Fatih Akın’ın kariyerindeki en tartışmalı ve cesur filmi The Cut (Kesik) pek çok dedikodunun ardından nihayet gösterime girdi.

The Cut (Kesik)

ASLI DALDAL*

Fatih Akın’ın kariyerindeki en tartışmalı ve cesur filmi The Cut (Kesik) pek çok dedikodunun ardından nihayet gösterime girdi.  Son kuşak Alman sinemasının bu “melez” dâhisi, artık birçok akademik çalışmaya konu Almanya’daki “multikulti” yeni Türkler dosyasına yepyeni bir sayfa açıyor bu filmiyle. Öncelikle, Alman ve Avrupa toplumundaki zavallı, ezik Türk imajını çoktan yerle bir etmiş olması yetmiyor gibi, fazlasıyla kendine güvenen, Türklüğünü, kimliğini, Türkiye tarihini müthiş radikal bir biçimde kurcalayacak kadar “aidiyet sorunlarından” kurtulmuş, tam bir dünya vatandaşı olarak karşımızda duruyor. Kendisi de filmin ana karakteri Nazareth (Tahar Rahim) gibi sokaklardan, çetelerden, tonlarca ön yargıdan kurtulmuş, inanılmaz bir yol kat ederek, müthiş bir cesaret ve mücadele ruhuyla  Kesik’e kadar gelmiş. Ve Akın, bunca mücadeleye rağmen hala enerji dolu; filminin harcanmaması için, Nuri Bilge Ceylan’ın  ruhsuz, buz gibi Kış Uykusu’nun galip geldiği Cannes’dan filmini apar topar geri çekmiş. Canlıların dünyasında yaşayan ölüleri anlatan Kış Uykusu’nun aksine Kesik, onca acıya, ölüme ve vahşete rağmen capcanlı kalan, acı çeken ama sonuna kadar direnen, yaşayan insanların her şeye rağmen sımsıcak öyküsü. Bu açıdan da Türk-Ermeni meselesinin ötesinde tamamen evrensel saiklerle kurgulanmış bir film.
Kesik, Mardin’de ikiz kızları ve karısı ile mütevazi ama mutlu bir hayat süren Nazareth’in 1915 olaylarının patlak vermesiyle cehenneme dönen hayatını ve her şeye rağmen ailesine yeniden kavuşabilmek için verdiği insanüstü mücadeleyi anlatıyor. Biraz Atom Egoyan’ın Ararat filmindeki Arshile Gorky karakterini anımsatan Nazareth, bir gece evini basan askerler tarafından diğer Ermeni erkeklerle beraber apar topar savaşmaya götürülür. Aslında savaşın göbeğinde değillerdir ve cephe arkasında çukur kazma, mayın döşeme gibi işleri yapmaktadırlar. Yaşam koşulları çok kötüdür. Ancak henüz olan bitenin farkında değillerdir. Arka planda, bu tarz filmlerin olmazsa olmazı, genç Ermeni kadınlara tecavüz eden Türkler vardır. Filmin başlarında, Türkleri canlandırmayan tüm oyuncuların kırık bir aksanla İngilizce konuşmaları ve sadece Ermenilere zulüm eden Türklerin Türkçe konuşuyor olması, uluslararası seyirci kitlesinin bu gaddar Türk imajına iyice kapılacağı endişesi yaratsa da, sonradan Akın, Atom Egoyan’ın aksine, durumu biraz dengeler. Nazareth’i ölümden kurtaran da yine hapishaneden yeni çıkmış bir Türk (veya Kürt?) tür. Tarihçi Taner Akçam’ın da kitaplarında vurguladığı gibi, bu kıyımları yapanların bir kısmı hapishaneden çıkarılmış eski mahkûmlardır. Nazareth’in kurtarıcı celladı da hapishaneden salıverildiğini ama kimseyi öldüremeyeceğini anlatır. Yediği bıçak darbeleriyle artık konuşamayan ve, aynı travma sonrası Ermeni toplumu gibi büyük bir sessizliğe gömülen Nazareth karısı ve kızlarının peşinden Resul-Ayn toplama kampına gider. Orada bizi bekleyen manzara korkunçtur. Ölmek üzere olan binlerce insan yardım dilenmekte, büyük acılar içinde kıvranmaktadır. Filmin belki de en gotik sahnesinde Nazareth, isminin de çağrıştırdığı Tanrı rolüne bürünerek, baldızının acılarına son verir. Karısının ölmüş olduğunu öğrenir ama kızları hâlâ sağdır. Sonrasında artık Tanrı ile eski bağı kopmuş kolundaki İsa dövmesini karalayan bir Nazareth vardır. Şansı yaver gider ve Halep’te bir mülteci kampına sığınır. Savaş bitmiştir ve artık İngilizler’in olan Halep’ten Türkler kovulmaktadır.  Kaçan Türkleri taşlayan Ermeni güruhun içindeki Nazareth yüzü kan içindeki oğlunu kucağına alan Türk kadınına taş atamaz. O kadının kendi karısından fazlaca bir farkı yoktur. Filmin belki de en temel mesajı bu sahnede verilmektedir: İntikam almak değil, yaraları sarmak;  nefret kusmak değil,  diyalog kurmak gerekmektedir. Kalbinden intikam duygusunu atan ve çılgın yönetmeni tarafından önce Küba’ya sonra da Minneapolis’e kadar götürülen  Nazareth’i filmde daha pek çok zorluk beklemektedir.
Kesik Atom Egoyan’ın Ararat filmini belli açılardan çağrıştırıyor. Oyuncuların bir kısmı da ortak. Örneğin Ararat ‘da Arshile Gorky’i canlandıran Simon Abkarian burada da oynamakta. Yine Ararat’ta önemli bir rolü olan Atom Egoyan’ın eşi Arsinée Khanjian filmde yer almakta. Ancak bu yüzeysel benzerlikler dışında Kesik, Ararat’tan çok temel bir noktada ayrılmakta: Kesik düşmanlık yapmıyor; tarihsel gerçekler ışığında insani, evrensel bir ortak dil yakalama çabası içeriyor. Film özellikle Hıristiyanlığa yaklaşımı ile de diğer tipik “soykırım” filmlerinden ayrılıyor ve punk kültürüne göz kırpan bir yönetmenin elinden çıktığını belli ediyor. Ararat’ın aksine   Kesik, Batı dünyasına hoş görünmek için ağır bir Hıristiyan retoriğine ya da Amerikan rüyasının kurtarıcılığına sığınmamakta. Filmde Nazareth artık kendisi bir küçük Tanrı olmuş ve eski inançlarına tamamen kapıyı kapatmış. Çocuklarının peşinden gittiği Amerika da ırkçıların, kaba saba, berbat adamların bulunduğu korkunç bir diyar.  Kesik içinde yeşerdiği ağır tarihsel yüke rağmen aslında destansı bir yol filmi. Elia Kazan’ ın epik Amerika Amerika filmini de çağrıştıran Kesik, uzun ve yorucu akışına rağmen, şaşırtıcı hatta dahiyane bir sinema serüvenine götürüyor izleyeni.

*Akademisyen-Sinema Yazarı