Ömer Rıza davasının AİHM’de neticelenmesi sonucunda TFF nezdinde ve futbol komu oyunda taşların oynaması gerekirken, bırakın taşı kum tanesi bile kıpırdamadı. Sanırım herkesin gözü skorboardlarda (!). Başkanı, yönetim kurul üyeleri, genel kurul üyeleri, antrenörler, futbolcular ve seyircilerin bu konu ile ilgilenmemesinin hayal kırıklığı olması gerekirken, hukukun ne anlam ifade ettiği de artık kendini ortaya koymaktadır. Televizyonlardaki konuşma üslup ve içerik olarak bu kadar alt seviyede kalması ve futbolu böyle algılamaya çalışmak, ancak hukuki değerlerini ve adalet duygusunu yitiren toplumlarda olur.

VAR ile oynamak herkesin işine geliyor. Tüm dünyada son derece iyi kullanılan sistemin bizde manipüle edilmesi bir kültür kodudur ve tüm toplumdaki sömürünün bir yansımasıdır.

Neyse, konuyu dağıtmadan Ömer Rıza’nın avukatı sevgili Zekican Samlı’nın yardımıyla bu dava konusunu ve TFF’nin içinde bulunduğu durumu anlatmak ne olursa olsun benim için bir değerdir.

Ömer Rıza, eski kulübü ile olan sözleşmesini 4 Ocak 2008 tarihinde feshediyor. Bunun üzerine kulüp, haksız olarak idmanlara katılmadığı gerekçesiyle Ömer Rıza’ya para cezası uyguluyor. Ardından da, oyuncu ile kulüp arasında sözleşmenin feshinin geçerliliği ile ilgili (Ömer Rıza’nın başka kulüplere de transfer olmasının önüne geçen) bir uyuşmazlık ortaya çıkıyor.

Söz konusu uyuşmazlığın ortaya çıktığı tarihte yürürlükte ve fakat sonrasında olan yürürlükten kaldırılan (hukukçular mülga kanun der) TFF Kanunu uyarınca söz konusu uyuşmazlığın çözümünde tek yetkili makam TFF Uyuşmazlık Çözüm Kurulu (‘UÇK’) ve TFF Tahkim Kurulu olarak belirlenmişti. Uyuşmazlık devam ederken, söz konusu TFF Kanunu ilga edilmiş ve 5894 sayılı sayılı ve 5 Mayıs 2009 tarihli Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun (“Yeni TFF Kanunu”) yürürlüğe girmiştir. Yeni TFF Kanunu’nun 6/4. maddesinin o dönemki ilk halinde “Tahkim Kurulu kendisine yapılan başvuruları kesin ve nihai olarak karara bağlar ve bu kararlar aleyhine yargı yoluna başvurulamaz.” denmekteydi. İlgili maddede yer alan TFF Tahkim Kurulu kararlarına karşı yargı yoluna başvurulamayacağı hükmü Anayasa Mahkemesi’nin 6 Ocak 2011 tarihli kararıyla iptal edilmiş ve TFF yargı süreci de yargısal denetime tabi kılınmıştır. Burası çok önemli! Eğer söz konusu Anayasaya aykırılık olmasaydı, Ömer Rıza tarafından AİHM nezdinde bir süreç başlatılmadan, yani Türkiye AİHM nezdinde bir mahkûmiyet kararı daha almadan, bu süreç sona erdirebilirdi. Ancak o tarihte herhangi bir iç hukuk yolu mevcut olmadığı için Ömer Rıza süreci AİHM ‘ye taşımak zorunda kaldı.

Ömer Rıza’nın TFF nezdinde yürüttüğü süreç sırasında yürürlükte olan TFF Uyuşmazlık Çözüm Kurulu Talimatnamesinin 13. Maddesi uyarınca UÇK’nun kararlarının 4 ay içerisinde; Tahkim Kurulu Talimatının 13(4) sayılı maddesi uyarınca da, TFF Tahkim Kurulu’nun kararlarını başvuru tarihinden itibaren en geç üç ay içerisinde vermesi gerektiği ve aynı madde uyarınca verilen kararın derhal tebliğ edilmesi gerektiği düzenlenmiştir. Öncelikle UÇK, Ömer Rıza ile eski kulübü arasındaki uyuşmazlıkla ilgili kararını 8 ay sonra (transfer dönemi sona erdikten sonra) tebliğ ederek, kanunla kendisine verilen yetkiyi kanunda belirlenen sınırları ihlal eder bir şekilde kullanmış. Bu kararda verilmiş olan 4 aylık transfer yasağı neticesinde, Ömer Rıza TFF Tahkim Kurulu’na başvurmuştur. Bu başvuru sonucu verilen (ve UÇK tarafından verilen transfer yasağı da kaldırılan) karar ise, başvurudan ancak 7 ay sonra tebliğ edilmişti.

TFF’ye bağlı UÇK, TFF Tahkim Kurulu’nun söz konusu haksız eylemleri neticesinde, Ömer Rıza, Kulüp ile sözleşmesinin feshedildiği tarih olan 4 Ocak 2008 tarihinden itibaren, 2007-2008 sezonunun ikinci yarısı için olan transfer dönemi, 2008-2009 dönemi için olan her iki transfer dönemini ve tahkim kararı kendisine 21 Ekim 2009 tarihinde tebliğ edildiğinden 2009-2010 sezonunun ilk transfer dönemini kaçırarak toplam 4 transfer döneminde herhangi bir kulüp ile anlaşma yapamamış, profesyonel bir oyuncu olarak performansının zirvesinde olduğu bu dönemi kulüpsüz geçirmek durumunda kalarak, profesyonel idman ve maça çıkma fırsatlarından mahrum kalmış ve neticeten profesyonel futbolculuk kariyerinin sona ermesine sebep olunmuştur. Anayasa’nın 49. maddesiyle güvence altına alınan çalışma hakkını da ihlal etmiştir.

Ömer Rıza’nın 20 Nisan 2010 tarihinde AİHM’de açtığı dava, 30 Haziran 2020 tarihinde kesinleşmiş ve AİHM Türkiye’yi adil yargılanma hakkının ihlali nedeniyle tazminata mahkûm etmiştir. Ömer Rıza şimdi de TFF aleyhine açtığı dava ile söz konusu ihlal nedeniyle uğramış olduğu zararların TFF tarafından tazmin edilmesini istiyor.

AİHM tarafından hükmedilen manevi tazminat Oyuncu ile Kulüp arasındaki uyuşmazlıkta adil yargılanma hakkının ihlal edilmesi sebebiyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine karara bağlanmıştır. Mevcut dava ise Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne değil, bağımsız bir tüzel kişiliği olan TFF’ye karşı kendi haksız eylemleri sebebiyle açılmıştır. TFF özerk bir yapıya sahiptir. Bu sebeple AİHM kararının TFF’ye karşı ileri sürülen manevi tazminat talebine ilişkin olumsuz bir etkiye sahip olması söz konusu olmayacaktır.

Öncelikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (“AİHM”) tarafından verilen kararın kilit noktaları bakmak gerek:

1- AİHM, 28 Ocak 2020 tarihinde vermiş olduğu kararla, Türkiye Futbol Federasyonu (“TFF”) kurullarının (PFDK, MHK, UÇK ve Tahkim Kurulu) oluşum ve işleyişi ile futbol uyuşmazlıklarının çözüm mekanizmasında “sistematik bir problem” tespit etti ve bu durumun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. Maddesinde yer alan “adil yargılanma hakkının” ihlali olduğunu hükmetti. Bu nedenle, UÇK ve TFF Tahkim Kurulu’nun bütün kararları açısından, zamanında tebliğ edilmiş olsalar dahi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ihlal edilmiş olduğu sonucuna ulaştı.

2- Bu sonuca ulaşırken AİHM, TFF’nin yapısı ile ilgili aşağıdaki noktaları dikkate aldığını belirtti:

3- Öncelikle, TFF Genel Kurulu’nun ezici bir çoğunlukla kulüp temsilcileri tarafından teşkil edildiğini not eden AİHM, TFF Başkanı ve Yönetim Kurulu’nun, Genel Kurul tarafından seçildiğini, Genel Kurul tarafından seçilen Başkan ve Yönetim Kurulu’nun ise doğrudan alt kurulları atama yetkisi olduğunu tespit etti. AİHM, bu şekildeki bir atama mekanizmasının ve özellikle en üst itiraz merci olan Tahkim Kurulu’nun Yönetim Kurulu’ndan bağımsız olmasını sağlayacak unsurların mevcut olmamasının, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. Maddesinin ihlali anlamına geldiğine karar verdi.

4- AİHM, bağımsızlığı ve tarafsızlığı sağlayacak unsurlardan olarak, Tahkim Kurulu üyelerinin göreve başlarken yemin etmek ya da bağımsız ve tarafsız davranacaklarına dair bir beyanda bulunmamalarının bir eksiklik olduğuna karar verdi.

5- Buna ek olarak, Tahkim Kurulu üyelerinin görev sürelerinin Yönetim Kurulu’nun görev süresi ile aynı olmasının ve Yönetim Kurulu’nun istifası gibi durumlarda Tahkim Kurulu’nun da görevinin sona ermesinin söz konusu “bağımsızlık ve tarafsızlığa” zarar verdiğini ve bu nedenle de 6. Maddenin ihlali anlamına geldiğini tespit etti.

6- AİHM ayrıca, (a) Tahkim Kurulu üyelerinin bağımsızlık ve tarafsızlıklarını etkileyebilecek durumları beyan etme yükümlülüklerinin olmamasını; (b) uyuşmazlığın taraflarından birinin Tahkim Kurulu üyelerinden herhangi birini bağımsız ve tarafsız olmadığı gerekçesiyle reddettiği durumlar ile ilgili TFF’nin spesifik bir prosedürünün olmamasını ve (c) Tahkim Kurulu üyeleri ile ilgili söz konusu itirazları inceleyecek bir kurumun bulunmamasını bir eksiklik olarak tespit etti.

7- Buna ek olarak AİHM, Yönetim Kurulu’nun seçilme sürecindeki yapının (yani kulüplerin Genel Kurul’daki çoğunluğunun), özellikle futbolcu-kulüp uyuşmazlıklarında, Tahkim Kurulu üzerinde “denge bozucu” nitelikte bir etkisi olduğuna karar verdi. Bir oyuncu hakkında verilen bir kararın, emsal teşkil etmesi nedeniyle, diğer kulüpler üzerinde de bağlayıcı olma ihtimali ışığında, AİHM, birbirleri ile normalde rekabet halinde olan kulüplerin bu noktada ortak bir noktada bulunduğunu tespit etti.

8- Bu sebeplerle, AİHM, TFF Yönetim Kurulu ile Tahkim Kurulu arasında hiyerarşik bir ilişki olmasa da, TFF Yönetim Kurulu’nun Tahkim Kurulu’nun işleyişi üzerinde “önemli derecede etkisi” olduğunu tespit etti.

9- Birleşen dava dosyalarından, eski yan hakem Serkan Akal tarafından yapılan itiraz kapsamında ise, AİHM, yukarıda açıkladığımız yapısal bozukluklara ek olarak, MHK tarafından hazırlanan hakem listelerinin TFF Yönetim Kurulu’nun onayına sunuluyor olmasını ve MHK’nın kararlarına karşı itiraz merciinin de yine TFF Yönetim Kurulu tarafından atanan Tahkim Kurulu olmasını bir ihlal olarak gördü.

10- Bütün bu noktalar ışığında, TFF ile kurulların mevcut yapısının, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. Maddesi altında adil yargılanma hakkının ihlali anlamına geldiği sonucuna ulaşıldı.

11- Söz konusu davanın en önemli unsuru ise, AİHM ihlal kararına ek olarak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 46. Maddesi ışığında, Türkiye’nin söz konusu yapısal bozukluğu gidermesi gerektiğine de hükmetti. Yani, kararın resmi olarak tebliğ edilmesinin ardından, Türkiye’nin TFF kurullarının seçimi, atanmaları, görev süreleri ve bağımsızlıklarını sağlayacak önlemler konusunda bir reform yapması gerekiyor. Söz konusu reformun parçası olarak Anayasa’nın “Spor federasyonlarının spor faaliyetlerinin yönetimine ve disiplinine ilişkin kararlarına karşı ancak zorunlu tahkim yoluna başvurulabilir. Tahkim kurulu kararları kesin olup bu kararlara karşı hiçbir yargı merciine başvurulamaz” hükmünü haiz 59. Maddesi başta olmak üzere, TFF ile ilgili bütün mevzuatın değiştirilmesi söz konusu olabilecektir.

12- Söz konusu değişiklikler yapılmaz ise, bundan sonra Tahkim Kurulları tarafından verilen kararların tamamı ile ilgili olarak AİHM tarafından anılan sebeplerle ihlal kararı verilebilir ve tazminat ödenmesine hükmedilebilir.

Şimdi bu karar neticesinde, TFF yapısal anlamda boşluğa düşmüştür. Yani, TFF demokratik ve eşit rekabet kurgusu çerçevesinde karar verebilecek kurumlara sahip değildir. Tüm kurumlar kendine bağlı olduğu gibi, tüm kurumları da kendisi atamış olduğundan, çalışma olarak da kendine bağlamıştır ki bu son derece antidemokratik bir uygulamadır. Ve bu kurumlardan bağımsız karar verip eşit rekabet ortamı sağlayacağını beklemek büyük hatadır.

Maçlardan sonra hakem hatalarından yakının taraftar, medya, kulüp başkanları, antrenörler ne hikmetse MHK’nin özerk olması gerektiği ve TFF’ye bağlı olmadan çalışması gerektiği üzerine bir yapısal sorunu ortaya koyarak bunu tartışmak yerine, hakem hataları üzerinden var olan yanlış kurguya prim vererek algı manipülasyonu yapıyorlar. Bu eşit rekabet koşullarına verilebilecek en büyük zarardır. Bu büyük aymazlıktır.

Sporun dünyada milyarlarca dolarlık bütçesi ile bir endüstri olduğu süreç içinde, doğru yönetim mekanizması oluşturacak profesyonel insanlara ve bunların çalışmasını kolaylaştıracak doğru, özerk, tam yetkili kurullara, yasalara ve mahkemelere ihtiyaç vardır.

Tahkim Kurulunun oluşması için Türkiye Barolar Birliği ile tüm baroların spor kurulları ve üniversitelerin atamada karar vermek ile yükümlü olmalılardır. TFF buna kesinlikle karışmamalıdır.

Aynı şekilde MHK için kendi özerk kurgusu içinde oluşacak genel kurul yapısı içinde kendi MHK’sini seçmelidir. TFF’den bağımsız olmalıdır.

Diğer kurullar için de aynı süreçler geçerli olmalıdır.

AİHM diyor ki Tahkim Kurulunun verdiği kararı temyiz edecek bir üst kurul yok!

Yıllardır savunduğum Spor Bölge Mahkemeleri kurulması artık bu karardan sonra zorunlu olmuştur.

Spor Hukukunun bir ihtisas alanı haline getirilerek üniversitelerde Hukuk Fakülteleri içinde alan olarak açılması, küresel anlamda rekabet koşullarında yarışmak ve bu sektörün içinde yer almak bakımından olmazsa olmazdır.

Anayasanın 59. Maddesi yeniden görüşülerek, değişikliğe uğratılıp, güncelleştirilip tüm bu yeni kurguya cevap verecek hale getirilmesi, ona bağlı çıkartılacak yasaların zorunluluğu bakımından bir zaruriyet haline gelmiştir.

Bosman, AP bünyesinde Roma Anlaşması çerçevesinde serbest dolaşım hakkı nedeniyle bir tabuyu yıkarak, tüm futbolcuların transfer ile ilgili bağlayıcı maddeleri kaldırtıp, yıllık karşılıklı anlaşma hakkının ortaya çıkmasına neden olmuştu. Ve bütün kulüpler ve federasyonlar yeni duruma göre yasal ve yönetsel değişikliklere giderek pozisyon almışlardı.

Şimdi de Ömer Rıza’nın aynı çabası neticesinde, ülkede bir ‘Bosman’ kararları gibi değişikliğe gidilerek, AİHM 6. Ve 46. Maddesi gereği ülkedeki kurulların bağımsızlığını kazanarak, özerk olmalarını sağlanırsa, TFF’nin bir yaptırım unsuru olarak elindeki rekabet ortamını bozan silahlarından kurtlunmuş olunur.

Ömer Rıza, ailesi ve avukatı sevgili Zekican Samlı ile beraber 10 yıldır inanılmaz bir hukuk mücadelesi veriyor. Yurtiçinde ve yurtdışında mümkün olan bütün yargı yollarını zorluyor. 10 yılın ardından, Ömer Rıza hala kendisine yapılan haksızlığı sözlü olarak anlatabileceği bir yargı merci bulamadı. UÇK ve Tahkim Kurulu’nun dosya üzerinden verdiği oldukça hatalı- kararın ardından, hukuk yolları tükendi. Bu karar ve daha da önemlisi, kararın zamanında tebliğ edilmemesi sebebiyle Ömer Rıza 10 yıldan fazla süredir, sözleşmesinin sona ermesine sebep olan olaylar ve ardından hukuka aykırı olarak verilen ve spor hayatının sona ermesine sebep olan kararları ve uygulamaları anlatabileceği bir merci arıyor.