yükseliyor maalesef. Ve evet mevcut haliyle eğitim çare olmayı bırakın bazen ateşi körüklüyor.

İki savaş arası dünyaya geri mi döndük?

Evet, maalesef şu an dünyada onun izleri var. Sosyal bilimlerde toplumsal gelişimi daha lineer okurduk. ‘Hep ileri doğru gideceğiz’ düşüncesi vardı. Ama öyle değil. Geri dönüşler var. Modernleşme projesinin başarısızlığıdır bu. Ne ulus devlet farklılıklarla bir arada yaşamayı sağlayabildi ne de liberalizm bireyi piyasaya karşı koruyabildi. Bireyi, özneyi piyasaya karşı koruyan aynı zamanda farklılıklarla birlikte yaşamayı mümkün kılacak bir vizyon geliştirmemiz gerekir.

YİNE DE UMUT VAR

Ama yine de umut var diyorsunuz…

Eylemin olduğu yerde umut vardır. Hep umut eylemi doğurur diye düşünülür. Ben tam tersini söylüyorum. Eylem umudu doğurur. Bizim yapacağımız şey eylemek. Bir yandan tüketim kültürüne diğer yandan cemaatçi politikalara teslim olmadan, sürekli daha iyi bir yaşamı aramalıyız. Hem eşitliği hem de yeniden bölüşüm ve adaleti sağlayan bir gelecek üzerine düşünmeliyiz, ben bunun arayışındayım.