Hobbes’un insan, toplum ve devlet görüşü Macpherson’ın iddia ettiği gibi kapitalizmin gelişimiyle dönüşmekte olan İngiliz toplumuna dair gözlemlerinden mi kaynaklanıyordu?

Thomas Hobbes: Sınıflar üstü devletin teorisyeni
John Michael Wright’ın Thomas Hobbes portresi. (Fotoğraf: Wikimedia)

Ateş USLU

Tüm büyük düşünürler gibi Thomas Hobbes da güncelliğini koruyor. Fikirlerinin günümüzü doğrudan doğruya etkilemesi anlamında değil, eserlerinin hâlâ yeniden yorumlanıp günümüze uyarlanması anlamında bir güncellik bu. Siyaset biliminde veya uluslararası ilişkilerde ütopyacı iyimserliği reddeden pek çok yazar fikirlerini Hobbes’a dayandırıyor, Hobbes’un özgürlük anlayışıyla geçmişin ve günümüzün özgürlük kavrayışları arasında benzerlik ve paralellikler kuruluyor. Türkçe literatürde de bu tartışmalar yapılıyor: Hobbes literatürüyle diyaloğa girerek İngiliz düşünürün çağımızla bağını kuran bir dizi yazıyı içeren bir derleme Çağımız ve Thomas Hobbes başlığıyla 2022 başlarında yayımlandı.


Büyük düşünürler hakkında yaygınlaşan fikirler çoğu zaman onların kendi yazdıklarını gölgelemeye başlar. Hobbes’un insan doğasını kötü olarak tanımladığına dair yaygın kanı da Hobbes alımlanışında etkili olmuştur. Bu yaygın kanının aksine Hobbes insan doğasına kötülük ya da iyilik gibi ahlaki kavramlar yüklemez, insana doğuştan günahkârlık gibi bir özellik de izafe etmez. Bu açıdan onu Machiavelli’yle karşılaştırabiliriz: Floransalı düşünür insan doğasının ne iyi ne de kötü olduğunu açıkça yazsa da tüm eserlerinde insanlar arası çatışma olanağını dikkate alıyordu. Hobbes’un içinde yetiştiği Protestan çevrelerde yaygın olan günahkâr insan kavrayışı ve dünyadaki dirlik-düzen yokluğunu bu kötücüllük-günahkârlık özelliğiyle açıklama eğilimi muhtemelen düşünürü etkilemişti, ancak o kendi felsefesini geliştirirken toplumdaki çatışma eğilimini kötülük ya da günahkârlık üzerinden değil, başka bir yerden kuracaktı.

Evet, Hobbes’a göre güvenlik sağlayan bir egemenin, yani devletin yokluğunda insanlar birbirleriyle çatışmaya meyillidirler, bu anlamda “insan insanın kurdudur”, “herkesin herkese karşı savaşı” her zaman bir olasılıktır. Ancak bu çatışma ihtimalinin kaynağı insanın kötülüğü ya da günahkârlığı değil, her bir bireyin bedenen ve zihnen aşağı yukarı eşit kapasitelere sahip olması, özgür hareket ve seçim kabiliyetine sahip olması, bu nedenle arzularının peşinden giderken kendileriyle eşit kapasitede başka bireylerle karşılaşıp çatışabilmeleridir. Dolayısıyla Hobbes insanı kötü ya da günahkâr olarak tanımlamasa da insan eylemlerinin sonuçları konusunda karamsardır.

İnsan doğasına dair tespitler çoğu zaman insanların nasıl yönetilmesi gerektiğine dair fikirlerin de çekirdeğini içerir: İnsan doğasını kötü veya günahkâr olarak tanımlayan pek çok yazar için etkin bir yönetim, bu kötücüllüğü zor yollarıyla törpüleyen bir yönetim olacaktır. Hobbes’un “ideal” politikası da çatışmaya meyilli insanların güvenliğini sağlayıp onları dizginlemek üzerine kuruludur. Hobbes bu devletin en iyi yönetim şeklinin monarşi olduğu konusunda gayet açık sözler sarf eder, ancak o geleneksel ve yaygın monarşi savunularına başvurmaz; onun monarkı ne Kilise’nin ruhani otoritesinden yönetme yetkisi aldığı için, ne de doğrudan doğruya Tanrı’dan yönetme yetkisi aldığı için güçlüdür. Kral (ve genel olarak egemen güç) yönetme yetkisini esas olarak bireylerin rızasından alır. Bu fikriyle 1640’lardan itibaren süregiden rejim tartışmalarında kralcı tarafta olmasına rağmen krallık savunusunu pek çok kralcının kabul edemeyeceği bir argümantasyon üzerine kurmuştur. Ve böylece tanrısal bir kökene dayanmayan iktidar meşruiyeti fikrinin ilk savunucularından biri haline gelmiştir.

Hobbes’un siyasal düşüncesinin imkânlarıyla birlikte sınırlılıkları da bu noktada ortaya çıkmaktadır. Evet, düşünür pek çok izleyicisinin ve düşünce tarihçisinin haklı olarak dikkat çektiği gibi Hobbes egemenliği dünyevi bir olgu olarak ele almış ve halk egemenliği teorilerinin yolunu açmıştır. Ancak sınırlılıklar bu noktadan sonra ortaya çıkar. Hobbes’un düzen sağlayıcı devlet iktidarı geleneksel bir yönetim olabileceği gibi hipotetik ya da gerçek bir ahit (covenant) sonucunda kurulmuş da olabilir. Her durumda bu devlet, onu rızasıyla var eden bireylerin ve onu oluşturan toplumun dışında ve üstünde olacaktır: Althusser’in ve pek çok başka yorumcunun hatırlattığı gibi, devlet toplumsal ahit/sözleşmenin eşit bir tarafı değil, üstün konumda bulunan bir üçüncü taraftır. Hobbes’un devleti bireylerin üstünde ve toplumun dışında olduğu kadar sınıfların da üstünde bir devlettir.

Bu, bizi eski bir tartışmaya getiriyor: Hobbes’un insan, toplum ve devlet görüşü C.B. Macpherson’ın iddia ettiği gibi kapitalizmin gelişimiyle dönüşmekte olan İngiliz toplumuna dair gözlemlerinden mi kaynaklanıyordu? Yoksa Hobbes, Keith Thomas’ın iddia ettiği gibi, etkisini yitirmekte olan İngiliz aristokrasisinin sözcüsü müydü? Öncelikle, Hobbes’un açıkça burjuva ve/veya kapitalist sınıfın çıkarlarının doğrudan bir savunusunu yapmadığı açıktır, sermayedarların yönetici sınıfta yer alması gibi bir önerisi de yoktur. Macpherson tezini çürütmek bir yana, doğrulayan tam da budur: Kapitalist ideoloji, devlet kurumlarının ve hükümet edenlerin tüm birey ve sınıflara eşit mesafede olması fikrini içerir. Elbette gerçekte hükümetin egemen sınıfla doğrudan ya da dolaylı bağları vardır, devletin başlıca işlevleri arasında kapitalist üretim biçiminin bekasını sağlamak bulunur. Ancak kapitalizm öncesinde yaygın olan dünya görüşlerinin aksine bu bağlar artık yok sayılmaktadır. Tam da bu nedenle Hobbes’un ya da başka bir kapitalist dönem egemen sınıf ideoloğunun devlet ya da hükümeti sınıflar üstünde konumlandırmak yerine sermayedarların yönetimde bulunmasını önermesi şaşırtıcı olacaktır.

Hobbes toplum üstü devlet tasavvuru oluşturmakta yalnız değildir; Rönesans sonrasının başka büyük siyasal düşünürleri (“egemenlik” kavramıyla Bodin, “sivil yönetim”iyle Locke) kapitalizmin ideal devletinin, toplum ve sınıflar üstünde durduğunu varsaydıkları devletin teorisini yapmışlardır. Günümüzde siyasete dair eleştirel literatürde siyasetin/devletin (göreli) özerkliğini vurgulamak adına bu külliyat tekrar tekrar yeniden okunuyor. Siyaseti toplumun içsel ilişkileri içinde konumlandırma çabası kadar onun özerkliğini vurgulamak da önemlidir. Ancak siyasetin özerkliğine dair araştırmalarımızda Hobbes’un teorisinin de malul olduğu sınıf körü bakışın kısıtlarını dikkate almamız, egemene veya kurucu iktidara her türlü toplumsallıktan münezzeh, neredeyse mistik özellikler yüklemekten kaçınmamız; devletin, cumhuriyetin ya da demokrasinin sınıf sömürüsü ve toplumsal cinsiyet tahakkümü üzerine kurulu bir toplumda oraya çıkan olgular olduğunu her zaman göz önünde bulundurmamız gerekiyor.

C. B. Macpherson, The Political Theory of Possessive Individualism, Oxford: Oxford University Press, 1962.
Louis Althusser, “’Toplum Sözleşmesi’ Üzerine (1967)”, çev. Alâeddin Şenel, Makyavel’in Yalnızlığı ve Başka Metinler, Ankara: Epos Yayınları, 2003.
M. Ertan Kardeş (haz.) Çağımız ve Thomas Hobbes, İstanbul: Vakıfbank Kültür Yayınları, 2022.
Michael Bray, “Macpherson Restored? Hobbes and the Question of Social Origins”, History of Political Thought, 28(1), 2007, s. 56-90.