Şehir hastaneleri söz konusu olunca ilk bilinmesi gereken, vatandaş gitse de gitmese de hizmet alsa da almasa da bu hastanelere para ödeyecek, hem de döviz kuru, yetmedi enflasyon farkı, olur da asgari ücret bunlardan daha fazla arttıysa bu da göz önüne alınarak ödeyecek

‘Ticari sır': ‘Para ödemeyen’ müşterili şehir hastaneleri meselesi

Eriş Bilaloğlu - Hekim, Eski TTB Merkez Konseyi Başkanı

“Eyy Tayyibim diyo, sen bu hastaneleri yaptın; ben diyo, şimdi köyden ne davarımı sattım ne bileziğimi sattım, geldim buraya para vermeden yattım. Mesele bu ya!”*

Bu kadar sade, öz bir anlatım karşısında insan hayret ediyor gerçekten de kim, niye karşı çıkar böylesi bir hizmete? Bu kadar halisane yani hiçbir çıkar düşünmeksizin, içten düşüncelerle, temiz yürekle yapılan bir iş varsa ortada, TBMM’de milletvekillerinin bilgi edinme taleplerine niye “ticari sır” diye yanıt verilmez? Buna da hayret ediyor insan. Hükümete, Sağlık Bakanı’na yöneltilen soruya yanıt verilmesini engelleyenler, Aralık 2012’de Başbakan’ın “… şehir hastaneleri projemizi ne yazık ki bürokratik oligarşi ve yargı sebebiyle hala hayata geçiremedik” dediği kuvvetler ayrılığı, bürokratik oligarşi olmasın?


Biliyoruz ki o günler “FETÖ”yle birlikte el ele kol kola geçildi. Ve hatta yine biliyoruz ki şehir hastaneleri için gerekli bütün hukuksal belgelerin hazırlanması yani kamu özel ortaklığıyla yapılacak hastanelerle imzalanacak sözleşmeler dahil bütün belgeler Hükümet’in bugün “ FETÖ’cülükle” suçladığı, irtibatlı, iltisaklı hukuk büroları/şirketlerce hazırlandı, karşılığında da (“Ne istediler de vermedik” anlayışıyla) 2 Milyon TL verildi. Bir başka ifadeyle Cumhurbaşkanı’nın hayalini “FETÖ’cüler realize etmiş”, ete-kemiğe büründürmüş, tabanı ibadet, ortası ticaret, tavanı ihanet olan yapının ihanet kısmı şehir hastaneleri projesini bu ülkeye bir hizmet hareketi olarak hayır hasenat işleri kapsamında hediye etmiş. Bu işten vatandaşa bir hayır gelir mi, siz düşünün artık! Neyse geride kaldı o günler, şimdi yeni yol arkadaşları var.

O nedenle 24 Haziran’da oy pusulasında yer alan Cumhur İttifakı dışındaki partilerin şehir hastanelerini eleştirmesini bir yana bırakalım ve önce “yeni” yol arkadaşlarından bu hayır işini “anlamayanlara” bakalım.

MHP Konya Milletvekili (halen genel başkan yardımcısı) ve Konya 1. sıra milletvekili adayı Mustafa Kalaycı 2013’te şöyle demiş: “Bu projenin perde arkasında şehir rantlarının paylaşımı yatmaktadır… Beyler, vereceğiniz yerler babanızın çiftliği, ödeyeceğiniz paralar da babanızın parası değil. Bunlarda saçı bitmemiş yetimin bile hakkı var. Bunun vebalini ödeyemezsiniz. Bunun hesabının her iki dünyada da mutlaka sorulacağını sakın unutmayın.”

Öbür dünyayı bilemesek de, öyle böyle değil çok ciddi, bu dünyada mutlaka hesap sormayı gerektiren bir durum var demek ki.

2013 biraz uzak, eski bir tarih gibi gelmiş olabilir okuyucuya. Ne de olsa MHP o gün “muhalif”ti, bugün yeni ortak. O halde daha yakına gelelim, 8-9 ay öncesine, 2017’nin son aylarına.

MHP Adana milletvekili (halen genel başkan yardımcısı) ve Ankara 1. bölge 1. sıra milletvekili adayı Mevlüt Karakaya’nın Adana Şehir Hastanesi’nin açılması nedeniyle Ekim 2017’de yaptığı açıklamalarda halisane şehir hastaneleri meselesini ne kadar anladığına bakalım. Söyledikleri madde madde şöyle:

“Şehir Hastaneleri devlet hastanesi değildir. Uluslararası finans kuruluşlarından alınan kredilerle kurulmuştur. Tamamen kar amaçlı çalışan özel sektöre ait hastanelerdir. İşletmecilik anlayışı az eleman çok iş mantığını esas almaktadır. Bu hizmet kalitesini düşürürken işsizliği azaltma kaygısından, çalışana hak ettiği ücreti verme beklentisinden çok uzaktır. Aşırı yüksek maliyet, ‘hasta garantisi’ ve tanınan imtiyazlardan ötürü; ‘arsa benden, bina benden, kira benden, hasta benden, eleman benden, ekipman benden, hizmet benden, vergi benden; sadece işletme senden’ şeklindeki bir anlayış Dünyada bir ilktir.”

Cumhur İttifakı mensubu partinin genel başkan yardımcısının kayıtsız şartsız destekledikleri Cumhurbaşkanı adayları Erdoğan’ın köylüsünün davarını, bileziğini satmadan, para vermeden yattığı şehir hastanesi “gerçeğini” kavramadığı anlaşılıyor, oysa mesele basit (!), ama o başka meselelerden bahsediyor.

Kuşkusuz şehir hastaneleri gerçeğini görmek için MHP milletvekillerine başvurmamız gerekmiyor, yukarıdaki ifadeler, sadece, bu kadar açık bir talanı hazmetmekte onların da zorlandığını gösteriyor. Vatandaş bilezik bozmuyor davar satmıyor mu bilemiyoruz ama 2002’ye göre tüketici kredisi borcunun 135 kat, kredi kartı borcunun ise 18 kat arttığını, vatandaşın bankacılık sistemine olan toplam borcunun 400 milyarlara dayandığını, bankaya borcu olan vatandaş sayısının 25 milyonu çoktan geçip 30 milyonu bile aştığını, bu kişilerin yaklaşık 3 milyonu hakkında icra takibi söz konusu olduğunu, son 16 yılda 110.371 kişinin “taahhüdü ihlal” suçundan hapse girdiğini, “ödeme şartını ihlal’’ gerekçesiyle 1 milyonun üzerinde dava açıldığını, bunun çoğunun mahkûmiyetle sonuçlandığını, bu rakamların Cumhuriyet tarihi rekoru olduğunu, hacizlerin sürdüğünü öğreniyoruz. Böyle bir gerçeği yaşayan vatandaşın hasta olmaması mümkün görünmüyor. Zaten Cumhurbaşkanı da bir televizyon programında söyledi: Bu hastanelerin müşterisi artacak!

Para vermeden hastanede yatan müşteri nasıl oluyor?
Şu müşteri mevzuna girmeden önce hızlıca bugün Türkiye’de sağlık hizmetlerinin finansmanına bir göz atalım. Sağlık hizmeti finansmanında vergiler % 24 oranında yer alıyor. Gerisi? % 53.6 pirim, % 16.6 cepten harcamalar, % 4.9 diğer özel harcamalar, % 0.9 da yerel yönetimler olarak bildiriliyor. Pirim de vatandaşın gelirinden/cebinden alındığına göre işi hiç karıştırmaya gerek yok: Bu verilere göre sağlıkta harcanan paranın en az % 75’i vatandaşın cebinden çıkıyor yani hizmet alıyorsak, hastanede yatıyorsak zaten paramızla alıyormuşuz.

Gelelim şehir hastanelerinin, Cumhurbaşkanı’nın ifadesiyle, “para ödemeyen” müşterilerinin durumuna. Hatırlatalım, müşterinin sözlük anlamı, aldığı hizmet karşılığında ücret ödeyen kişi. O halde bu hastanelerin müşterisi, yani Cumhurbaşkanının garip gureba köylüsü para vermeden yatmıyor, adı üstünde o artık müşteri.

Şehir hastaneleri söz konusu olunca ilk bilinmesi gereken, vatandaş gitse de gitmese de hizmet alsa da almasa da bu hastanelere para ödeyecek, hem de döviz kuru, yetmedi enflasyon farkı, olur da asgari ücret bunlardan daha fazla arttıysa bu da göz önüne alınarak ödeyecek. Cumhurbaşkanı proje bizim işimiz diyor ya, işte bu şehir hastanesi projesinde risk ve maliyet kamu üzerinde, özel şirketlere kiralar yoluyla yatırım finansmanı ve hizmet devriyle de gelir garantisi veriliyor. Hastanelerin % 70 doluluk oranında çalıştırılacağı garanti ediliyor. Bu oran yüksek güvenlikli adli psikiyatri hastaneleri için % 80 olarak belirlenmiş. Psikiyatride daha fazla müşteri sağlayabileceklerini düşünüyorlar belki de.

Şehir hastanelerindeki “ticari alan gelirleri” ihaleyi alan şirketlere bırakılmakta, “tıbbi destek hizmetleri” ve “destek hizmetleri” ihaleyi alan şirketler tarafından sunulmaktadır. Sözleşme süresi boyunca, 25 yıl, şirketlere kira ve bakım/onarım için “kullanım bedeli”, tıbbi destek hizmetleri ve destek hizmetleri için “hizmet bedeli” adı altında ödeme yapılacaktır. Bakanlığın bu ödemeleri, kârı da içerecek şekilde özel sektörün yatırım ve finansman maliyetlerinin geri dönüşünü garanti altına almaktadır. Kullanım bedelinin Sağlık Bakanlığı tarafından, hizmet bedellerinin ise hastanelerin döner sermayeleri tarafından ödenmesinin planlandığı anlaşılmaktadır. Döner sermayelerin çok yüksek maliyetlerle ortaya çıkan hizmet bedellerini karşılayıp karşılayamayacağı ise belirsizdir.

Hesap sormak gerekiyor!
Cumhur ittifakı ortağı MHP milletvekili, genel başkan yardımcısı haklı; FETÖ fikri ve organizasyonu ile işbirliği içerisinde Türkiye’ye taşınan, yerli ve milli (böyle bir hassasiyetleri varsa eğer) olmadığı açık olan şehir hastaneleri konusunda (da) bu dünyada hesap sormak gerekiyor.

Ana soru ülkenin nitelikli hastanelere ihtiyacı varsa bunun neden bütçeden karşılanmadığıdır. Hastane binalarının yapılıp içine gerekli sağlık malzemelerinin konulması, idarenin geleneksel bütçe finansmanı yöntemiyle gerçekleştirilebilecek ve her hâlükârda çok daha ucuza mal olacakken neden yapılmadığıdır. Dünyanın 17. büyük ekonomisi olan bir ülkenin şehir hastanelerini yapamıyor olmasını açıklayabilmek, mali açıdan pek de olanaklı görünmüyor.

Daha ötesi de var. Basına yansıyan bilgilere göre 2018 Ekim ayında açılacağı söylenen, 6 Başhekim ve 2 CEO’nun yöneteceği (Ankara) Bilkent Şehir Hastanesi’nin (CEO’lu devlet hastanesi?!) klasik yöntemdeki maliyeti 3.9 milyar TL, kamu-özel ortaklığı/işbirliği (siz bunu sermaye-devlet talanı diye okuyun) yöntemiyle yapıldığındaki maliyeti ise 6.8 milyar TL’ye çıkmaktadır. Yani? Klasik yöntemin maliyetinden %173 daha pahalı olan Bilkent Şehir Hastanesi ile kamu finansmanına ve dolayısıyla vergi mükelleflerine yaklaşık 2.9 milyar TL ekstra yük getirilmektedir. Ayrıca yurtdışı örnekler üzerinde yapılan çalışmalar bu yolla yapılan hastanelerin daha kaliteli olmadığını ve belirli koşullar altında sunulan hizmetlerin etkinliğinin daha düşük olabileceğini söylemektedir.

Maliyet başlığında son olarak şunu da ekleyelim: “Cebimizden beş kuruş harcamadan” bize sunulan hizmete 2018 yılı Ocak ayında yani sadece bir aylık kira ve hizmet satın alma bedeli olarak ödenen toplam 163 milyon 881 bin 952 TL ile 3 adet Ödemiş Devlet Hastanesi yaptırıp üstüne de 7 milyon TL arttırmak mümkün(dü).

Ya çalışanlar ne durumda?
Elbette tek mesele ülke insanının bugünü ve geleceğini “gelecekte yapılacak kamu yatırımlarının bugünden özelleştirilmesiyle” sermayeye teslim eden maliyet sorunu değil.

Buralarda çalışanlar açısından da ciddi bir sorun var. Şehir hastaneleri projelerinde ödemeleri yapabilmek için bütçede kaydırılacak para çalışanlara ödenecek paradan olacaktır. Bu ödemeyi yapabilmek için de yatak sayısında azaltma, hastane çalışan sayısını azaltma, üretkenlik ve verimliliği arttırmaya yönelik müdahaleler (?), kronik bakım gerektiren hasta bakımından kaçınarak bu hasta gruplarını başka hastanelere yönlendirme ve bazı hastalıklara dair hizmet kapsamında değişim gerçekleştirme bugüne kadar başka ülkelerde izlenen yol ve yöntemlerden bazılarıdır. Uzatmadan söylersek ağır iş yükü, uzun çalışma saatleri, düşük ücret, iş güvencesizliği, siyasi müdahaleler, personel devir hızı daha önceki benzer uygulamalardan aktarılan sonuçlardır.

Doğrusu şu ki sağlık çalışanları durumun farkındadır. Ankara Tabip Odası’nın kurulmakta olan 2 şehir hastanesiyle ilgili hekimlere yönelttiği sorulara verilen yanıtlar da bunu göstermektedir. Ankaralı hekimlerin % 73’ü şehir hastanelerinde çalışmak istememekte, % 20’si kararsız, sadece % 7’si istekli; % 55’i özlük haklarında gerileme olacağını, % 8’i daha iyi olacağını, % 37’si ise fikri olmadığını söylemekte; %64 iş yükümüz artacak, %86’sı hastaneye erişim sorunu olacak, %66’sı da sağlık hizmetinin kalitesi şimdikinden farklı olmayacak demektedir. Sağlık hizmetinin mutfağında yer alanların görüşü bu.

Unutmayalım ve soralım: Bir süre önce kamu hastanelerinde “kadroya geçirilen” taşeronların özlük hakları/iş güvencesi kamu-özel ortaklığı hastanelerinde nedir? “Ne de olsa adında kamu var, mevcut kamu hastanelerinde taşeronlar kadroya geçtiklerine göre…” diye bir umut akla gelmiş olabilir. Ne yazık ki destek hizmetleri özelde; kamuya ait (!) şehir hastanelerinde gene taşeron var. Yani kamunun hükmü de bir yere kadar!

Hakkını yemeyelim ama kamu adına yetki kullananların, siyasi otoritenin. Kısa süre önce bir televizyon kanalında Mersin Şehir Hastanesi’nde sunulan hizmetten şikâyetçi olan vatandaşların röportajı yayınlandı. Yetkililerin sağlık çalışanlarıyla ilgili en ufak bir yakınmada can sıktığını herkes bilir. Aynı yetkililer röportajda şirketlerin sunduğu hizmetten memnun olmadığını söyleyen insanları suçlamayı, il sağlık müdürü aracılığıyla şirketi savunmayı iş edindiler, iyi mi?

Çözüm var mı?
Olmaz olur mu? Nasıl ki kamu hastanelerini piyasalaştırmak, kamu hizmetlerini metalaştırmak, talan yoluyla sermaye birikim aracı olarak böyle “ortaklık” yöntemlerini hayat geçirmek, bütçeyi hasta etmek, çalışanları taşeronlaştırmak için siyasi bir irade gerekiyorsa çözüm için de önce siyasi irade gerekiyor. Bugün “kağıt üzerinde” ve söylemde, seçime giren partilerin AKP dışındakileri bu “işe” karşı görünüyor. Konunun siyasal öznelerce sahiplenilmediği koşullarda sonuç alma şansı düşük. O nedenle siyasal öznelerin sahiplenmesini zorlamak, karşı çıkışın kitleselleşmesini sağlamak, mümkün olduğunca önce hasta etmemeyi hedefleyen toplumcu bir sağlık anlayışını hakim kılmak önemli görünüyor. Bu yöndeki ısrarlı çabaların sürdürülmesinin yanı sıra çözüm “devletin kamulaştırılması gerektiği” sloganını biriktirdiklerimizin ışığında halkçı bir iktidarda somutlamak hedefiyle müdahale etmekten geçiyor.

Kaynaklar
*Cumhurbaşkanı’nın 7 Haziran 2018 tarihli TV programı; https://www.youtube.com/watch?v=3lAJi8fE0Yk
Türkiye’de Sağlıkta Kamu-Özel Ortaklığı Şehir Hastaneleri, Türk Tabipleri Birliği Şehir Hastaneleri İzleme Grubu; İletişim Yayınları, Haziran 2018.
http://www.mhp.org.tr/htmldocs/tbmm_mv/mecliskonusmalari/52/2608.html
http://www.ortadogugazetesi.net/haber.php?id=63151
https://m.bianet.org/bianet/siyaset/192805-sehir-hastaneleri-tezgahinin-sahibi-belli-oldu
http://siyasihaber3.org/sehir-hastaneleri-2-sirketler-icin-kaymakli-ekmek-kadayifi