The Paper, Netflix'in Hırvatistan’ı anlatan politik dizilerinden birinin adı. Dizinin başrolü gazete (The Paper), gazeteciler, politikacılar, din adamları ve kimi polis kimi iş insanı karanlık güçler arasında dağıtılmış. Benzer içerikli dizilerden Avustralya'yı anlatan Secret City, Danimarka dizisi Borgen'de de birinci roller gazetecilerin. Başrolün gazetecilere verilmesi, dizilere sadece entelektüel derinlik katmıyor aynı zamanda filmin aksiyon ihtiyacını da karşılıyor. Tabi esas neden mafya ve sermaye sahiplerinin ele geçirdiği devlet mekanizmasını kirlenmiş siyasetin temizleyeceği inancının yıkılmış olması. Dizilerde kirli ilişkilerin üzerine sadece ve cesaretle gidenler gazeteciler oluyor. Bu da filmlerdeki “iyi insan” rolünü gazetecilerin kapmalarına vesile oluyor.

Gazete ve gazetecilerin etkisi ve baskılara direnme gücü ülkenin ne kadar demokratik olduğu ile doğrudan ilgili. Doğal olarak Hırvat gazeteciler, Danimarka ve Avustralya'daki meslektaşları kadar özgür ve cesurca hareket edemiyor. Haliyle birçoğu kirli ilişkilere bulaşmaktan kurtulamıyor. Politik filimler, senaryo icabı da olsa eleştirel okuma becerinizi devreye soktuğunuzda ülkelerin olaylara verdiği tepkiyi anlamanızı sağlıyor. O nedenle politik filmleri daha gerçekçi buluyoruz ve benim gibi “gerçekçilik” akımının ürünü iseniz tercihinizi bu tür filmlerden yana kullanıyorsunuz.


The Paper, gazete üzerinden siyaset, mafya, medya, kilise ve sermaye ilişkisini anlatıyor. Diziye başladığınızda olayın Tükiye’de geçtiğini düşünüyor, her bir rolün Türkiye’deki kahramanlarını gözünüzde canlandırabiliyorsunuz. Mesela gazetecilerin gücünü kırmak, kendilerine siyasi güç devşirmek için gazetelerin önce uyuşturucu sonra inşaat mafyası tarafından satın alınmasının ve buna da siyasetçilerin aracılık ettiğini anlatan bölümleri izlerken işte Türkiye diyorsunuz. Bizde ne varsa dizide de o var: Rüşvet, cinayet, şantaj, suikast, uyuşturucu, kumar, fuhuş, kara para aklama, adam kaçırma, dolandırıcılık, yalan, hile… Siyasi partiler, medya, yargı, güvenlik güçleri, kilise, iş dünyası hepsi boka batmış durumda. Tabi insan şaşıyor, 30 yaşındaki küçücük bir ülke bütün bunları nasıl öğrenebilir diye!

Sovyetler Birliğinin dağılmasının ardından, bir şirketin temsilcisi olarak Rusya’da bulunmuş bir arkadaşım anlatmıştı: Resmi bir işlem için gerekli fotoğrafı çektirmek üzere bir fotoğrafçı ile 20 rublede anlaşmış. İkinci gün fotoğrafı alıp adama 100 ruble uzatmış, bir süre paranın üstünü beklemiş. Fotoğrafçı bizimkinin bekleyişinden sıkılmış ve ne bekliyorsun diye sormuş. Paramın üstünü demiş arkadaş. Para üstü yok demiş fotoğrafçı. Arkadaş ama biz dün 20 rublede anlaşmıştık der demez karşıdaki o dündü, bu gün 100 ruble diye kestirip atmış. Ama seninki anlaşmaya, ticaretin kurallarına aykırı diyecek olmuş ki fotoğrafçı kapitalizmde gücü gücü yeteneymiş benim de sana gücüm yetiyor ve paranın üstünü vermiyorum var mı ötesi demiş. Arkadaşım başlamış kapitalizmi anlatmaya; ben kapitalizmin eğitimini aldım (ODTÜ İşletme mezunudur), kapitalist bir ülkede yaşıyorum ve kapitalist bir şirkette çalışıyorum; kapitalizmin temel kuralı pazarlıktır, anlaşmadır, sen ne anlarsın kapitalizmden… İyi de biz kapitalist değildik sizden öğrendik, varsa yanlışımız onu da sizden öğrendik demiş fotoğrafçı. Arkadaşım ha şöyle, şimdi anlaştık diyerek suçunu kabullenip vedalaşıp çıkmış dükkandan. Eğer The Paper dizisinde anlatılanların yüzde yirmisi gerçekse Hırvatistan’ı bu hale getirenlerin ne bu dünyada ne ötekinde yatacak yeri olmaması gerekiyor.

Sedat Peker’in “Namusları maaşları kadar gazetecileri” ayrı tutup iddialarının peşine düşecek gazeteci arayışından da anlıyoruz ki gazetecilik her şeye rağmen bizde de “İyi insan” rolünü oynayacak başoyuncu olarak görülüyor. Fakat sözünü ettiğim dizilerde mafya, siyaset, din ve ticaret dörtlüsünün ilişkisini ortaya çıkaranlar gazeteciler iken Türkiye’de olup bitenleri bu dörtlünün içindeki ihtilaflar sonunda öğreniyoruz. Dolayısıyla bizde gazete ve gazeteciler olayı ortaya çıkaran değil, dedikodusunu yapan taraf olarak algılanıyor. Netflix, Türkiye’nin yakın tarihini anlatan bir film yapmaya kalksa, her halde başrolü ya Gülen ya Sedat Peker ya da Soylu kapar. Belki Veyis Ateş rolüne yer verilir ama o da gazeteci sayılmaz. (Netflix’in 20 kadar senaristle Erdoğan dönemini anlatan bir senaryo çalışması içinde olduğunu duyalı çok oldu. Varsa böyle bir proje senaryo sorun değil, önemli bir bölümünü Sedat Peker yazdı zaten. Netflix çekime başlamak için neyi bekliyor anlamış değilim.)