Tallha Abdulrazaq Partisi ve İngiliz halkı yıllardır istemesine karşın arsızca koltuğunda oturan Theresa May nihayet iktidardan iniyor, İngiliz Başbakanı olarak kariyeri sona eriyor. Başbakanlık binasında gözyaşlarıyla başlayan konuşması hıçkırıklarla sonlandı. May, başbakanlık görevi için, “Hayatımın en onurlu göreviydi” dedi ve birkaç uyduruk ‘başarısından’ söz etti. Fakat Başbakan olarak görev yaptığı üç yıla dönüp baktığımızda ve […]

Theresa May’den geriye kalanlar

Tallha Abdulrazaq

Partisi ve İngiliz halkı yıllardır istemesine karşın arsızca koltuğunda oturan Theresa May nihayet iktidardan iniyor, İngiliz Başbakanı olarak kariyeri sona eriyor. Başbakanlık binasında gözyaşlarıyla başlayan konuşması hıçkırıklarla sonlandı. May, başbakanlık görevi için, “Hayatımın en onurlu göreviydi” dedi ve birkaç uyduruk ‘başarısından’ söz etti. Fakat Başbakan olarak görev yaptığı üç yıla dönüp baktığımızda ve bu başarılar neymiş gördüğümüzde, ona duyduğumuz sempati hemen eriyip gidiyor.

Vicdandan yoksun Ortadoğu politikası

İlk olarak, Theresa May Ortadoğu açısından oldukça yıkıcı bir rol oynadı. Suudi Arabistan 2015 yılında başlayan ‘Kararlı Fırtına’ operasyonundan bu yana Yemen’i bombalıyor. Ortadoğu ve Afrikalı 9 ülkeden oluşan koalisyonun (ki bunların arasında şimdilerde kuşatma altına alınan ve dışlanan Katar da vardı) lideri Suudi Arabistan, İran destekli Husiler ülkenin Devlet Başkanı Abedrabbo Mansur Hadi’yi koltuğundan indirince müdahalede bulundu. Husiler ve İran ile kurdukları ilişkiler Suudilerin güney sınırlarında kabul edilemez bir risk doğuruyordu, bu yüzden saldırıya geçildi.

Fakat Suudi önderliğindeki koalisyonun hava saldırıları defalarca sivil ölümlerine sebep oldu. May’in hükümeti ise lafla yetindi, çocuklar ölmesin gibi göstermelik söylemlerde bulundu. Operasyonun 4 yıl önceki başlangıcından bu yana İngiliz hükümeti, Suudilere 4,7 milyar sterlin değerinde silah sattı. Bu silahlar arasında saldırı helikopterleri, savaş uçakları, insansız hava araçları, bombalar ve füzeler vardı.
İngiltere destekli hava saldırılarında 8 binden fazla Yemenli sivil öldü, ölenlerin 801’i kadın ve 1283’ü kadındı. Suudi Arabistan burada ‘eli kanlı’ tek aktör olmasa da (çünkü İran’ın da bu krizde büyük payı var), İngiliz silah ticaretinden en çok istifade eden taraf oldu; tabii Suudilerin yanında bir de müttefiki Birleşik Arap Emirlikleri var. Koalisyona satılan İngiliz ve Amerikan malı bombalar binden fazla sivilin ölümüne sebep oldu. Dolayısıyla May’i ve ondan önce görev yapan David Cameron’ı bu hazin ve önlenebilir ölümlerden ayrı tutmak mümkün değil.

Geçen yıl Cemal Kaşıkçı’nın katledilmesi dahi May’in ikiyüzlü yönetimi karşısında vicdanları diriltmeye yetmedi. Kaşıkçı İstanbul’daki Suudi konsolosluğunu ziyaret ettiği sırada öldürülmüştü. Sızan bilgiler vücudunun parçalandığını ya da kimyasal bir karışımda eritildiğini gösteriyordu – ya da her ikisi de.

ABD Başkanı Donald Trump hala Veliaht Prens Muhammed Bin Selman’ı (MbS) desteklese de, CIA’in bulguları cinayetten bizzat prensin ve adamlarının sorumlu olduğunu gösteriyordu. Her şeye rağmen May’in hükümeti MbS’ye parmak sallamakla yetindi ve silah-mühimmat satışını sürdürdü. Prens sanki savunmasız bir gazetecinin öldürülmesi emrini vermemiş ve üstünü yalanlarla kapatmaya çalışmamış gibi, ilişkiler eskisi gibi devam etti.

Brexit ve ‘katı’ İngilizlik

Ülke içinde ise Theresa May Avrupa Birliği’nde kalmak isteyenleri tatmin edecek, hatta ayrılmak isteyenleri dahi tatmin edecek bir çıkış anlaşması geliştirmeyi başaramadı. İngiliz parlamentosunda üç defa oylanan ve her seferinde büyük bir ‘HAYIR’ alan taslak anlaşmalar kimseyi memnun etmedi. May yine de ne parlamentonun ne de yurttaşların sesini dinledi, inatla anlaşmasını parlamentodan geçirmeye çalıştı.
Başbakanlığının son demlerinde dahi yeni tavizler vererek paçayı kurtarmaya çalıştı; hatta bu tavizler arasında ikinci bir referandum dahi vardı. Fakat bu, koltuğunu kaybetmemek için çaresizce çırpındığını açığa vurmaktan başka bir işe yaramadı. Nihayetinde önde gelen Muhafazakâr Partililer ona kapıyı gösterdi.

May’in adını anarken yalnızca düzgün bir ‘Brexit’ yönetiminde başarısız olmasını hatırlamayacağız, sıradan yurttaşları nasıl hayal kırıklığına uğrattığını da hatırlayacağız. İnanılmaz şekilde, May ‘başarılarını’ anarken Londra’da 2017 yılında yaşanan ve 72 kişinin ölümüyle sonuçlanan Grenfell Kulesi yangınını takiben ‘bağımsız araştırma komisyonu’ oluşturulmasından söz etti. Sanki başka seçeneği mi vardı? Kim olsa aynısını yapmaz mıydı? Nihayetinde düzinelerce insan yanarak can vermişti.
İşin ilginç yanı şu ki, bina inşa edilirken maliyetlerden kısmak için kalitesiz ve yasadışı malzemeler kullanan varlıklı şirketler hiçbir şekilde hesap vermedi. Bu açgözlü şirketler yüzlerce insanın yaşamını tehlikeye attılar ve önlenebilecek yangınlarda düzinelerce insan yaşamlarını yitirdi. Ahlak ve etiğin önüne parayı koyan bu şirketlerde çalışan hiç kimse yaşananlardan sorumlu tutulmadı. May, Grenfell’ın kurbanlarının ‘asla unutulmayacağını’ söylese de, veda konuşmasındaki kısa cümle haricinde onları tamamen unutmuş gibi görünüyor.

Tabii Windrush skandalını nasıl unutabiliriz ki? 2010 yılında İçişleri Bakanı olarak görev yaparken May’in yürürlüğe koyduğu politika, evrakları olmayan kişilerin ülkede kalmasını zorlaştırmayı amaçlıyordu. Fakat bu politika uygulayıcılar tarafından inanılmaz ırkçı uygulamalara döküldü ve insanların yasadışı biçimde tutuklanmalarına, yasal haklarından mahrum kalmalarına ve sınır dışı tehdidiyle karşı karşıya kalmalarına yol açtı. Hatta ‘İngiltere, İngiliz kalsın’ denerek Afro-Karayip kökenli 83 kişinin hukuksuz şekilde sınır dışı edildiği anlaşıldı. O katı ‘İngilizlik’ tanımı günümüzde dahi tam olarak anlaşılabilmiş değil.

Başbakanlık ofisinin bulunduğu Downing Sokağı’na döktüğü gözyaşları kuruyadursun, May’in politikaları ve ‘görülemeyen liderliği’ neticesinde dünyanın dört bir yanında gözyaşı döken binlerce insanı düşünün.

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: The New Arab