“Çelişki” siyasette önemlidir, neyi “asıl çelişki” olarak gördüğünüz siyasal pozisyonunuzu, siyasal tutumunuzu ve siyasal eyleminizi belirler. Dünün yetmez ama evetçileri asıl çelişkiyi “demokrasi güçleri”yle “vesayet güçleri” arasında görüyor “ve demokrasi güçleri”nden saydıkları iktidar partisini “demokratikleşme” adına destekliyorlardı. Bugünün yetmez ama evetçileri ise asıl çelişkiyi “milli güçler”le “emperyalizm/ABD” arasında görüyor, iktidar partisini de “milli güçler”e dahil ediyor ve “millilik” adına destekliyorlar.

Dün iktidar partisinin Türkiye’yi demokratikleştirmek gibi bir hedefinin bulunmadığını, bunun bir göz boyama anlamına geldiğini, amacın rejimi değiştirmek olduğunu söyleyenler görmezden geliniyordu, bugün de benzer bir durum söz konusu. Ortada milli bir iktidar, milli bir duruş, anti-emperyalist bir tavır olmadığını, meselenin ülkenin değil iktidarın bekası olduğunu söyleyenler aynı şekilde görmezden geliniyor. Oysa sadece son birkaç günde yaşananlara bakmak bile ikinci yetmez ama evetçiliğin düşünsel sefaletini ortaya koymaya yetiyor.

İktidara Amerikan karşıtlığı, anti-emperyalizm gibi fıtratında asla olmayan özellikler atfediledursun, ABD Dışişleri Bakanı Tillerson Türkiye’ye geliyor ve taraflar yeni bir pazarlık düzleminde buluşmayı başarıyorlar. Tillerson’la kapalı kapılar ardında ve üç buçuk saate yakın bir süre, üstelik resmi tercüman olmaksızın, Dışişleri Bakanı’nın tercümanlığında neler konuşulduğunu, nelerin vaat edildiğini, nelerin istendiğini şimdilik net olarak bilemiyoruz ama bildiğimiz bir şey var: Türk sağı bir kez daha asıl aşkı ABD’ye kavuşmayı, o güzel günlere dönmeyi istiyor, bunun için uğraşıyor. Biz de böylece ortada uzlaşmaz bir çelişki, anti-emperyalizm ya da ABD karşıtlığı değil, bir çıkar çatışması bulunduğunu, ülkenin değil iktidarın beka sorunu olduğunu bir kez daha anlıyoruz.

Tillerson’ın ziyareti üzerinden devam edelim. Yeni yetmez ama evetçiliğin Suriye’ye dair tezleri şöyleydi: Bir, Türk askeri Suriye’nin toprak bütünlüğü için orada bulunuyor ve iki, Türk ordusu Suriye’de ABD’yle ve emperyalist güçlerle savaşıyor. Bunun böyle olmadığı Suriye devletinin Zeytin Dalı Operasyonu’na karşı en başından beri takındığı tutumla ve operasyonu “işgal” olarak nitelendirmesiyle zaten açığa çıkmış durumdaydı ancak Tillerson’ın ziyaretinin sonuçları bunu çok daha net bir şekilde ortaya koydu.

Reuters’ın haberine göre Türkiye ABD’ye Minbic’i birlikte kontrol etmeyi önerdi. Yani Suriye’de ABD’yle Suriye’nin toprak bütünlüğü adına savaştığı iddia edilen iktidar ABD’ye, Suriye’nin bir bölümünü birlikte kontrol etme teklifinde bulundu. İki dışişleri bakanının görüşmesi sonrası açıklanan deklarasyon da iki hükümetin Suriye’de, özellikle Fırat’ın batısında, ortak hedeflerle, ki açıkça ifade edilmese de asıl hedef Esad’ın devrilmesi ve rejim değişikliği, birlikte çalışmaya hevesli olduklarını açık bir şekilde gösterdi.

Bu kadar mı peki? Elbette ki hayır. Tillerson’ın Türkiye ziyaretinin yankıları sürerken sınırın öte tarafından Suriye ordusunun Afrin’e girmesi ve kenti korumasına dair yapılan görüşmelerde hayli mesafe alındığı, ordunun çok yakın bir zamanda Afrin’de konuşlanacağı haberleri geliyordu. Yani günümüzün yetmez ama evetçilerinin iddia ettiğinin 180 derece tersi istikamette bir gelişme yaşanıyor, Suriye’deki meşru otorite olan Şam yönetimi, Afrin’deki operasyonun kendi toprak bütünlüğü için değil, bölünüp parçalanması için yapıldığını söylemiş oluyor ve bunu engellemek adına harekete geçiyordu.

Daha önce defalarca yazdık ama tekrar etmekte bir sakınca bulunmuyor: Türkiye son on beş yılda sanayisiyle, tarımıyla, ekonomisiyle emperyalizme daha bağımlı hale getirilmiş, maceracı dış politika yüzünden de emperyalizmin müdahalelerine çok daha açık bir ülke konumuna düşürülmüştür. Ordusu, yargısı, bürokrasisi, önce bir cemaate teslim edilmiş, sonra da cemaatle mücadele adı altında büyük bir tasfiyeye maruz bırakılmış, kurumsallığını bütünüyle yitirmiştir. Hukuk sistemi en son Deniz Yücel tahliyesinde de görüldüğü üzere bütünüyle siyasileşmiş, objektifliğini yitirmiş ve birtakım pazarlıkların aracına dönüşmüştür. Kararlar parlamentoda ve bir müzakere/tartışma sürecinin sonunda ortak bir akılla değil, Saray’da ve tek adamın etrafındaki dar bir klik tarafından alınmaktadır. Ülkenin bir parlamentosu, anayasası ve kurumları yoktur, çökertilmiştir.

Velhasıl buradan millilik çıkmaz, buradan anti-emperyalizm çıkmaz, buradan “vatan savaşı” çıkmaz, buradan ülkenin bekası çıkmaz. Yeni “yetmez ama evet”in ısrarla görmek istemediği budur ve bu görmeme hali tüm bu yaşanan sürecin suç ortağı olmak anlamına gelmektedir, tıpkı dünün yetmez ama evetçileri gibi bugünün yetmez ama evetçileri de bu anlamda suça ortaktırlar.