Türkiye Cumhuriyeti ilginç zamanlara gebe seçim sürecinde iyiden iyiye ‘Tevatür Cumhuriyeti’ne dönüştü: Kahvehane köşeleri ile akademi koridorları arasındaki mesafe ortadan kalkarken, tevatür ile öngörü arasındaki ayrımlar da belirsizleşir oldu.

Yaban ellerde kalburüstü programlarda iktisat doktorası yapmış, alanında uzman meslektaşımla seçim üzerine konuşuyoruz; büyük sırra vakıf bir insanın buğulu sesiyle ağır ağır anlatıyor: “Her işten yüzde 25 aldılar, büyük servet biriktirdiler, seçim tarihine 3 ay kala birikmiş servetlerinden 25 milyar doları getirip oyları toplayacaklar, muhalefet seçimleri çantada keklik sanmasın.” Yutkundum kaldım, ne denebilir ki? Ertesi gün hukuk doktorası yapmış bir meslektaş da aynı hikâyeyi miktar belirtmeden tekrar etmez mi? Sinirlenmiş olmalıyım ki ona sadece “Zırnık koklatmazlar” diyebildim.

Aslında akademi namına bir iç sızısı olarak bende kalacak olan bu anlar, Ankara kulislerine hâkim gazeteci haberleri ile yeniden harlandı. O haberlere göre halen ABD’de yaşayan Fetullahçı eski bir rektör, ülkeye 25 milyar dolar getirmeyi teklif etmiş, ne karşılığında getireceği konusunda rivayet muhtelif. Bu yazı, ne haberin doğruluğu ile ne de pazarlığın kapsamı ile ilgilidir. Burada üzerinde durulacak olan husus, sözü edilen bu yaygın tevatürlerin hem nasıl bir politik psikoloji ürünü olduğu, hem de nasıl bir politika kavrayışına denk düştüğüdür.

ÇARESİZLİK SEMPTOMU

“Seçimlere birkaç ay kala topluma basacaklar parayı, sonrası AKP için kolay” şeklinde özetlenebilecek türlü tevatür ile Melih Gökçek’i heyecanlandıran jelibon rezervi arasında büyük benzerlikler var, her ikisi de mucizevi bir gelişmeye duyulan güçlü tutkuyu ifade ediyor. Mucize beklentisi, burada, tam bir çaresizlik belirtisidir. Burada mucize ve mahvoluş aynı madalyonun iki yüzü gibidir.

Burada sözü edilen duygu durumuna “Erdoğan şapkadan tavşan çıkarmakta mahirdir” yollu değerlendirmelerde de rastlamak mümkün. Ne yazık ki bu tevatürlerin bir bölümü muhalefete ihtiyatlı olmayı öğütlemek maksadını da taşıyor. Bu durumda çaresizlik iksiri muhalefete de boca edilmiş oluyor. Erdoğan iktidarda ancak mucizelerle kalabilir diye düşünen bir muhalif, mucize içeren tevatürler karşısında ne yapabilir ki? O nedenle bu tarz seçim tevatürlerinin ağızdan ağza dolaşımına katkı sunmamak gerekiyor. Bırakalım AKP kurmayları kendilerine seçim kazandıracak mucize bekleyişini sürdürsünler; “kaybedecek çok şeyi olan” bu mucize bekleyicileri için geçen her gün, madalyonun öbür yüzünün, mahvoluşunun daha fazla hissedilmesi anlamına gelecektir.

OLİGARŞİYE POPÜLİZM MASKI

Para ile oy davranışı arasın pozitif yönlü güçlü korelasyonlar kurulması yaygın kabul gören bir değerlendirmedir. Temmuz ayı ücret artış oranları bile bir çok yorumcu için seçim tarihi öngörüleri için belirleyici bir göstergeye dönüşmüştü. Erdoğan’ın asgari ücret artışını duyururken “Ocak artışını bekleyin” sözleri de bir seçim tarihi açıklaması olarak yorumlandı.

Sözü edilen korelasyonun pratik-politik sonuçları olduğu kadar ciddi teorik anlamları da var. Köklerini 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında “kapitalist olmayan yoldan, köy komünleri ile sosyalizme geçmek” programını ortaya atan Narodniklerden alan popülizm, Osmanlı’nın son dönemlerinde “Halka Doğru” akımı olarak bu topraklarda da boy vermiş ve Halkçılık ilkesiyle Kemalist Cumhuriyet’in kurucu ilkelerinden biri olmuştur. Ne var ki Dünya Bankası’nın dili bu kuramsal bakiyeyi boşa düşürdü; şimdi herkes halkçılık teriminin İngilizcesi olan popülizmi, “halk dalkavukluğu” anlamında kullanır oldu. Piyasa en adil dağıtıcıdır şeklindeki bir kabule yaslanan bu popülizm kavrayışı şimdilerde oligarşik devlet idareleri için de kullanılır oldu. Oligarşik diktatörlüklere takılan maskı kazımak bir başka yazının konusu olsun.