Henry David Thoreau, doğaya ait her parçanın algısını olasılıklar üzerinden kurarak yazısını biçimlemiştir. Andrey Platonov’un doğa görüsü; Robert Walser’in, dolayısıyla da Kafka’nın ironisiyle ortak bir yön vardır yazdıklarında

Thoreau ile yeniden

FADİME USLU

Henry David Thoreau kimdir diye sorsanız, genellikle, “Sivil İtaatsizlik” metniyle Gandi’yi derinden etkileyen bir münzevi; ilk çevre aktivisti; çağdaşı Tolstoy’da izler bırakan bir doğa aşığı olduğu türünden yanıtlarla karşılaşırsınız. Denemeleri üzerinde kapsamlı çalışmalar yapan Bill McKibben, “Hırdavat dükkânından makbuz almış bir Buddha,” der onun için. Hocası Emerson ise kabına sığmayan, çok yönlü keşiflere açık dehasının felsefe, siyaset ve sanat alanında yaptığından daha fazlasını yapabilecekken toplumdan geri çekilmeyi tercih etmiş, eşine az rastlanır insanlar sınıfına ait bir bilge olduğunu söyler. Birkaç cümleyle tanımlaması güç bir kişiliktir. Yaşam biçiminin yanı sıra, farklı metinlerde birbiriyle çelişen sözleridir bunun nedeni. Sözgelimi, “Yürümek” başlıklı denemesinde, politikayı daracık bir tarlaya, sonra, sigara dumanına benzetir. “Sivil İtaatsizlik”i ise tamamen politik yönelimi üzerine kurar. Kültüre bulanmış düşünceleri, doğaya yönelik anlatmalarının gölgesindedir. Bana göre, Thoreau, yaban doğanın, içinde yaşadığımız ama içimizde yaşamasını reddettiğimiz bu çılgın ve cahil enformasyon çağının tercümanıdır.

Edebiyatında doğayı idealize edilmiş bir dekor, kurgusunun odağındaki etkinin bütünlüğüyle çizilmiş bir mekân, ya da karakterin ruhsal ediminin yansıtıcısı olarak değerlendirmediği için pek çok doğacı yazardan ayrılan Thoreau, içine uygarlığı hapseden, kent kültürünün etkisindeki bir kalemin aktardığı doğa anlatımlarının karşısındaydı. Bu tür metinleri kof, sıkıcı, fazla ehlîleştirilmiş buluyordu. Medenileşmemiş, yabanıl bir dilin peşindeydi. Doğanın kendi içine dönük dilini; hatırlatan, duyumsatan ve sadece önseziye açılan ifade biçimlerini bize en azından doğa için aktardığını söyleyebiliriz. Onun betiğinde toprağın, dolayısıyla havasını birlikte kokladığı bitkilerin nabız atımının sesi duyulur. Bataklığın, nehirlerin davranışlarından söz eder; güneş, ağaç kökleri ve nice hayvan yazısının benzersiz kahramanlarıdır. Kişileştirmenin ötesinde bir okuma, çözümleme sunar. Doğaya ait her parçanın algısını olasılıklar üzerinden kurarak yazısını biçimlemiştir. Platonov’un doğa görüsü; Walser’in, dolayısıyla da Kafka’nın ironisiyle ortak bir yön vardır Thoreau’nun yazınında.

1817-1862 yılları arasında yaşamış, kısacık ömrüne birkaç ömür sığdırmış Thoreau’nun doğa, toplum, din, politika ve sanatla ilgili görüşlerinin ülkemiz düşünce atmosferinde gereğince konuşulup tartışılmamasının önemli nedenlerinden biri de metinlerinin dilimize geç çevrilmesi, bir bütün halinde okura ulaşmaması. Birkaç ay önce Everest Yayınları tarafından yazarın “Doğa ve Yürüyüş Üzerine Seçme Denemeler”i Aytek Sever’in titiz çevirisiyle yayımlandı. Edebiyat, estetik, toplum, din, politikayla ilgili görüşlerini içeren beş denemesini (“Yürümek”, “Massachusetts’in Doğa Tarihi”, “Hancı”, “Gece ve Ay Işığı”, “Bir Kış Yürüyüşü”) ve Thoreau üzerine yazılan iki inceleme metnini içeriyor bu kitap. Kitabın girişindeki Bill McKibben’in kapsamlı önsözü ve sondaki Ralph Waldo Emerson’ın “Thoreau’nun Yaşamöyküsel Portresi” bu ayrıksı, son derece renkli insanı hem daha yakından tanımamızı hem de daha çok merak etmemizi sağlıyor.

Thoreau, köleliliğin sürdürülmesinden yana tavır takınan devletin ayrımcı politikasını gerekçe göstererek vergi ödemeyi üst üste reddeder ve tutuklanır. Kimliğini gizleyen, halası olduğu tahmin edilen biri onun adına vergisini ödeyince serbest bırakılır, ancak, Thoreau hapisten ayrılmaya direnir, polis tarafından güçlükle çıkarılır dışarıya. Bu olaydan sonra kölecilik karşıtı düşüncelerini anlattığı çok bilinen politik metni “Sivil İtaatsizlik” başlıklı denemesini kaleme almıştır. Elbette, kasabadan uzak doğa kesitinde bir demiryolu işçisinin barakasından geri dönüştürdüğü tahtalardan yaptığı tek odalı kulübesindeki çalışma masasında. Oysa Thoreau, yürürken yazdığını ifade eder. Onun dikkatli bir okuyucusu iseniz açık havada yazdıkları ile başının üstünde bir tavan varken yazdıklarını kolaylıkla ayırt edebilirsiniz. Çünkü kaleminin havasına doğanın kokusu sinmiştir.

Yürüyüşü fiziksel ve buna bağlı olarak belli ölçülerde gerçekleştirilen zihinsel bir egzersiz olarak nitelemez. Nehir boyunca, karşısına çıkan dereden geçerek, çayırda ve orman kıyısında kendi adımlarını duymadan, bir tilkinin ya da vizonun uğrağı yollarda saatlerce yürümek onun var oluşunun ereği, başlı başına sanatı, mutlak özgürlük ve yabanıllık adına söz söyleme biçimidir. ‘Yürüyüşçü’yü ise “kilise, devlet ve halk dışında kalan dördüncü kuvvettir,” diye niteler. “Dış dünyadaki henüz hiç tatmadığımız, ama seve seve tutabileceğimiz yol, içteki ülküsel dünyamızda ilerlemeye can attığımız yolun kusursuz bir yansımasıdır,” der. (s.46) Yürüyüşleri sırasında “Kendi yüreğimin sesini nasıl duyabilirim?” sorusuna yanıt ararken tavrıyla kendi dışındakilere “Ne kadarı yeterlidir?” sorusunu sorar. Ona göre, “para, uğruna yaşam erkimizi takas ettiğimiz bir şeydir.” Toplumun yönetilme araçlarından düşünce alışkanlıklarını sıklıkla eleştirir. “Bu içi geçmiş mezhepler, işleriyle meşgul bir hâlde yaşamakta olan öteki insanların kefenlerini hazırlayıp mezar taşlarını yazmaktan daha iyisini beceremez mi? Tüm insanların pratik inancı vaizin tesellisini boşa çıkarır. Birisinin vaazı, şayet ben onun içinde cırcır böceği ötüşü kadar kararlı ve neşeli bir şeyler sezmiyorsam, benim için nedir ki?”(s82).

Müthiş bir ayrıntı ustası olan Thoreau her ne kadar kendisine ‘şair bozuntusu’ dese de, doğayı dizelerle de anlatmış. Denemelerindeki şiirsel dil ve imge zenginliği bunun sonucu. Özellikle doğa anlatmalarını okurken bir belgesel izliyormuş duygusuna kapılıyorsunuz; her şey çok canlı ve gözünüzün önünde seyrediyor. Yazarın nüktesi ise kayalıklar arasında yürürken birdenbire narin yapraklı çiçeklerin karşımıza çıkıvermesine benziyor. “Eyvah insan kültürüne ki, bitkisel humus tükendiğinde bir ulustan pek az şey beklenebilir: ataların kemiklerinden gübre yapma zorunluluğu doğar! O zaman şair yalnızca kendi yağ fazlasıyla geçinir; filozof dizleri üzerine çöker.” (s. 59) Bir başka denemesinde de şöyle diyor: “Yılanların hareketi bizim el ve ayaklarımızı, kuşun kanatlarını ve balığın yüzgeçlerini, sanki doğa onlarla sadece hayal gücünün tadını çıkarmak istermişcesine, fazlalık gibi gösterir.”(s.100).

Henry David Thoreau kapitalizmin tırmandığı bir dönemin tanığıydı. “Keşke çitleri yakmakla işe başlayıp ormanları ayakta tutacak bir insan soyu olsa!” demesine, hayranlık duyduğu Kızılderililerin tükenişine karşı kültür taşıyıcılarına isyan etmesine ve bütün bilgeliğine karşın, yine de günümüz dünyasının ulaştığı noktayı öngörememişti. Baskılayan, tüketip yok eden gelişme çarklarına ait araçların insan doğasına verdiği tahribatı, doğanın böylesine katledilmesini, yüzlerce türün tükendiğini herhalde düşünemezdi. “Ormanı sürekli mahveden balta için, tanrıya şükür ki, bulutları kesip biçemiyorlar,” demişti. Bulutlar nicedir kesip biçiliyor artık.