Apartman üniversitesi olarak da tanımlanan vakıf üniversiteleri akademisyenlerine reva gördüğü tutumla da bir öğretim kurumu değil gerçek bir ticarethane olduğu algısını pekiştiriyor.

Ticaret akademisi değil ticari akademi

Tuğça Şener

Çocuğuna okul forması alamadığı için intihar eden ebeveynler, evde ailesinin karnını doyuramadığı için kendini asan ve hatta yakan nice insanların haberlerini okuduk, okuyoruz. Ülkedeki ekonomiye, ev kiralarının ve temel ihtiyaç maddeleri fiyatlarının fahiş artışlarına değinmeyeceğim bugün. Ana sayfadan okuyorsunuz onları zaten. Barınamıyoruz hareketi ile sokaklara dökülen gençlerin durumunda da bir gelişme yok. Aslında gelişme var ama iyi yönde değil. “Barınamıyoruz” diyerek Ankara’ya giden ve gözaltına alınan üniversite öğrencilerinin henüz dava bile açılmaksızın KYK burslarının ve kredilerinin kesilmesi, pek de iyi bir gelişme sayılmıyor ne yazık ki. “#Barınamıyoruz demek değil, öğrencilerin barınamadığı bir düzen yaratmak suçtur!” diyor Barınamıyoruz Hareketi. Doğru söze ne denir?

Öğrenci tarafında bunlar olurken işin akademisyen tarafında da sahne pek güzel değil. Kayyumlar ve 3-4 kişilik dev kadroların da ötesinde durumlar var. Geçtiğimiz hafta bir vakıf üniversitesinde eylem yapan araştırma görevlileri, devlet üniversitelerindeki meslektaşlarıyla denk net maaş hakkının peşine düşmek zorunda kaldı. Nisan 2020’de yapılan kanun değişikliğine göre, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun Ek 8. maddesi, devlet üniversitesinde çalışan öğretim elemanlarıyla vakıf üniversitelerinde çalışan öğretim elemanlarının net ücret üzerinden “eşit işe eşit ücret” almaları gerektiği yönünde. Ne var ki son rakamlara göre bu talebini dile getiren 60 araştırma görevlisinin sözleşmesine çeşitli nedenlerle son verilmiş durumda.

Söz konusu vakıf üniversitelerinden birinin rektör yardımcısı, eylemdeki akademisyenlerin yanına giderek “Hukuki olarak size karşı ne hakkımız varsa kullanırız, siz de kullanın, bir şey demiyorum” dedikten sonra protestocuların arasından yükselen “Üslubunuzu da gördüler, tutumunuzu da gördüler, bu mu eğitim?” serzenişine “Bu! Eğitim bu!” diye cevap vermesi konuya noktayı koymuş gibiydi. Eylemdeki araştırma görevlilerinin ertesi gün kimliklerinin çalışmaması vesilesiyle işten çıkarılmış olduklarını öğrenmeleri ise noktadan ziyade bir acı bir ünlem oldu.

Vakıf üniversitelerindeki araştırma görevlilerinin talepleri, maaşlarının devletin belirlediği düzeyde olması ve görev tanımları dışındaki bir şey yapmak mecburiyetinde bırakılmamaktan ibaret. Bu taleplerine karşılık aldıkları cevap ise kusuru gidermek değil yan haklarından mahrum edilmek yönünde oluyor. Arabulucunun iknasıyla istifaya zorlanan akademisyenlere destek olan onlarca araştırma görevlisi birçok vakıf üniversitesinde protestolarına devam ediyor. Bu durum CHP İstanbul milletvekili Sibel Özdemir sayesinde Milli Eğitim Bakanı’na yöneltilen sorularla Meclis’e de taşındı.

Bir dönem sayılarının fazlaca artmasıyla apartman üniversitesi olarak da tanımlanan vakıf üniversitelerinin büyük kısmı zaten parayla diploma veren kurumlar olarak görülüyorken, akademisyenlerine reva gördüğü tutumla da bir öğretim kurumu değil gerçek bir ticarethane olduğu algısını pekiştiriyor. Yoksa ana görevi araştırma yapmak, ders hazırlamak, laboratuvarda kongrede yer almak olan araştırma görevlilerini hangi üniversite hangi makul gerekçeyle çağrı merkezi misali işlerle görevlendirip tercih döneminde öğrencilerle dönemlik ücret pazarlığına oturtur; proje yönetimi, laboratuvar tekniklerinde yenilikler, yeni analiz yöntemleri gibi seminerler yerine “satış” eğitimine gönderir?

Bir kere daha akademide doğru söyleyeni dokuz köyden kovduklarına şahitlik ediyoruz. Biliyoruz ki bir onuncu köy elbet bulunur. Bize düşen topluca onuncu köye mi gitmek yoksa kendi köyümüzü onuncu köy yapmak mı, orasını iyi düşünmek lazım.