Siyasal İslam’ın Filistin ve o bağlamda İsrail ile kurduğu ilişki din eksenlidir. Bu anlamda mesele salt Filistin meselesi değildir. Öte yandan hadise yalnızca din ile de sınırlı değildir. Hadise, kendi suretinde tasvir edilen din anlayışının hâkim olması ile ilgilidir

Ticari müttefiklikten terör devletine İsrail

Aydın Tonga

ABD’nin Tel Aviv büyükelçiliğini Kudüs’e taşıdığı gün aynı zamanda İsrail’in bağımsızlığını ilan ettiği gündü. Yani İsrail ile Filistin arasında yaşanan sorunun tarihi 70 yıl öncesine dayanıyordu. Dolayısıyla ne birden bire karşımıza çıkan bir meseleyle yüz yüze gelmiştik ne de İsrail ilk defa böylesi saldırılara imza atıyordu. Dahası İsrail’in ABD ile olan hısımlığı da yeni değildi; o dünden bugüne emperyalist siyasetin ruhunu taşıyan bir ülkeydi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan yaşanan son olaylar üzerine İsrail ile ilgili şöyle konuştu: “İsrail bir terör devletidir.” Oysa daha geçtiğimiz aylarda aynı İsrail ile bir olup “vicdanın sesi olan ABD’yi alkışlayan da biz idik. Şöyle ki, ABD öncülüğündeki işgalci güçlerin Suriye saldırısını Dışişleri yetkililerimiz “tüm insanlığın vicdanına tercüman olmuştur" diye yorumlarken İsrail Başbakanı Netanyahu da saldırıya gönülden destek veriyordu. Yani o kadar da “terör devleti” değildi İsrail.

Ekonomi Bakanlığı’nın verileri de İsrail’in terör değil ticaret devleti olduğunu ortaya koyuyordu. Buna göre İsrail ile 2004 yılında 2 milyar dolar olan ticaret hacmimiz, 2017 yılında 5 milyar dolara yaklaşmıştı. Yine ihracatımızda anılan yıllar arasında epeyi mesafe kat etmiş, 3,5 milyar dolara yaklaşmıştı. İthalatımız ise 2017 yılı itibariyle 1,5 milyar dolardı.

Anlayacağınız “iş başka arkadaşlık başka” misali, kameralar önünde yükselen sesler, perde arkasında fısıltı düzeyinde kalıyordu.


Filistin sorunu elbette ve hiç kuşkusuz öncelikle insani bir sorundur. Sorunun tarihi de Kudüs özelinde tartışacaksak yüzlerce yıla dayanmaktadır. Fakat sorunu biraz daha yakın bir gelecek üzerinden okumaya çalışırsak şu çarpıcı ifadelerle karşılaşırız: “Biz Filistin için savaşırken İslami kesim bize terörist diyordu.” Bu ifadeler bizatihi kendisi de Filistin direnişi için gittiği kampta İsrail saldırısında yaralanan ve tutsak edilen Faik Bulut’a ait. Dönem 68’dir. Türkiye’nin devrimcileri emperyalizme karşı dayanışma kararlılığıyla Filistin’le yan yana olmak için akın akın kavgaya dahil olmaktadır. O günleri Faik Bulut şöyle anlatır: “Filistin’e 1968’den 1980’li yıllara kadar yüzlerce dost, arkadaş gitti. Birçok arkadaşımızı yoldaşımızı anılarını yaşatmaya çalışarak o topraklarda gömdük.” Şu sözler de o kuşağın unutulmaz isimlerinden Hüseyin İnan’a aittir: “Bizler, dünya halklarının baş belası emperyalizme karşı çarpışan, Ortadoğu halklarının haklı mücadelesini desteklemek için Filistin’e gittik.”

Siyasal İslamcı geleneğin Filistin meselesine dâhil olması ise ağırlıklı olarak Müslüman Kardeşler kökenli Hamas örgütü ile ortaya çıkar. Bu anlamda gerek Hamas’ın gerekse de siyasal İslamcı geleneğin Filistin bağlamında yürüttüğü ve sürdürdüğü mücadele “din üzerinden” ses verir. Bu mücadele de başat vurgu din üzerinden şekillenir; öne çıkarılan ve geride bırakılan temalar buna göre belirlenir. Zira Filistin’de mücadele veren Filistin Kurtuluş Örgütü ile Hamas arasındaki ana ayrım tam da buradan ortaya çıkar: Devletin kimliği ne olacaktır; laik mi, din devleti mi!

Geçtiğimiz “Kanlı Pazartesi”nin hemen sonrasında Filistin için Taksim’de yapılan yürüyüşte de bu vurgu öne çıkıyordu. Örneğin o yürüyüşün konuşmacılarından Anadolu Gençlik Derneği İstanbul Şubesi Başkanı Ali Uğur Bulut şöyle diyordu: "Yapmamız gereken Allah'ın emrettiği, Resulullah'ın yapın dediğini yapmaktır. En kısa sürede 1 milyon kişilik bir İslam ordusu kurulmalı ve derhal İsrail'e doğru yönlendirilmelidir" Şu ifadelerde İHH başkanı Bülent Yıldırım’a ait: “…Şimdi İslam Birliği kuruluyor. Sokaklarda, evlerde Kudüs konuşuluyor... Siyonizm'in zulmünden Filistin'i kurtarmaya hazır mıyız? Malımızı, canımızı, kanımızı Mescid'i Aksa için vermeye hazır mıyız?"

Siyasal İslam’ın Filistin ve o bağlamda İsrail ile kurduğu ilişki işte bu derecede din eksenlidir. Bu anlamda mesele salt Filistin meselesi değildir. Öte yandan hadise yalnızca din ile de sınırlı değildir. Hadise, kendi suretinde tasvir edilen din anlayışının hâkim olması ile ilgilidir. Eğer öyle olmasaydı, yıllardır Filistin konusunda en çok duyarlılık gösteren Suriye’ye sahip çıkılır, “hiç olmazsa bu nedenden dolayı Suriye’yi koruyalım” denilirdi. Lakin öyle olmadı. Bugün İsrail’e olmadık söz edenler, dün onunla kol kola girip, Suriye’de yüz binlerce insanın ölmesine neden oldular. Fakat ne gam. Dahası pek “duyarlı” medya için de Suriye’de yaşananlar sadece “istatistiki” bilgilerdi; hikâyeleri olmayan ve haber bültenlerinde yalnızca birer “veri” olarak kullanılan rakamlardı onlar.